|
Piyasa güveni temel hedef olmalı

Özellikle ağustos ayının ilk haftasından itibaren bir süredir stabil seyreden kurlarda yeniden yüksek oynaklıklar görülmeye başlandı.

Türkiye ekonomisiyle zımni bir mücadele-savaş içinde olan ve ülkeyi zor duruma düşürmek isteyen yabancı finans çevreleri (belli ki Libya ve Doğu Akdeniz hamleleri bu çevrelerin hamilerini çok rahatsız etmiş) daha önce beceremedikleri oyunu tekrar sahneye koymaya başladılar. Ellerinde TL olmamasına rağmen yüklü miktarlarda döviz alışı gerçekleştirdiler (aynı senaryo daha önce çok kez tekrarlandı). Ancak TL yükümlülüklerini yerine getiremeyen bankalar yapmış oldukları açığa satış işlemini kapatamadılar ve TL swap faizleri %1.000 seviyelerine çıktı.

Meydana gelen dalgalanmayı azaltabilmek için BDDK yurt dışındaki bankalara açığa satış yasağı getirdi. Ancak bu hamle yabancı yatırımcının Türk piyasalarına güvenini (asıl amaç buydu) zedeledi.

Sonuçta, ülkede sermaye dolaşımına sınırlama geleceği kaygısıyla 16 yıl sonra ilk kez borsada yabancı yatırımcı oranı %50’nin altına geriledi.

**

Covid–19 pandemisi sürecinde çoğu ülkede olduğu gibi ülkemizde de para basılarak kamu harcamalarının artırılmasının da kur hareketleri üzerinde etkisi oldu. Böyle bir ortamda para basılması ve kamu harcamalarının artırılması doğru bir yaklaşımdı. Ne var ki basılan paraların yönlendirildiği yerler doğru değildi. Basılan paraların ulaştığı büyük bir kesim TL’de değer kaybı olacağını düşünerek döviz almaya yöneldi.

Merkez Bankası verilerine göre; 06 Temmuz- 7 Ağustos arası dönemde bankacılık sistemindeki toplam döviz ve altın mevduatları 18.2 milyar dolar artmış. Bunun yarıdan fazlası, bu 5 haftalık dönemin son iki haftasında gerçekleşmiş.

18.2 milyar dolarlık artışın kabaca 7.5 milyar dolarlık kısmı altın ve euronun diğer paralara karşı çok yükselmesi nedeniyle değer artışı içeriyor. Geriye kalan net 10.7 milyar dolar yurtiçi yerleşiklerin (bireyler ve şirketler) TL ödeyerek döviz ve altın alımlarından kaynaklanıyor.

Bu 10.7 milyar dolarlık artışın 4.5 milyar doları tek başına 7 ağustos haftası gerçekleşmiş. Son 5 yıldaki en büyük haftalık artışlardan biri bu.

Bu 5 hafta içinde yaklaşık 1.5 milyar dolarlık bir yabancı yatırımcı çıkışı da göz önüne alındığında piyasada toplam 12.2 milyar dolarlık bir döviz talebi oluştuğu hesabı yapılabilir.

**

Pandeminin neden olduğu durgunluk sürecinde yerinde bir adım olarak kredi kullanımı da teşvik edildi. Ne var ki burada da verilen kredilerin nerede kullanıldığı denetlenmeyince kredi alanların önemli bir bölümü bu kredilerle döviz almaya (ithalat talebi artışı) yöneldiler.

Yani, doğru adımlar yanlış alana yönlenince (cehennemin yolları iyi niyet taşlarıyla döşenir) ekonomiyi canlandırmak yerine dövize talebi canlandırılmış oldu.

**

TCMB yaklaşık bir yıl önce politika faizini indirmeye başladı ve politika faiz oranlarını yüzde 24’lerden yüzde 8,25’e kadar indirdi.

Diğer faizler politika faizine bağlı olduğu için onlar da paralel olarak düştü ve TCMB ortalama fonlama faizi de yaklaşık 2 hafta önce yüzde 7,50 dolayına geriledi.

Faizler üzerindeki bu baskılama tasarruf sahiplerini döviz tevdiatına dönüştürmeye başladılar. Yaklaşık 3 hafta önce 234 milyar dolar olan döviz cinsinden bankalar mevduatı ve katılım fonları toplamı 243 milyar dolara yükseldi (6 Ağustos tarihli BDDK bülteni).

Piyasaya sunulan yüksek TL miktarı ve aktif rasyosu zorlamasıyla açılan krediler ile düşük TL faizlerinin dövize karşı yarattığı talep artışı, kurları hızla yukarı çekti ve 3 hafta kadar önce 6,85 olan dolar kuru kısa sürede 7,3’ların üzerine çıktı. Bu sırada TCMB devreye girerek piyasa yapıcı bankalara yüzde 7,25 faizle sunulan haftalık fonlama imkânını yürürlükten kaldırıldığını, onların da diğerleri gibi yüzde 8,25 ile borçlanabileceklerini açıkladı. Bu düzenleme TCMB ortalama fonlama maliyetini yukarı çekerek faizleri dolaylı yükselten bir düzenleme.

**

Birileri yine PPK toplantısı öncesi TCMB faizi yükseltsin goygoyculuğuna başladı.

Akıl; faizi yükselttiğinizde insanlar faiz geliri elde etmek için dolar talebini kısıp TL’ye dönerler, bu da TL’yi değerli hale getireceği için kuru düşürür.

Sürekli faizle oynanması ya da faizin çok yüksek düzeye çıkarılması yabancıların güvenini zedeler, sermaye kaçışını hızlandırır (1994 ve 2001 krizinin başlangıcında çok yüksek faizlere rağmen sermaye kaçışı vardı), yatırımlarda gerileme, talepte düşme gibi başka sorunları da ortaya çıkarabilir.

O nedenle faiz artışı çözüm değil; dönüp dolaşıp geleceğimiz yer piyasalara güven verilmesi, yeni kredi kanallarının bulunması ve yapısal reformlardır.

20 Ağustosta toplanacak PPK’nın yapması gereken faiz artışı değil, sıkı para politikasına gidileceği mesajının güçlü şekilde verilmesi olmalıdır.

Kuyuya atılan taş sonrasında 40 akıllı faizi indirememektedir.

#BDDK
#Piyasa
#Faiz
#Covid–19
4 yıl önce
Piyasa güveni temel hedef olmalı
Yolsuzluk oylaması
Manisa/ Sipil Dağı/ Atlar / Her yeri yakıp yıkan Yunanlılar
Net penaltıyı vermedi
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…