|
Kabarmakta olan dalga: Kürt sorunu...

Güneydoğu''da sessiz sedasız yiten canlar, DTP''ye yönelik kapatma davası, Ahmet Türk''ün PKK konusunda kollayıcı açıklamalar, Genelkurmay Başkanı''nın dağa çıkan insanlarla ilgili tespitleri…

Kürt meselesi Türkiye''nin önemli, belki de en önemli sorunu.

Dış politikada devletin askeri ve siyasi bakışını yönlendiren, Kuzey Irak politikasını, bölgesel ve uluslararası ittifakları belirleyen, iç politikada iktidar mekanizması ve değişim adımları üzerindeki askeri ağırlığın süregitmesine yol açan faktörlerden birisi…

Aynı sorun “toplumsal bütünleşmenin sağlanamamasının, toplumun farklı kesimleri arasındaki ilişkilerin biri Türk diğeri Kürt milliyetçiliği merkezli olarak örselenmesinin, topluma ve toplumsal kesimlere içe kapanmacı siyasi ruh halinin egemen olmasının” da itici gücü…

Öcalan''ın yakalanmasından sonra ortalığın süt liman olmadığını acı deneyler eşliğinde gördük…

Silahlı çatışmaların görece olarak sona ermesi, bir isyanın bastırılması, daha da öte bir sorunun ortadan kaldırılması anlamına gelmedi. Resmi politikaların yıllarca iddia ettiği "manzara" doğrulanmadı. Aksine, sorunun, “iç ve dış tahrik ve destek meselesi”nin ötesine taştığı iyice ortaya çıktı.

Gelişmeler “toplumsal nitelikli bir Kürt sorunu”nun varlığını kanıtladı.

Bu sorun kim ne derse desin bir kimlik sorunudur ve kimlik talebi olarak ortaya çıkmıştır.

Ne var ki, “kimlik talebi ile milliyetçilik arasındaki geçişler” çok güçlü olur.

Bu tür toplumsal-siyasal durumlarda “madalyonun bir yüzü kimlik sorunu, diğer yüzü milliyetçilik meselesi” olarak karşımıza çıkar.

Akışın bu yüzlerden hangisine kayacağı, bu sorunun yönetilmesiyle, kuşatılmasıyla ilgilidir.

“Demokratik entegrasyon politikaları” sıkıntılı ve zor da olsa kimlik bilincini yükseltirler; “dışlayıcı asayiş politikaları” ise milliyetçiliği beslerler.

Bugün Türkiye, köhne bir ideolojik yapının ürettiği, çevresinden endişe eden devlet anlayışının beslediği “geleneksel siyasi akıl eksikliği” yüzünden ciddi bir milliyetçilik dalgasıyla karşı karşıyadır.

Başka bir deyişle 20 yıllık çatışmaların yarattığı sonuç, koyu ve geri döndürülmesi müşkül bir “Kürt milliyetçiliği”nin üretimine katkıda bulunmuştur.

“Demokratik akıl” şunu söyler:

Bu tür bir milliyetçilik dalgasının olumsuz sonuçlarının “Kürt kökenli vatandaşların haklı ve doğal kültürel kimlik talepleri”ni ortadan kaldırmayacağı ne kadar açıksa, “otoriter ve Stalinist bir Kürt politikasının ve yapılanması”nın bu kimlik taleplerinden hareketle kendisini meşrulaştıramayacağı açıktır.

Kimi Kürt çevrelerinin eleştirdikleri siyasal yapıyı katmerli bir şekilde üretmeleri, kimlik taleplerini siyasi nitelikli makro bir projenin aracı haline getirmeleri, buna karşılık devletin sorunun kültürel kimlik yönünü reddeden, asayiş mantığını yeganeleştiren, insan hakları ihlalleri üzerine temellenen politikası birbirini besleyen bir döngüyü andırmaktadır.

AB uyum paketlerinde getirilen Kürtçe dil, ad, dil eğitimi ve kürtçe yayın kimi demokratik hakları uygulamaktan kaçınan, bunları bir Kürt devleti arayışının ayakları olarak gören resmi politikalar ile yapılması mümkün olmayanı bilerek zorlama, bu yolla makro Kürt politikası mücadelesi verme arasında ürettikleri sonuçlar açısından pek fark yoktur…

Çatışmacı mantık, çatışmadan beslenir ve insanı, insani değerleri, talepleri bir hükümranlık arayışının aracı yapar.

Bugün meselenin kimlik yönüyle, milliyetçilik merkezli siyasi yönü, ayrı meseleler olarak, akıllı bir siyaset tarafından ayrıştırılmayı beklemektedir.

16 yıl önce
Kabarmakta olan dalga: Kürt sorunu...
Yaşasın kabak!..
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü