|
Lübnan’dan Madaya’ya bir silah olarak açlık

Aslen Filistinli bir arkadaşımın Esad rejimine karşı duyduğu öfke yüzbinlerce Suriyelininkine eşdeğerdi. Bir iki yıl önce bir gün dayanamayıp ona bunun nedenini sorduğumda hala kulaklarımda yankılanan şu cümleleri söylemişti:



“Lübnan İç Savaşı'nı hatırlıyor musun? Ailem ve ben savaşın ilk yıllarında Lübnan'da mülteciydik. Herkes Falanjistlerin gerçekleştirdiği Sabra ve Şatila katliamını biliyor ve konuşuyor, değil mi? Ve emri veren İsraillileri... Kimse Tel el Zaatar'ı bilmiyor, kimse Cisr el-Beşa'yı konuşmuyor. Biz, o zaman Tel el Zaatar mülteci kampında kalıyorduk. Sanıyor musun ki, açlık ve susuzluğu bir silah olarak kullanan ilk Esad, Beşar'ın kendisiydi. Kampımızı aylarca kuşatma altında tutan İsrail değil, Hafız Esad idi. Arkadaşlarımızı açlıktan öldüren, yiyecek yaprak toplamaya, nehirden içecek su almaya giden kadınlarımızı vuranlar onun milisleriydi. Kamp düştüğünde binlerce Filistinli ölmüştü. Evet, babamı İsrail öldürdü, ama annemi öldüren Hafız Esad'dı.”



Tel el Zaatar, Lübnan İç Savaşı sırasında 50 binden fazla Filistinli mültecinin kaldığı bir kamptı. 1970'teki Kara Eylül yenilgisinin ardından Ürdün'den çekilen ve Lübnan'a gelen Filistinlilerin yerleştiği kamplardan biriydi. 70'li-80'li yıllarda İsrail'in sıkça saldırı düzenlediği ve 'Fatahland'-'Fetih toprakları' adıyla anılan Güney Lübnan'da yer alıyordu. Lübnan İç Savaşı'nın ilk yarısında Suriye Falanjistleri destekliyordu. Cisr el Beşa, Katib, Debaye bölgelerinin yanı sıra Tel el Zaatar da 1976'da yoğun çatışmalara sahne oluyordu. Bazı kaynaklar, uzun süren iç savaşın en zorlu çatışmalarının burada yaşandığını söylemekte.



Tel el Zaatar'daki Filistinli Mülteci Kampı aynı yıl Hafız Esad'ın desteklediği Sedr Gardiyanları ve Kaplan Milisleri adlı Lübnanlı nasyonalist gruplar tarafından kuşatma altına alınmıştı. Kamp üç ay kadar kuşatmadan kurtulamadı. Suriye rejimi tarafından burada yapılan barbarlık ve işlenen vahşeti anlatan birkaç kitapta, mültecilerin makineli silahlarla nasıl tarandığı, keskin nişancılar tarafından nasıl avlandığı, satır ve palalarla nasıl kesildiği, işkence edildiği, kadınların nasıl tecavüze uğradığı dehşet verici bir şekilde anlatılır. Karantina Katliamı olarak da anılan bu katliam, kendini o gün 'arabulucu' olarak tanıtan, bugünse 'anti-emperyalist' ve 'Filistin'in sadık dostu' olarak lanse edilen Baas rejimi tarafından gerçekleştirilmişti. FKÖ'yü kontrol edebilmenin yolunu zulüm ve işkencede arayan Suriye rejimi, Tel el Zaatar'ı düşürmek için silah gönderirken, çok tanıdık bir şekilde, amacının kampı korumak olduğunu iddia ediyordu. Kamptakiler, Hafız Esad'ın elleriyle açlığa, susuzluğa, ilaçsızlığa ve elektriksizliğe terk edilmişti.



