|
Müstemleke isen makbul, bağımsızsan tehditsin

Birkaç yıl öncesine kadar, dünya gündemini İran'ın dünya barışı için nasıl bir tehdit olduğu oluşturuyordu. NY Times ve Washington Post gibi gazetelerin başını çektiği uluslararası medyada gün geçmiyordu ki, İran'ın nükleer silah geliştirdiğine dair yeni haber çıkmasın, dönemin Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad şeytanlaştırılmasın, İran'ın Orta Doğu'yu nasıl kaosa sürüklediği ve İsrail'in güvenliğini tehdit ettiği yazılmasın...



İran uluslararası medya aracılığıyla, doğru-yanlış ayırt etmeden alabildiğine şeytanlaştırılırken, ülkeye yönelik ekonomik yaptırımlar da içeride başka bir kaosa neden oluyordu. Şehir esnafından kırsalda kahve işletene, halı satıcısından üniversite öğrencisine herkes, ülkeye uygulanan ekonomik yaptırımların ağırlığını hissediyordu. Dışarıdan mal ithal edemeyen şirketler, yurt dışında okuyan çocuklarına para gönderemeyen aileler... Yaptırımların İran Merkez Bankası'nı ağır biçimde vurması sonucu düşen kurdan etkilenen çoluk-çocuk, genç-yaşlı herkes ekonomik yaptırımlardan zarar görüyordu.



ABD yönetimi, sert ekonomik yaptırımların eninde sonunda halkın direncini kıracağını, yönetime güvenini zedeleyeceğini, meşruiyetini sorgulatacağını biliyor ve söylüyordu. Yani yaptırımlar sadece İran yönetiminin değil, İran halkının da başına dayanmış bir silahtı.



İran Riyali'nin ABD Doları karşısında aşırı değer kaybetmesiyle artan ekonomik baskı sonucu Tahran'da yer yer protestolar gerçekleşirken, Washington Post'ta yayınlanan bir haberin başına gelenler bu açıdan oldukça ilginçti. 2012 Ocak tarihli haberin başlığı şuydu: “ABDli yetkili: İran yaptırımlarının amacı rejimin çökmesi.” Adı verilmeyen Amerikalı bir istihbarat yetkilisine dayandırılan haber, Beyaz Saray tarafından hızlıca yalanlandı. Zira, başlık fena halde İran'da ABD'nin parmağının olduğu bir rejim değişikliğini ima ediyordu. Başlık üst üste üç kez değişti ve sonunda WP, “ABDli yetkili: İran yaptırımlarının amaçlarından biri halk öfkesi”nde karar kıldı. Haberin içeriğinde, Washington'ın İran'da rejim değiştirmeye çalıştığını ima eden tüm cümleler çıkarıldı, ancak şu cümle bırakıldı: “Uygulanan yaptırımlar rejimin önceliklerini finanse etme yeteneğini baskılayacağı gibi, bir diğer opsiyon da sokak seviyesinde nefret ve hoşnutsuzluk oluşturmaktır; bu sayede İranlı liderler yöntem değiştirmek zorunda olduklarını anlayacak.”



Nitekim 2013 Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle İran'da rejim değiştiğini gördük. Bu değişikliğin son parçası da Uzmanlar Meclisi seçimlerinde Rafsancani ve Ruhani listelerinin yani reformistlerin ezici galibiyetiydi. Kafasına ekonomik yaptırım silahı dayanan halk mı sandıkta gelenekçilerden vazgeçip reformistlere oy veriyor, yoksa İran'ın 'Velayeti Fakih' makamı mı bunun en doğru yol olduğuna karar veriyor bilemeyeceğiz. Zira, iç içe geçmiş konseyler ve kanunlardan oluşan karmaşık İran siyasal sisteminde aslında esas otorite Dini Lider; özetle yasama da yürütme de yargı da Ayetullah demek.



Konuya dönersek, birkaç yıl öncesine kadar 'İslami terör'ün merkezi, küresel tehditlerin anası, dünyadaki kötülüğün merkezi gibi satılan İran'ın, 2013'le beraber tüm dünyaya neredeyse Orta Doğu'nun yeni demokratları gibi pazarlandığını fark etmemek mümkün değildi. Derken ABD liderliğindeki P5+1 ülkeleri ve İran arasında nükleer anlaşması imzalandı, ardından yaptırımlar kalkmaya başladı.



İran sözüm ona reformistleştirilirken aslında ehlileştirilip küresel sisteme dahil ediliyordu. ABD'nin gücünü tanıması ve boyun eğmesi sayesinde dünyanın gözünde de makul ve makbul hale getiriliyordu. Lakin ABD para birimi dolara dayalı küresel para sistemine kafa tutan, İran yaptırımların altında ezilirken sistemi bypass etme yoluna gidenler affedilmiyordu. Hayır hayır, İran Kudüs Ordusu lideri gibi eli kanlı isimlerden bahsetmiyorum, onlar hala yerlerinde ve nüfuzlarını ABD'nin açtığı alanla giderek artırarak bölgeyi kana bulamaya devam ediyor. Ama yaptırımlar yüzünden sattığı petrolün parasını küresel bankacılık sistemi üzerinden alamayan İran'ın bu gelirleri toplamasını sağlamak üzere kurduğu sistem tasfiye edilmekle kalmayıp cezalandırılıyor. Örneğin bu sistemin kilit ismi Babek Zercani İran'da idama mahkum edildi. Bu hafta Reza Zarrab'ın ABD'de tutuklanması da bununla ilgili. Zarrab'ın tutuklanmasına neden olan 'kara para transferi' gibi iddialar, aslında ABD'nin parasal gücüne başkaldırmanın ve meydan okumanın farklı söyleniş biçimi. 'Kara para' dedikleri şey, İran'ın topraklarında meşru biçimde çıkarıp sattığı petrol gelirlerinden öte değil aslında. Paralelleri bayram etmişçesine sevindiren de bunun Türkiye'ye, Halkbank'a, 17-25 Aralık'a falan uzanacak olması. Nitekim Halkbank'ın yaptığı, yani İran'ın petrol gelirleri için TL hesapları açması, toplanan bakiyeyi altına çevirerek veya TL cinsinden Dubai'ye ve ilgili şirketlere transfer etmesi, BM yaptırım kararlarına aykırı değildi ama ABD'nin tek taraflı yaptırımlarına, menfaatlerine tersti. Halkbank kimdi ki ABD'nin uluslararası parasal güç dengesindeki hegemonyasına başkaldırabilirdi? Kendi ülkesinin çıkarlarını ABD'nin çıkarlarının üstünde tutabilirdi?



Yolsuzluk, ayakkabı kutuları, yüz binlerce dolarlık saatler, şunlar bunlar... ABD İran'da yaptığı gibi bir rejim değişikliğini Türkiye'de de yapmaya çalışıyor olmasaydı, bugünlerde açıkça uluslararası medyada yazıldığı gibi 'darbe çağrıları' yapmasaydı, medyayı kullanarak Erdoğan'ı 'yeni Ahmedinejad' haline getirip Gezi gibi eylemlerle 'sokak seviyesinde nefret ve hoşnutsuzluk' oluşturmayı amaçlamasaydı, bunları konuşabilirdik. Ama bize “sömürge ülkesi gibi olursanız makul ve makbulsünüz, bağımsız olmaya kalkarsanız bizim için tehditsiniz” denilirken ötesinin önemi yitip gidiyor.


#Müstemleke
#Velayeti Fakih
#yeni Ahmedinejad
#Gezi olayları
#Orta Doğu
8 yıl önce
Müstemleke isen makbul, bağımsızsan tehditsin
Şu dağlar kömürdendir…
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim