|
1 Kasım: Şuur üzerine bir tercih
Yıllar önce, olana bitene daha az dertlenip daha çok güldüğüm zamanlarda, okulda, arkadaşlar arasında, 'ortamlarda', kendi kendime oynadığım küçük bir oyun vardı. Sohbet esnasında bazen Müslüman liderlerin, İslam düşünürlerinin, Osmanlı-Türk aydınlarının sözlerinden alıntı yapar ama sözün sahibinin adını Batılı bilindik bir entelektüelin ismiyle değiştirirdim. Mesela Hz. Ebubekir ise sözün sahibi, Plato söylemiş gibi, Fatih Sultan Mehmet ise Francis Bacon söylemiş gibi naklederdim. Söyleyenin ne kadar da haklı olduğu ile üzerine yapılan yorumları Batı dünyasının bizden nasıl da fersah fersah ötede olduğu eleştirileri izlerdi. Neden sonra, “Tamam da o sözün sahibi aslında bizden” diyerek sözün gerçek sahibinin ismini verdiğimde soğuk bir rüzgar eserdi. Bu tür çıkış ve eleştirilerim yüzünden, 'seküler' ve 'çağdaş' görünümlü olduğum için kabul gördüğüm çevrelerde kalıcı olmadım. Neyse, zaten kalıplaşmış önyargıların, keskin kendine oryantalizmin, katıksız bir şekilde kendinden ve geçmişinden utanmanın kayıtsız şartsız bir norm haline geldiği yerlerde kendimi tutamaz, “bu ne şuursuzluk” der ve gülerdim.

7 Haziran seçimleri sonrası HDP EŞ Başkanı Demirtaş'a “Birlikte iyi salladık” derken kameralara yakalanmasıyla hafızalara kazınan CHP'li Şafak Pavey'in bu hafta internette yayınladığı bir belgeselin başında Honoré de Balzac'ın sözü olarak verilen ‹Kötü bir işin en gizli şahidi, vicdanımızdır› cümlesi, Balzac'ın değil Hz. Ömer'in sözü çıkınca, belgeseli kaldırması ve söz konusu kısmı keserek yeniden yayınlaması bana o eski günleri hatırlattı. Yıllar geçse de 'Türk aydını'nın sorunlu alışkanlıkları değişmiyor, aksine garipsenecek bir özgüvenle perçinleniyor, sorun belirginleştikçe sahipleniliş şeklindeki körlük de aynı oranda artıyor.

Hadi Pavey'inki vermek istediği siyasi mesajı sabote edecek bir hataydı ve sözün sahibinin adını düzeltmek işe yaramazdı diyelim...

Ya CHP seçim kampanyası yürütücüsü gibi çalışmasıyla tanıdığımız Koray Çalışkan'ın bu hafta attığı tweet'e ne demeli: “Osmanlı Spor, Osmanlı Ocağı, Osmanlı Estetiği... Abdülhamit, Vahdettin zihniyetiniz batsın diyeceğim, ama sahi, rezil olup battı zaten Osmanlı.”

Veya Erdoğan'ın Almanya Şansölyesi Angela Merkel'i ağırladığı Yıldız Sarayı Mabeyn Köşkü'nde aslına uygun olarak restore edilen koltukların üzerinden yürütülen yalan yanlış bilgiler ve küçümseyen, alay eden imalarla dolu polemik sürecinde, Yavuz Baydar'ın internet sitesinde yazdığı ve sosyal medyada “Türk'üz biz. Fıtratımızda görgüsüzlük, israf ve lüks var,” başlığıyla paylaştığı yazıda da var olan, kendi geçmişinden, kendi kültüründen, kendi tarihinden utanma ondan farklı mı?

Ya da hepsinden daha ötesi, Koza-İpek grubu şirketlerine Fethullahçı Terör Örgütü'ne finans sağladığı, himmet paraları ve benzeri üzerinden çeşitli usulsüzlükler yapıldığı iddiasıyla sürdürülen soruşturma gerekçesiyle Kayyum atanması sonrası, o kanallardan birinde “Biliyorsunuz 1 Kasım'da Osmanlı saltanatı da yıkılmıştı, Türkiye Cumhuriyeti saltanatı da yıkılacak,” diyen Nazlı Ilıcak'a ne söylemeli?