Hafız Esad'ın oğlu Beşar Esad'ın Şam'ın 8-10 km ilerisindeki Yermük'teki Filistinli Mülteci Kampı'nı kuşatma altına aldığı ve binlerce Filistinli'nin açlıkla mücadele ediyor olduğu günlerde duyduğum yukarıdaki o cümleler hafızamdan asla silinmedi. Kayıtlı 110 binden fazla mültecinin yaşadığı Yermük'te bugün nüfusun 20 binin altına düştüğü söyleniyor. Çeşitli öldürme taktiklerinin yanı sıra, açlığı sıkça kullanmayı ihmal etmeyen Esad rejimi ise, Yermük'te yaptığını bugün başka yerlerde yapmaya devam ediyor.



Suriye'nin çeşitli bölgelerinde savaşın başından beri, rejime boyun eğmeyenleri açlığa mahkum etmek suretiyle terbiye etmeyi amaçlayan rejim ve Hizbullah milislerinin kuşatma altında tuttuğu yerlerden biri de Madaya. Şam'ın 20 km kadar ötesinde bulunan bu kasaba, Temmuz ayından beri bu vaziyette ve içeride açlık sonucu ölenlerin sayısı giderek artıyor. Uluslararası medyaya yeni yeni yansıyan Madaya'dan gelen korkunç görüntüler, kendine 'insan' diyeni utandıracak kadar korkunç. 'İnsan düşmanına bile bunu yapamaz,' dersiniz, oysa Esad rejimi bunu kendi halkına yapıyor. Birleşmiş Milletler'in tek yaptığıysa, rejimle konuşup içeriye gıda, içecek ve ilaç girmesine izin vermelerini rica etmek. Zira biliyorsunuz, Rusya ve İran Suriye'de rejimin davetiyle çoluk çocuk demeden sivil öldürüp öldürdüklerini 'terörist' ilan ederken, Batı bu konuda 'tarafsız' olmaya karar vermiş durumda.



Dünyayı yönetenlerin nasıl vicdansız olduğunu biliyoruz, ancak dün rejimin, askerlerin, milislerin de ötesinde sıradan insanın da nasıl gaddarlaşabildiğini görme şansına eriştik. Facebook ve Twitter'da 'Madaya kuşatmasıyla dayanışma' etiketiyle başlayan sosyal medya kampanyasında, yemeğin silah olarak kullanıldığı ve insanların açlıkla yavaş yavaş öldürüldüğü Madaya'yla dalga geçen yüzlerce kişi, iskelet fotoğrafları, yemek resimleri ya da karikatürler paylaşarak alay ediyor ve aslında alenen, işlenen insanlığa karşı suça iştirak ediyordu. Bir kısmı, buna Türkiye'deki Esad destekçileri de dahil, 'böyle bir şey yok' diyerek kuşatmayı yalanlarken, bir kısmı da rejime teslim olmadıkları için açlık içinde ölenlerin bunu hak ettiklerini söyleyebiliyordu.



Mezhep fitnesinin kardeşi kardeşe düşürmek için çıkarıldığı sıkça dile getiriliyor, ki bu kesinlikle doğru. Ancak bölgedeki güç mücadelesiyle doğrudan hiçbir ilgisi olmayan sokaktaki insanın böylesi vicdansızlaşabilmesi de bizi üzerinde düşündürmesi gereken bir konu olmalı. Aklımızı kullanarak düşünüp Allah'ın varlığına inanıp iman etmemizi emreden bir dinin mensuplarının sınav günü verecekleri cevap 'Beni manipüle ettiler. Beni kandırdılar. Beni mezhep fitnesinin içine çektiler' mi olacak? Peki onlara hiç mi 'Akledemediniz mi?' denmeyecek? Hiç mi bu vicdansızlığın, bu gaddarlığın hesabı sorulmayacak?




#Esad rejimi
#lübnan
#madaya
#Hafız Esad
#Mülteci Kampı
8 yıl önce
Lübnan’dan Madaya’ya bir silah olarak açlık
Dünyanın gailesinden geçip Ramazan’a kavuşmak
Hocam Sayısal Loto’nun rakamlarını da görecek miyiz?
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!