|
Kur’an bülbülü Hafız Sami

Baki kalan bu kubbede hoş bir sadâ bırakan büyük ses sanatkârlarından biri de merhum Hafız Sami idi. Menkıbeleri dilden dile dolaşan bu muhterem zat okumaya başladığı zaman bütün bir dünya âdeta musıki meclisi haline gelirdi. Onun ilahi sesi sadece insanları değil, kuşları bile etkilerdi. Tanıyanların anlattıklarına göre Hazret okumaya başladığı sırada güvercinler bile uçuşlarını durduruyorlardı. Yalnız Hafız Sami, öyle olur olmaz yerde, falanın filanın ricasıyla değil, canı istediği zaman okuyordu.

Gençliğinde bir gün Metris çiftliğinde avlanıyordu. Av merasimi bittikten sonra arkadaşlarıyla bir ağacın altına oturdu. Birden etrafı çın çın öttürmeye, kulaklara ziyafet çekmeye başladı. Aylardan mayıstı ve bülbüllerin ötme zamanıydı. Hafız Sami okurken bülbüller de dalların arasında dem çekiyorlardı. O gün bu bülbüllerden birinin sustuğunu, sessizce gelip Hafız’ın başına konduğunu olaya şahit olan arkadaşları yemin ederek anlatıyorlar. Selahaddin Güngör Bey de, 1943 tarihli Büyük Doğu’da yayımladığı bir makalede bu konuya temas ediyor, bülbül sesli Hafız’ın bülbüllerle olan ülfetini ve ünsiyetini dile getiriyor.

Hafız Sami’nin öyle garip halleri vardı ki, kendisini yakından tanımayanlar, bu türlü hareketlerine bakarak onun deli veya meczup olduğuna hükmedebilirlerdi. Halbuki merhum ne deliydi, ne de meczuptu, sadece ana hasretiyle yanan bir hasretzede idi. Validesinin vefatından sonra dünyası başına yıkılmış, hayat adeta çekilmez bir yük haline gelmişti. Anasını her hatırlayışında kendinden geçiyor, ona olan sevgisini büyük bir hasretle dile getiriyordu. “Beni yine anamın perileri zaptetti!” diyerek hemen anasının mezarına gidiyor, o harika sesiyle ve olanca hüznüyle Kur’an okuyordu.

Hafız Sami 1874’de Filibe’de doğdu. Şehri, Ruslar işgal edince babası Hacı Ali Efendi, ailesini alıp İstanbul’a göç etti. Küçük Sami, Fatih’te sıbyan mektebine yazıldı. Sesinin olağanüstü bir güzelliğe sahip olduğunu gören ailesi ve hocası Hacı Hasan Efendi, çocuğun hıfza başlamasını sağladı. Sami Kur’an-ı Kerim’i tamamen ezberleri. O zamanlar âdet olduğu üzere Fatih Camii’nde hafızlık merasimi yapıldı.

Devrin büyük musıki üstadlarından Hacı Edhem Efendi, Bolâhenk Nuri Bey, Hacı Kirami gibi zatlarla teşrik-i mesai eden Hafız Sami, artık usta bir hanende, büyük bir sanatkâr ve demir hafız olarak temayüz etti. Onun Fatih Camii’nde mukabele okuyacağını duyanlar bu muhteşem mabedi tıklım tıklım dolduruyorlar, âdeta izdiham oluşturuyorlardı.

Hafız Sami, Halıcıoğlu’ndaki “Mühendishane-i Hümayun”da 8 yıl başimam olarak görev yaptı. Sultan Reşad tahta çıkınca kendisini hünkâr imamlığına getirmek istedi. Fakat o, “Ben padişah emrinin altına giremem!” diyerek bu vazifeyi kabul etmedi. Padişahın büyük oğlu Ziyaeddin, musikiye büyük ilgi duyduğu için sık sık toplantılar tertip ediyor, Hafız Sami de zaman zaman bu cemiyete “okuyucu” olarak katılıyordu. Söğütlü Yatı’nda gerçekleştirilen bu musıki meclislerinin birinde, Tanburi Cemil ve Hafız Osman gibi üstadların da bulunduğu bir akşam, Hafız Sami öyle bir okudu ki, hâzirûnun hemen hepsi kendinden geçti. Tanburi Cemil Bey, Hafız Sami’nin yanına yaklaştı ve şöyle dedi: “Bundan sonra senin bulunduğun mecliste tanbur çalmak bana haram olsun! Meclisi ihya ettin. Çok yaşa hafızım!”

Hafız Sami’nin bu harika sesi, mütareke yıllarında bazı yabancı subayların bile dikkatini çekti. Kendisini dinleyen Alman zabitlerinden biri, “Böyle olağanüstü bir sese sahip olmak için ne yaptınız?” diye sormaktan kendini alamadı. Böyle bir sesin Allah vergisi olacağına bir türlü inanamayan Alman subayı sonunda şöyle konuşma gereği duydu: “Hayır, siz gırtlağınızın içini mutlaka platin ile kapattınız. İnsan hançeresinden bu kadar kusursuz bir sesin çıkması mümkün değildir.” Yine mütareke yılları içinde zengin bir Fransız subayının öldükten sonra Paris Musıki Müzesi’nde teşhir edilmek üzere, Hafız Sami’nin hançeresini on bin liraya satın almak istediğini -keza- aynı kaynaklar naklediyor.

Hafız Sami bir ara hacca da gitti. Hicaz’dan döndükten sonra kendisinde bazı değişiklikler görüldü. Artık her yerde okumuyor, mevlitlere gitmiyor, davetleri kabul etmiyordu. Hatta Enver Paşa’nın bu sırada vuku bulan davetini de kabul etmemiş, emri getiren merkez kumandanı Cevat Paşa’ya: “Enver Paşa’ya selam söyle. Ben onun padişahına bile metelik vermedim! Hafız Sami kimsenin uşağı değildir!” cevabını vermişti.

Hakkında müstakil bir eser kaleme alan merhum Ali Rıza Sağman’ın verdiği bilgiye göre, Hafız Sami 1936 yılında hastalandı. Gülhane Hastahanesi’ne yatırıldı ve tedavisine başlandı. Ancak o, hastalığının cismani değil, ruhani olduğuna inanıyordu. Doktora başvurmayı gereksiz görüyordu ve ilaçlardan kaçınıyordu. Bir gün kız kardeşinin ısrarına dayanamayarak yine doktora gitmek üzere yola çıktı. Bir süre yürüdükten sonra hemşiresinin durmasını istedi. “Sıdıka, dönelim kardeşim” dedi. Fakat kız kardeşi doktora çok az kaldığını söyledi. Hemşiresinin koluna tutunan Hafız Sami, birkaç adım daha attıktan sonra gür bir sesle: “Allah!” diye haykırdı ve olduğu yere düştü, bülbül sesli hafız Rabbine kavuştu. 26 Nisan 1943.

Ertesi gün Fatih Camii’nde cenaze namazı kılındı ve kalabalık bir cemaatle Edirnekapı dışındaki mezarlığa defnedildi. Mekânı cennet olsun.

#Hafız Sami
#Kur'an-ı Kerim
#Fatih Camii
3 yıl önce
Kur’an bülbülü Hafız Sami
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset