|
Mağrip Krallığı’ndan
Sekiz yılı aşkın bir süredir deruhte etmekte olduğum uluslararası bir vazifeden dolayı 'Dolaştım mülk-i İslamı…' ama bu sözün sahibi Ziya Paşa merhumun 'Büsbütün vîrâneler gördüm…' tespitinin bir asır sonra da maalesef pek değişmediğini müşahede ettim. Bu acı gerçek düşündürüyor beni. Sanırım son bir asırlık Müslüman tarihi hakikaten her yönüyle derinlemesine incelenmesi gereken mühim bir konu. Lakin bir gazete köşesine sığamayacak kadar da uzun.. “Gerileme” ve “Çöküş” teorileri üzerine yazanlar bunun tarihini çok daha gerilere doğru götürürler ama bence bu
Son Asır
konunun metafizik veçhesi açısından en önemlisi. Zira zihniyet kırılmalarının yaşandığı bir çağ oldu bu çağ. Bu ana kadar Gelenek'te ıslah, ta'dil, tashih oldu ama böylesi bir ters yüz etme veyahut tepesini aşağıya çevirme hiç olmadı. Belki de Devrimler çağı böylesi bir şey..


Bu köşede zaman zaman hâlâ devam etmekte olan yeryüzü seyahatlerimden devşirdiğim bazı gözlemlerimi ve buna bağlı olarak yapacağım mukayeseleri de sizlerle paylaşmak arzusundayım muhterem okuyucular.



Mesela bir haftadır 'Afrika Birliği' ve 'BM. İklim Değişikliği Forumu' gibi iki ayrı toplantı için Fas'ın Rabat ve Marakeş şehirlerinde bulunuyorum. Daha evvel de değişik münasebetlerle pek çok kereler geldim Fas'a. Belki de tarihsel olarak ilk başkent olduğu için ve daha sonraları İstanbul ile kısa süreli de olsa irtibatı olduğu için ülkenin kuzeydoğusunda (Cezayir'e yakın) yer alan Fez şehrinden dolayı biz bu ülkenin tamamına Fas adını vermişiz. Bildiğim kadarı ile bu ülkeyi bizden başka bu adla çağıran yok. 1915 yılında bizim 'Mühr-i Süleyman' dediğimiz sembolü kırmızı zemin üzerine bayrak olarak seçmelerinden bir önceki sembollerinin yine kırmızı zemin üzerine üç hilal olduğunu da bu vesile ile hatırlatmak isterim.



Batılılar ise bu sefer başka bir şehrini yani güneydeki Marakeş şehrini öne çıkararak bu ülkeye “Maroc” adını vermişlerdir. (Müslümanlardan bu ülkeye Marekeş diyen sadece İran'lılardır). Tarihte Endülüs Müslümanlarına “Moriscos” denmesinin sebebi yine buradan hareketledir. Bunun ardında daha Afrikalı güney kabilelerinin Arap kuzeye karşı kullanılması politikaları da etkili olmuş olabilir. Peki bugün buranın insanı kendi ülkelerine hangi adı vermiş, mühim olan o derseniz bu yazının başlığına bir kere daha bakmanız gerekir. Yani; “el-Memleketü'l-Mağribiyye”. İngilizcesi ise; “Kingdom of Morocco”. Bu durumda Türkçesi “Mağrib Krallığı” olmaktadır. Veyahut kısaca “el-Mağrib”. Yani İslam dünyasının en Batı'sı..



Ortadoğu'da yaşadıkları sıkıntılardan uzaklaşmak isteyen evlâd-ı Resul şerîfler yani Hz. Hasan'ın torunları eliyle bu diyarlar İslam nuruyla şereflenmişlerdi. O günden beri pek çok Emirlik tarafından yönetilen Fas bugün Alevi hanedanının (bir hanedan adı) son temsilcisi tarafından yönetilen bir meşruti monarşi. “Allah, Kral, Vatan” üçlemesini her yerde görmek mümkün. Uzun süren siyasi tarihleri pek tabii bir çok sıkıntılı, sorunlu dönemler yaşadı. Bugün dahi ülkenin çok ciddi ekonomik ve siyasi sorunları var. Fakat bir şey çok önemli ki o da devrim yaşamadıkları için kültürel kodlarının ufak tefek yıpranmalarla dahi olsa bütünüyle devam ediyor olması. Kültürlerinin genetik kodları hâlâ sağlam. Bunu bir toplumun insan ilişkilerinde, birbirlerine hoşgörülerinde, misafirperverliklerinde; büyüklere, ilim sahiplerine, öğretmenlere karşı olan hürmetlerinde; fakirlere, muhtaçlara yardımlarında; hayvanlara karşı muamelelerinde v.s. izlemek mümkündür. Bu testleri uyguladığım Fas toplumundan yüksek puanlar aldım.