Bu sözde entelektüellerin 'içlerindeki modernitenin' problematiğiyle ya da kendilerine dönük oryantalistliklerinin yapı sökümüyle uğraşmak, sosyologların, hatta psikologların işi, ben de bunun zırvalığından bahsetmeyeceğim. Zaten kendiyle barışık herkes neyin ne olduğunu biliyor. Ancak bugünkü seçimlerin neden bir varoluş meselesi olduğunu anlamak açısından, bu yorumlara ve paylaşımlara tekrar tekrar bakmak önem arz ediyor. Sizce de Gezi olayları sırasında Kadıköy'de bir cami duvarına “Zulüm 1453'te başladı” diye yazan zihniyetle aynı telden çalmıyor mu bu yorumlar? Bugün de izlediğimiz, aynı filmin devamı değil mi?

'Yeni Osmanlıcılık' çığlıklarıyla batı ve güneydeki dostlarıyla birlik olup karşı durdukları, 'Sarayın askeri', 'Sarayın ordusu' çarpıtmalarıyla PKK ile birlik olup savaş başlattıkları sadece bir parti ya da bir lider değil, aynı zamanda bir duruş, bir davranış, bir var oluş. Ve bu varoluşa karşı nasıl ve ne amaçla birlik olduklarını göstermiyor mu bu dile vuran ifadeler?

Çanakkale'de amansız bir mücadele verilirken, İstanbul işgal tehdidi ile karşı karşıyayken, Osmanlı yıkılır, toprakları parçalanırken de vardı böyle 'aydın' geçinen Batılı özentiler. Dönemin gazetelerinde “İngiliz mandası mı olalım yoksa Amerikan mandası mı” diye açık açık tartışıp bunu modern, açık görüşlü ve realist olmak şeklinde yutturmaya çalışırlardı. Halkı ayak takımı ve cahil sürüsü olmakla aşağılar, aynı bugün 'bidon kafalı' dedikleri, bir torba kömür karşılığında oy veren eğitimsiz insanlar gördükleri gibi, Kurtuluş Savaşı verenleri adam yerine koymazlardı.

O gün bugündür halka neyi sevip neyi sevmeyeceğini, ne olup ne olmayacağını, ne yiyip ne içeceğini, ne giyip ne söyleyeceğini dikte eden, ve bu sayede modern, çağdaş ve ilerici olabileceğini söyleyen entelektüel bozuntularının sayesinde geçmişimizle, coğrafyamızla, kültürümüzle ve kendimizle bağımız koptu. Özgüvensiz, taklitçi, arada kalmış bir toplum olduk. Cemil Meriç'in dediği gibi: “Ne Batı'yı tanıyoruz ne Doğu'yu. En az tanıdığımızsa kendimiziz. Biz Müslümanlığından, doğululuğundan, Türklüğünden utanan, tarihinden utanan, dilinden utanan şuursuz bir yığın haline geldik.” Son 10 yılda bu halimiz değişmeye başlamıştı, bir irade çıkıp bize özgüvenin ne olduğunu, ezilmeden birlikte yaşamanın, faşistleşmeden varlığımızı kabullenmenin mümkün olduğunu anımsatmıştı ki, yerlerinden doğruldular.

Bugün verdiğimiz oy, bu şuursuzluğun tamamı ya da devamı için de verdiğimiz kararı gösterecek. Şuursuzluğa dönüş ya da layık olduğumuz daha özgüvenli, daha ahlaklı ve daha şuurlu bir gelecek için de karar vereceğiz.

Modern, çağdaş ve aydın olmanın şartlarından olmazsa olmazı, geçmişinden utanmak, yeni nesil manda ve himaye şekillerini tartışmaksa, üstü kalsın, ben almayayım. Bana kalırsa siz de almayın.
#Yeni Osmanlıcılık
#hdp
#cemil meriç
8 yıl önce
1 Kasım: Şuur üzerine bir tercih
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi