|
Göller Bölgesi ya da Isparta"da gül zamanı

Isparta Birlik Vakfı''nın davetlisi olarak gittiğim bu ilde, beni karşılayan; canlı bir imar hamlesi, alabildiğine geniş bulvarlar, yeşil bir tabiat örtüsü ve dost canlısı bir muhit oldu. Şehrin hangi tarafından girerseniz girin bu manzara değişmiyor. Dâima gülümseyen bir yüz görüntüsü ve yepyeni bir imar ve inşa faaliyeti!.. Altyapısı önceden hazırlanmış, halkalar halinde genişleyen bir şehir. Hem dindar ve muhafazakâr, hem çağdaş bir terkip halinde Isparta, durmaksızın kendisini var ediyor, inşa ediyor.

Isparta''nın harika suyu Ayazma''nın tepelerine çıkıp baktığınızda, bu şehrin büyüme istidadını ve geleceğin Türkiyesi adına söz söyleme iradesiyle dopdolu olduğunu daha iyi farkediyorsunuz.

Kapalı bir dünya

Bu bölge, Anadolu''nun çoğu yerlerinden çok ama çok farklı. Ne Karadeniz''in sahile tesbih gibi dizilmiş şehirleri; ne de Ege''den Bozdağlar''ın kuzey ve güney yamaçlarına yaslanmış, birbirinden habersiz il ve ilçeleri!..

Karadeniz şehirlerini sahildeki bir ince şerit bağlar birbirine. Daha eski yıllarda ve meselâ Osmanlı asırlarında, bu şehir ve kasabaların birbiriyle canlı bir ilişkisi mümkün olmazdı. Hepsi kendi içine kapanmış bir folklorla idare eder, aralarında bir ticaret cereyan etmezdi. Haftada, ayda ya İstanbul''dan, ya Batum''dan kalkan bir gemiyi dört gözle bekler, dünyadan ve ekonomiden bu vesile ile haberleri olabilirdi.

Ege belki bu bakımdan daha şanslı sayılır. Dağ sıralarının ikiye böldüğü ovalara dizilmiş şehir ve kasabalar, arka sırtlara yaslanmış çoğu beldelerden habersiz yaşar; fakat ondokuzuncu yüzyılda Abdülhamid II. zamanında inşa edilmiş Afyon-Uşak-Manisa-İzmir ve Afyon-Denizli-Aydın-İzmir demiryolu hatları sayesinde, hiç olmazsa aynı vadiyi paylaşan şehirler arasında bir ilişki doğardı. Bu vesileyle ekonomi İzmir''e doğru akar, muhtelif yabancı tesirler İzmir''den derin vadiler boyunca Anadolu içlerine kadar sızardı.

Bu bakımdan Isparta yöreleri ne Karadeniz''e, ne de Ege-Marmara''ya ve İç Anadolu''ya benzer. Oraları kendi içine kapanmış bir âlem tesiri bırakır insanda. Isparta, Burdur, Yalvaç, Eğridir, Beyşehir, Şarkî Karaağaç, Keçiborlu, Uluborlu, Atabey vs. Yani bütünüyle Göller Bölgesi!.. Ah!.. Suyu kendinden doğup uzak sahillere, Akdeniz ve Karadeniz gibi ulu deryalara boşalamayan bu bölgeler. Siz sayın ki buralar, Van Gölü havzası gibi bir bölge. Bölgedeki yükseltilerin hiç biri bir dizi teşkil etmiyor. Yani bir sıradağ tesiri uyandırmıyor insanda.

Hep göl, hep ova buralar

Hep bir âni yükselişler, hep bir âni çöküşler, yani beklemediğiniz bir anda küçük avuç içi büyüklüğünde ovalar. Her ovada merkezî bir yerleşim ve etrafı halka halinde çeviren yüksek dağ yamaçlarına yaslanmış obalar. Tam bir kapalı havza tesiri bırakıyor insanda buralar. Yok eğer, ova dediğimiz bu çökeltiler biraz daha derinse!.. Orada yerleşme mümkün değil, zira hemen bir göle dönüşmüş. Acı, tatlı, tuzlu yüzlerce göl. Onun için Göller Bölgesi diyoruz. Ve genel bir ad olarak kullandığımız tabirinin içinde; yüzünü bu durgun sulara çevirmiş yüzlerce köyler, suları okşamak ona değmek iştiyakıyla dopdolu bir bitki örtüsü ve âdeta her biri göle abanmak ister gibi tesirler üreten çepeçevre dağlar!.. Buralarda dolaştıkça, buraları gördükçe Abdülhak Şinasi''nin Boğaziçi''si geliyor insanın hatırına.

İçindeki şiiri Boğaziçi''ne mi boşalttığından, yoksa bu şiiri Boğaziçi''nden mi derleyip kemâle erdirdiğinden emin olamadığım bu adam, bu bâkir tabiatı ve ezelden beri bâkir bir bekleyiş içinde duran bu durgun suları görse, acaba neler yazardı diye düşünmeden edemedim.

Şimdi, su kenarlarına sıkışıp kalmış bu küçük küçük kasaba ve şehirlerin, her biri; esâtirî bir gerilimle kollarını açmış, yüksek dağ yamaçlarından inen köylülerle birlikte o durgun, geniş göl havzalarını âdeta kuşatmaya çalışıyor. Oralarda insan ekonomiyi, sularla iç içe bir tabiatı ve gece mehtabında oynaşıp duran yakamozları bir arada idrak ediyor. Herşey bir bütün buralarda anlayacağınız.

Bu birbirinden habersiz duran havzalarda, insan ve toplumu ben yüksek bir depreniş içerisinde gördüm ve bundan büyük bir memnuniyet duydum. Geniş geniş yollar havzaları birbirine bağlıyor; yer altından sular birbirine ekleniyor. Kapalı kültürler tomurcuğun açılışı gibi, birbirine imkânlarını sunuyor.

Gönlü kırık Isparta

Gördüğüm kadarıyla söylüyorum, buralarda Süleyman Demirel''in elinin değmediği bir yer kalmamış. Isparta ve yöresi ne kadar medyûnu şükran olsa azdır. Fakat bunca imar hamlelerine karşılık, Ispartalılar''ın gönlü gene de kırık ve soğuk. Bu yüzden olmalı ki, belediyeyi MHP kazanmış. Anlayın gönüldeki kırıklığın şiddetini!..

Öyle anlaşılıyor ki Isparta ve bölge, sırf Demirel''le anılır olmaktan çıkmak istiyor. Dindar ve muhafazakâr bir muhteva, çağdaş bir terkip halinde, kendini yepyeni bir hüviyet içinde yeniden ihdas etmek istiyor. Bu iki günlük seyahatimde, ben Isparta''da böyle derin bir istihale hissettim.

Eğridir''in sırtlarında, üstad Bediüzzaman''ın 25 yıl ikâmete mecbûr kaldığı Barla''daki müze evinden ufukları seyrederken; oradaki tarihi çınarın ve eteklerinde gür akan çeşmenin sularından boşalan ıztırabı okurken de, ister istemez bunlar geldi hatırıma.

Isparta şimdi, yepyeni bir Gül Zamanı''na hazırlanıyor. Sadece Isparta değil, bütün bir bölge!..

24 yıl önce
Göller Bölgesi ya da Isparta"da gül zamanı
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek
Sosyal çürüme yazıları 2: Her türden bağımlılıklar cumhuriyeti
Bir bu eksikti...
IBAN veren esnafın katli vacip mi?