Kral aynı zamanda “Mü'minlerin Emiri”, yani inananların hakları onun güvencesi altında. Devlet kırmızı çizgisini şöyle belirlemiş: “Eş'arî akaidi, Mâlikî fıkhı ve Cüneyd mesleği” adeta resmi din ideolojisinin üç sacayağı. “Farklı düşünenler de olabilir (son zamanlarda artan Selefiler gibi) saygı duyarız ama devlet olarak bizim İslam anlayışımız bin yıldır tecrübe ettiğimiz bu İslam'dır” demekteler. İlginçtir ki her yerde artan Selefilik burada karşılaştığı bu sağlam duruş karşısında bir varlık gösterememiştir. Sadece 30 sene evvel birbirlerini “İki Kardeş” (el-Ahaveyn) ilan ettikleri Suudi Arabistan ulemasının ısrarı üzerine ezanlarını dinleyeni korkutan bir hale çevirmeleri hariç.



Burada İmam Buhari'nin hadis mecmuası adeta Kur'ân'ın yanında ikinci kutsal kitap. Ordu mensupları dahi göreve başlarken Buhari üzerine yemin ederek göreve başlıyorlar. Bu açıdan ordunun manevi adı “Buhari Ordusu”. Saray'da kutsal emanetlerin bulunduğu yere ise “Buhari Kubbesi” adı veriliyor, çünkü altında en eski Buhari yazması muhafaza ediliyor. Sultan tahta çıkacağı zaman bu mekanda o kitabın üzerine yemin ediyor.. Yani bu kitap üzerinden Hz. Peygamber ile manevi bir irtibat sağlanmış oluyor. Bu kubbede muhafaza altına alınan emanetlerden birisi de Peygamber Efendimiz'in giydiği rivayet edilen nalınlar, terlikler. Sultan yılda bir kere bunların altını öpüp başına koyuyor. Peki bu nalınlar nereden intikal etti biliyor musunuz? Son Osmanlı halifesi Abdülmecid Efendi sürgün edilirken yanına sadece bu nalınları almıştı. Vefatına az bir zaman kala Paris'teki Fas elçisine bunları Kral Hasan'a teslim etmek istediğini söyledi. Öyle de yapıldı. İşte o nalınlar bu nalınlar.



Fas'ta din ve devlet ilişkileri birbirlerinden çok sert ayrılmamış. Tatlı geçişlilikler var aralarında. Mesela bir meşruluk ve kanuna uygunluk problemi çözülürken İslam hukukuna da Batı hukukuna da bakılıyor, yani ortak insanlık mirasından istifade ediliyor. Birbirlerine karşı alerji duyma durumu yok.



Din burada siyasi bir ideolojiden çok bireyin kişiliğini ve toplumun faziletini yükseltmede bir terbiye aracı. Bunu yaygın ve serbest din eğitimi ile sağlıyorlar. Camiler, medreseler, tekkeler, zaviyeler bu işin görüldüğü yerler. Camilerde dahi “Cüneyd Kürsüsü” var. Yani ârifler taifesinin seyyidi Cüneyd-i Bağdadî kürsüsü. Dergahlar açık, tarikatler serbest ama tasavvufî İslam'ı camilerde dahi koklamanız mümkün. İmamların çoğu ehl-i tarik kimseler. Son zamanlara kadar maaş dahi almıyorlardı. Cüneyd Kürsüsü'nden insanlara va'z ve nasihatte bulunuyorlar. Yakın zamanda devlet cüzî bir maaş bağladı onlara. Hakeza dergahlar açık ve üzerlerinde bir denetim yok. Şeyhler maaş almayı reddettikleri için onlara verilmiyor. Peki bu denetimsizlik aynı zamanda bir tehlike değil mi diye sorduğum bir yetkili bana, “Sahasının dışına çıkan yok ki. Gelenekte nasılsalar bugün da öyleler. Toplu siyaset ve ticaret ile ilgilenmiyorlar. Sadece insanların manevi soruları ile ilgileniyorlar. Biz bile onları ziyaret ettiğimizde huzur buluyoruz. Hep hayır duada bulunuyorlar” dedi.



Hasılı bazı dar ufukluların çok yaygın suçlama cümlesine telmihen “Fas'çılık yapıyor” demezseniz eğer bazı sorunlarımızı çözmek için

Mağrib

tecrübesi incelenebilir diyorum. Unutmayalım ki, “Hikmet mü'minin yitiğidir gördüğü yerde alır”. Yaptığımız budur vesselam.


#Mağrip Krallığı
#Buhari Kubbesi
#Maroc
#Afrika Birliği
7 yıl önce
Mağrip Krallığı’ndan
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’