|
Sorun, "algılamayanda" değil, "algılatamayanda...

Olimpiyat yarışı aleyhimize bitince konuyu başından beri siyasete indirgeyerek tartışanların memnuniyeti, Japonlar"ın sevincinden fazla gibi görünüyor.

Ülke adına ortaya konan tüm çabaların hedeflerinden biri de, İstanbul markası konusunda gerekli vaat ve güveni oluşturmak değil midir?

"Ülkenin Başbakan"ı olsam, İstanbul"a daha çok yatırım, daha çok ziyaretçi, daha çok gelir ve en önemlisi daha çok itibar taşıyacak Olimpiyat yarışında işe tüm gücümle asılırdım elbette" demeyecek birini düşünmek zor değil mi?.. Ama var... En kuvvetli argümanları ise Yunanistan gibi bazı ülkelerin bu yolda battıkları iddiası...

Buenes Aires"e geldiğinde OrtaDoğu"yu kastederek"Bölge barışa hasret. Olimpiyatlar, bölgeye barış ve sevgi ruhunu verecektir" diyen Başbakan, yurda dönüşünde gazetecilerin sorularını yanıtlarken de aynı çerçevede şunları söyledi:

"Tokyo, Madrid daha önce almıştı. Londra düzenlemişti, İstanbul almamıştı. Adil davranılmadı. Bir yönüyle 1 buçuk milyarlık İslam dünyası ile bağları da kesip atıyorlar."

Ankara"ya dönünce yaptığı açıklamada ise meseleyi daha geniş boyutuyla ele aldı:

"Elemelerde ilk kez böyle bir başarı sergilendi. Elbette bununla yetinmeyecek ve çalışmalarımızı bundan sonra da sürdüreceğiz"

"Tabii ki 2020 Olimpiyatları İstanbul"da yapılsaydı, Türkiye de İstanbul da geniş coğrafyamız da bundan çok şeyler inanıyorum ki kazanacaktı ve çevre buna göre olumlu şekilde etkilenecekti. Böyle bir durumda, 2020 Olimpiyatlarından İstanbul"dan ve Türkiye"den ziyade olimpiyat ruhu, spor ruhu, barış, dostluk, kardeşlik ruhu kazanacaktı"

"Olimpiyatların ilk kez halkı Müslüman olan bir ülkede yapılması durumunda barışa susayan bölgemizde medeniyetlerin buluşmasına farklı umut vermek pekala mümkün olabilirdi"

"Ama görünen o ki İstanbul"un bu potansiyeli yeteri kadar dikkate alınmamış ya da alınamamış..."

Son cümle hariç Başbakan"ın sözlerine katılmamak olası değil. Son sözü ise yanlış değil. Ancak eksik... Biri bir konuyu "algılamıyorsa", kabahat algılamayandan çok algılatamayandadır. "Algılatamayan", son dönemde devreye giren Adaylık Komitesi Başkanı Hasan Arat ve ekibi değildir. Algılatamayan, bir ülke itibarının alt yapıya yapılan yatırımlarla yönetilebileceğini düşünen, üst yapı kurumlarına bu arada "Kamu Diplomasisine" yatırım yapmayı, ona bütçe ayırmayı düşünmeyen, bu konuda Sayın Başbakan"ı ikna edemeyen zihniyettir. ABD kamu diplomasisine milyarlarca dolar yatırıyor. Milyarlarca... Bizimkilerin bütçesi ne sizce?

Diğer yandan Olimpiyatlar için son döneme özel, kısa süreli tanıtım faaliyetleri için ayrılmış miktarı bile "fazla" bulan, "idrak yolları iltihaplı", psuedo-solcu (sözümona solcu) kafaların etkisinden Türkiye ve İstanbul markasını yönetme işin kurtarmak lazım.

"Garantili haber çıkartılır" (!)...

Halkla ilişkilerin en önemli ayaklarından biri hiç şüphesiz medya ilişkileridir. Yani kurum ve/veya kişinin haberlerinin (kilit mesajlarının) medyada yer alması. Bunun bilimsel olarak bilinen ve piyasada genel geçerli olan tek yolu vardır: Haber değeri olan içerik üretmek...

Yoksa haber değeri olmayan bir konunun eş dost arkadaş ilişkisi ile, ya da kuvvetli bir reklam veren olarak reklam departmanı üzerinden, bir, haydi taş çatlasın iki kere bir mecrada yayınlanmasını (o da belki) sağlayabilirsiniz. Çünkü bir medya kuruluşunun haber merkezine günde en az 200-300 haber (basın bülteni vb) düşer... Uzun vadede bütün ilişkiler yıpranabilir. O nedenle asıl olan, medyanın "haber değeri" gördüğü, kullanmadığı takdirde "görevini yerine getirememiş olacağı, bu yüzden de üstlerinden "azar" işiteceği, ağırlık ve nitelikte içerik üretmektir; medyadaki "arkadaşlarla" ilişkileri "iyi" tutmak değil.

Hal böyleyleyken her sektörde olduğu gibi PR sektöründe de sektörün genel geçerli kurallarını hiçe sayan, medya nezdinde itibar kaybetmesine neden olan PR"cılar mebzul miktarda bulunmaktadır.

Tesadüfen karşılaştığım (adı şimdilik bende saklı) bir PR şirketinin web sitesinde şu anonsu görünce aslında hiç şaşırmadım: "Basın bültenlerinizi haber sitelerinde yayınlatarak internette şirketinize digital bir özgeçmiş oluşturalım!"

Altını çizdiğim kelime, medya mensuplarının tüylerini diken diken etmeye yeter de artar bile...

Bir altta yine kocaman bir anons var: "Marka olmanın yolu Gazete-Dergi-Radyo-TV"de haber olmaktan geçiyor"... Küllüm reddedilebilecek bir iddia. İletişim fakültelerinde Algılama veya İtibar Yönetimi dersi almış ya da bir tek ciddi makale okumuş biri marka yönetiminin bu kadar kolay olmadığını ve yolların çok farklı ve karmaşık yerlerden geçtiğini bilir...

Bu web sitesine gülüp geçmek için her türlü neden var aslında. Ta ki, bu PR şirketinin kuruluşlara rastgele attığı mail"lerden birine rastlayana kadar. Doğrudan CEO düzeyine atılmış mail"de gazetelerin portal isimleri tek tek sıralanarak deniyor ki: "Biz sizin haberlerinizi buralarda garantili olarak çıkartırız, ayrıca basın bülteninizi de bedavaya yazarız..."

Örneğin bu iş İngiltere"de olsa, PRCA gibi meslek kuruluşları (bizde TÜHİD ve İDA) hemen olaya müdahale eder. Bu PR şirketini deşifre eder. Hatta sahtekârlık ve haksız rekabetten dava açar, bu şekilde hem mesleğin başta gazeteciler, tüm iş dünyasında itibar kaybetmesini önler, hem de iletişim hizmeti alanların kafalarının karışmamasını gerekli doğru sistematik bilgileri ileterek (içerik üretimi vb) sağlardı.

Bu yapılmadığı sürece meslek gurupları ve sektörlerin itibarları üzerine yapılan araştırmalarda PR ve medyanın sonlarda çıkmasına ne şaşmak gerekir ne de üzülmek...

11 yıl önce
Sorun, "algılamayanda" değil, "algılatamayanda...
Sosyal çürüme yazıları 4: Ahlâkî pozculuk cumhuriyeti
Siyaset, edebiyat ve iyilik
Bir hatırlatma
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek