|
Erdoğan’ın davası, yolu, sevdası

Pazar günkü Ak Parti kongresini izlerken düşündüklerimden biri, “Acaba Gezi öncesinde Gezici güruha geleceği gösteren bir ayna tutulsaydı ne yaparlardı?” sorusuydu. Tahminim, herhalde %99'u “Böylesi daha iyi” deyip kalkışmaya falan girişmezdi.



Üç yıl önce bugünlerde 'Türk baharı' kurgusuyla sokağa indirilen kalabalığa sufle olarak verilen sloganlardan biri de “Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak,” idi. Evet, ondan sonra hiçbir şey aynı olmadı. Ak Partililer içinde çok büyük bir çoğunluk dahi, Gezi'yi iç siyaset açısından bir taşma, ardından gelen ,'dershane' tartışmasını bir güç kavgası olarak nitelese de, 2013 yazının kodlarında yıllar sürecek bir bilek güreşinin başladığı aşikardı.



Gezicileri geçtim, arka plandaki küresel akıl bile, bugünkü tabloya baktıkça çokça pişmanlık duyuyor olabilir. Zira Erdoğan'ın karşısına sürdükleri herkes, bir fırtınanın dev dalgaları olacaklarını zannettiklerinin hepsi, bir kayaya çarpıp parçalanan köpükler olarak geride kaldı. Sezai Karakoç'un o müthiş şiirinde olduğu gibi, Erdoğan için bir kader çizmeye niyetlenenler kaderin üstünde bir kaderle karşılaşırken, 'gün batsa da geceyi onaran mimar', Erdoğan'a yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer hazırlıyordu.



Ama bu onları vazgeçirmeye yetmedi. Aslında Müslümanlar Hz. Osman'ın evinde öldürülmesinden beri 'fitne'ye yabancı değil ama kardeşin kardeşe düşürülme teşebbüsü alışılabilen bir travma da değil. İçeride çözülmesi gereken mesele araya 'pelikan'lar girince yürekleri yaktı; ama sağduyu galip geldi, bu da geçti.



Lakin sona geldiğimizi zannetmiyorum. Erdoğan'ın karşısına kendi yüzlerini göstererek ne zaman çıkacaklar, ya da çıkabilecekler mi bilmiyorum ama küresel aklın ondan önce öne sürecekleri başka taşlar olduğu aşikar. Bunlardan ilki Erdoğan'a karşı 'Erdoğan'. Abdullah bin Sebe adlı bir Yahudi, Hz. Ali'ye uluhiyet atfederek hem Gulat-ı Şia'nın doğmasına hem de etrafına topladığı fanatiklerde karşılık bularak İslam dininde mezhep kavgalarının başlamasına neden olmuştu. Böyle kişilerle hem İslam hem de dünya tarihi yüzyıllarca karşılaştı. Karizmatik liderlerin en büyük imtihanlarından biri de, yetenek, beceri ve başarılarının zayıf karakterli insanlarda efsun etkisi yapması, sevgiyi tapmaya, saygıyı putlaştırmaya dönüştürmesi. Bunun karşımızda bir tehdit olarak yaptığım benzetme şiddetinde olacağını elbette sanmam; zira küçük bir amigo grubu “Davamızsın. Yolumuzsun. Sevdamızsın” sloganları attırmayı denese de, büyük kalabalık dikkatli bir şekilde “Davan davamızdır. Yolun yolumuzdur. Sevdan sevdamızdır,” diyerek malum tehlikeye karşı uyanık olduğunu göstermekte.



Ama bu 'aşırı sevgi' gösterileri her zaman sapıtmadan ve zayıf karakterden değil, bazen de bozuk karakterden de kaynaklanabiliyor; tembelliği, beceriksizliği, çapsızlığı saklama, parsa toplamayı sağlama, hatta gizli ajandaları saklamak için kalkan olarak kullanma şeklinde de karşımıza çıkabiliyor. Son iki yılda dahi, yetersizliklerini ofislerine Erdoğan portresi asarak kapatmaya, fırsatçılıklarını “Reyis” sloganları atarak meşrulaştırmaya çalışan insanlar görmedik değil. Ama onların, kongre ve yeni kabinenin oluşumu sırasında tek odaklandıkları konu, “Kim nereye gitmiş, kim nereye gelmiş”ken, bu hafta da bir kez daha büyük resmi kaçırdıklarına şahit olduk.



Ankara'da hükümet yenilenirken İstanbul'da aynı günlerde kritik ve sembolik bir zirve düzenlendi. Birleşmiş Milletlerin 73 yıllık tarihinde ilk kez bir 'Dünya İnsani Zirvesi' yapıldı, ev sahibi Cumhurbaşkanı Erdoğan'dı. 'Yer yerinden oynuyor' zannedilen yeni hükümet, Erdoğan için gerçekten de zamanı olunca bakıp kurulmasına onay verdiği bir şeydi. Dünya bugün, BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon'un da söylediği üzere, 2. Dünya Savaşı'ndan beri gördüğümüz en korkunç insani krizle karşı karşıya, 125 milyondan fazla insan yardım ve korumaya muhtaç durumda. Buna rağmen Türkiye, sadece üç milyondan fazla Suriyeli ve Iraklı mülteciye kapılarını açmasıyla değil, cüssesine oranla (yani GSYİH ile karşılaştırıldığında) yaptığı yardımlarla da en cömert ülke konumunda. Kendisi gelişir ve büyümeye devam ederken aynı zamanda cömert ve iyi olunabileceğinin bir modeli, somut bir göstergesi olarak yeni Türkiye, tüm saldırılara rağmen durmuyor, sömürgeci ve adaletsiz dünya düzenine de meydan okuyor aynı zamanda.



Gelgelelim Angela Merkel hariç hiçbir G7 ülkesi lideri katılmadı bu zirveye. Erdoğan'ın “Dünya Beş'ten büyüktür” diyerek her fırsatta eleştirdiği, hatta dünyanın bugün içinde bulunduğu durumun sorumlusu olarak işaret ettiği BM Güvenlik Konseyi'nin beş daimi üyesinin liderleri de katılmadı. Neden katılmadılar sizce? Bu tür BM etkinliklerinde en önde fotoğraf vermeyi sevenler neden 'fotoğraf vermekten başka bir şeye yaramaz' deyip kaçmayı tercih ettiler dersiniz?



Bu uzun bir mücadele. Erdoğan, 'seni öldürmeyen şey güçlendirir' misali, her vurduklarında biraz daha büyüyor, “yansam da küllerimden doğan bir hisar vardır” diyor. Elbette “sondan bir önceki kabine”den bir günde devrim niteliğinde değişiklik beklemiyoruz. Ama adım adım, yorula yorula, kanaya kanaya yürütülen davada, bazılarının istediği üzere öyle çok da 'Batı'yla uzlaşma, pragmatizm ve pratiklik' değil, ama 'geri dönüşü mümkün olmayan hatalara yol açacak ve sonu yenilgiye gidecek agresiflikler' de değil, taşlar bir sonraki raunt için yuvalarına döndüğünde biraz daha mesafe kat etmiş olmalarını istiyoruz.


#Ak Parti kongresi
#Türk baharı
#2. Dünya Savaşı
8 yıl önce
Erdoğan’ın davası, yolu, sevdası
Yaşar Kemal ve vesayet
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?