|
Mutfak ekonomisinin reel politiği

Cumhurbaşkanı’mızın telegram kanalından gelen bir bilgiyle başladım güne. Türkiye’nin 2021 yılı ihracatı 225 milyar 368 milyon dolar olarak gerçekleşmiş ki bu, 2020 yılı rakamlarına göre ihracatımız yüzde 32,9 oranında artış demek.

Bazılarının iddia ettiği gibi Türkiye, ihraç ettiği malların yüzde yetmişini, hatta seksenini falan ithal etmiyor. Burada oran yüzde yirmilerde… Yani şu. İhraç ettiğimiz malı ihraç edebilmek için ithal ettiğimiz mal, bu 225 milyar dolarlık rakamda 50 milyar dolar seviyesinde.

Yine iyi bir haber olarak, 2021 yılında toplam ithalata bağımlılığımız da nispeten azalmış durumda. Bu, Türkiye’nin “üreten bir ülke olması” yolunda sağlam adımlar attığı anlamına geliyor.

Hep söyledim, yine söyleyeceğim. İhracatın rekor kırması da, cari açığın düşmesi de Türkiye’nin yarını için çok çok önemli şeyler.

Gelelim işin “ama”sına. Yani makro verileri iyi giden Türkiye’nin mikrosuna… Mutfağına, kirasına, sair masraflarına…

Doğalgaz, akaryakıt ve elektrikte genel olarak dünyada muazzam bir artış var. Türkiye, doğalgaz ve elektrikte sübvansiyon uygulamasa fatura yansımaları çok daha ağır olacaktı. Orası kesin.

Bu “kesinliklerin” içerisinde değişmeyen bir başka hakikat var. O da kur dalgalanmasında yükselen fiyatların bir türlü geriye gelmemesi. Bu saatten sonra gelir mi, orası da muamma. Bilhassa İstanbul gibi metropol şehirlerde kira, servis, mutfak masrafları gibi masraflar “katlanılabilir” olmaktan çıkmış durumda.

Örneği kendimden vereyim de anlaşılsın.

Kızımın servis parası %27 arttı. Elektrik faturamız %70 civarında artacak. Doğalgaz faturamız ise yarı yarıya artmış olacak. Market raflarındaki artışı saymıyorum bile. Birkaç ay önceki fiyatlara göre minimumda %50 fazlaya dolduruyoruz market poşetlerimizi.

Arabamın deposu 400 liraya doluyordu, şimdi 530 liraya dolmaya başladı.

Bir taraftan da ben bir işverenim. Asgari ücrete gelen ve benim de çok sevindiğim yüksek zammı oransal olarak bütün çalışanlarıma uygulayacağım. Bu da, işletme giderlerimin minimumda %50 artması manasına gelecek.

Sıkıştığımız yere geleyim mi? “Güneş çarığı, çarık

ayağı sıkar” ilkesi bu sefer çalışmazsa sıkıştığım değil, battığım yere gelmiş olacağım.

Fatura kestiğim, hizmet verdiğim yerler fiyatlarımı %50 oranında artırmama razı olacaklar mı? Şu ara merak ettiğim yegâne soru bu!

Bu soruya göre belirlenecekyol haritam.

Hadi bizim gibi “kendi yağında az ya da çok kavrulmaya ayarlı” işletmeler “hayatta kalma bilgisi”ne o ya da bu oranda sahip. Peki ya mutfağın, kiranın, servisin, doğalgazın yükünü yüklenen “çalışan” ne yapsın?

“Gerekirse soğan ekmek yeriz” diyenlere falan boş verin siz. Onların bu meselelerde konuşmaya zerrece hakları yok.

Size esaslı, esastan bir şey söyleyeyim: 2022’de Türkiye ekonomisinin bir kerecik bile tökezleme lüksünün olmadığını, olamayacağını düşünüyorum. Zira bu yıl kelimenin gerçek anlamıyla “zor bir yıl” olacak.

Mayıs itibariyle turizm gelirlerinin seyri ve ihracat rakamlarının artmaya devam etmesi ise bu zorlu yılda en kritik meseleler haline gelecek bence. O yüzden “tökezleme lüksümüz yok” diyorum. Zira bu iki mesele de kırılgan meseleler.

Başka bir şey daha söyleyeyim. İhracatın artması iyi bir şey ama içerde mal sıkıntısı yaşarsak bu iyilik büyük bir tehlikeye dönüşecek. Şimdilerde biraz duruldu ama geçtiğimiz ay peşin paranızla kitap-dergi kâğıdı alamıyordunuz mesela. Ticaret yapmak için sipariş vermeye alıştığınız yerler daha önce 1 ay olan terminlerini iç piyasa için 3 aya falan çıkarmışlardı. Yurt dışına satışı daha karlı bulduklarını elbette anlıyorum ama “içerisi durursa”, büyük bir kriz bizi bekler, haberimiz olsun.

Ve son şey. Seneler içerisinde fikrim hiç değişmedi. Türkiye’de “gelir farkı makası” düşmek zorunda. Alt, orta ve üst sınıf gelirleri arasındaki büyük makas kapatılmaya çalışılmalı. Orta sınıfın oluşturduğu memnuniyetsizliğe de nesnel çareler önerilmeli.

2023 ve 2024 itibariyle devreye girecek yerli doğalgazın ve diğer bazı ekonomik gelişmelerin hepimizi çok rahatlatacağını elbette biliyor ve görüyorum. Ama “reel politik” olarak 2022’nin “sabır yılı” olarak ilan edilmesinin sonuçlarını ödemekle yüzleşemeyiz. Sabır değil, “atılım” ve “rahatlama” yılı olmalı 2022. Yoksa bence muazzam bir fırsatı tepmiş oluruz.

#telegram
#İstanbul
#ekonomi
2 yıl önce
Mutfak ekonomisinin reel politiği
İletişim sonuç odaklı bir süreçtir…
Berber Osman’ın emekli maaşlarına ilişkin düşündüren analizi
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı