|
Düşman bize niçin saldırdı?

Nuri Pakdil’in doğru adlandırmasıyla “Birinci Emperyalist Bölüşüm Savaşı”nın yüzüncü yılları içindeyiz. Yüzyıl önce geçen sene Kasım ayında (5 Kasım 1914) İngiltere ve Fransa bize savaş ilan etti. 2018’e kadar her ay bir şehrimizin yakılışını, yıkılışını, işgalini hatırlayacağız hafızamız kaldıysa!

1916’da Erzurum dahil Doğu Anadolu, 1917’de Bağdat ve Basra dahil bütün Irak, yine aynı yıl Beyrut, Halep, Şam ve Kudüs-ü Şerif işgale uğrayacak! İngiliz generali Allenby, Sultan Selahaddin Eyyubî’nun kabrini tekmeleyip “İşte Haçlı Savaşları şimdi sona erdi!” diyecek!

1918’de Medine-i Münevvere ve İstanbul işgal edildiğinde ise Resullullah’tan beri görülmemiş ölçekte, İslam dünyası adeta tümüyle Hıristiyan güçlerin işgali altına girmiş olacak! Kışlalarımıza, limanlarımıza, posta teşkilatımıza el konulup ordumuz yok edilecek!

1919’da İzmir’den başlayarak Manisa, Afyon, Eskişehir, Kütahya, Bursa işgal edilecek. Osman ve Orhan Gazi’nin türbesi Yunanlılarca hakarete uğrayıp yakılıp yok edilecek!

Düşman, Osmanlı devlet adamlarını paşasından valisine, kadısından şair yazarına kadar toplayıp Malta’da hapsedecek. Onların yerine yalılardan bankalara, gazetelerden şirketlere ne varsa işgalin gönüllü destekçilerine ve işbirlikçilerine teslim edecek. Düşmandan yana yayın yapan gazetelerimiz olacak ki adına Mondros Mütarekesi’ne göndermeyle adına “mütareke basını” diyoruz, bugün de devam ediyor bu gazeteler!

Aradan yüz sene geçmesine rağmen İslam dünyası bu büyük saldırının adeta ruhumuzda açtığı korkunç yaraların acısını hâlâ derinden yaşıyor. O kadar ki tamamen parçalanmış ve ortadan kaldırılmış 600 yıllık bir devletin kurucuları olarak biz Türkler, düşmanın bize sanki hiç saldırmadığını; bizim kendi kendimize savaşa girip devletimizi yok ettiğimizi zannediyor, hatta iddia ediyoruz!

Çanakkale Deniz Zaferi konuşulurken bile gazetelerde, ekranlarda “Savaşa nasıl girdik!?” veya “Enver Paşa bizi nasıl savaşa soktu?” türünden akıllara ziyan başlıklar görüyoruz. İşte bu söylem bile uğradığımız saldırının ne kadar ağır, derin ve sürekli olduğunun bir göstergesidir.

Düşmanlarımız bize saldırmak için o kadar hazırlıklıydılar ki o güne kadar dünyada görülmüş en büyük donanmayla Çanakkale önünde bitiverdiler adeta. İngiltere’nin sömürgesi olan ve İstanbul’a göre dünyanın öbür ucunda bulunan Avusturalya kıtasından köleleri toplayıp gemilere doldurarak (yolda ölenleri de okyanusta köpek balıklarına atarak) bize karşı savaştırmaya nasıl getirdiler yoksa? Hindistan’dan, Filipinler’den, Senagal’den onca köleyi nasıl taşıdılar Çanakkale önlerine? Kuzey Avrupa’dan itibaren Akdeniz ve Egeyi aşıp Çanakkale üzerinden İstanbul’a, aynı anda Sarıkamış üzerinden Erzurum’a, Süveyş Kanalı’na, Yemen’e, Kudüs’e, Bağdat’a, Şam’a nasıl saldırdılar?

Düşman bize, biz Müslümanlara görülmemiş bir şiddet ve nefretle saldırdı. Milyonlarca Müslüman’ı öldürdü, şehirlerimizi yaktı, yıktı ve yağmaladı. Haçlı Savaşları sırasında da mezarlarımızı açıp kefen bezlerini çalmışlardı, bu sefer de aynısını yaptılar. Camilerin halısını, çinisini çalıp götürdüler, ahşap kapısını, minberini yaktılar! Mezarlarımızdan, türbelerimizden taşları ve sandukaları ya DAİŞ elemanı kılığındaki Batılı ajanlar gibi kırıp parçaladı ya da alıp götürüp sakladılar. Kütüphanelerimizi yağmaladılar, o kadar ki Paris’teki Türkçe el yazma eserlerimizin sayısı İstanbul’dakileri geçti!

Düşman bize saldırdı çünkü petrol ve gaz Türk ve Arap ülkelerinde bulunuyordu.

Çünkü Avrupa’nın Çin ve Hindistan’a gidiş yolu bizim sularımızdan; Akdeniz’den ve Kızıldeniz’den geçiyordu. Bunun için dünya Müslümanlarının ortak ve büyük devleti Devlet-i Âliye’nin yok edilmesi, İslam yurdunun küçük ve zayıf parçalara bölünmesi gerekiyordu. Özellikle Arap yarımadasının etrafını öylesine çok sayıda minnacık ve güçsüz kalmaya mahkûm devletçiklerle doldurmuşlardır ki Suudi Arabistan’ın açık denizlere çıkışı yoktur bugün, açıp haritaya bakın!

Açıp haritada Osmanlı sınırları içindeki parçacıklara bakın ve bu parçalar üzerinde tam yüz yıldır akan kanı, dökülen gözyaşını, yaşanan işgalleri ve çıkarılan iç çatışmaları gözünüzün önüne getirin! Büyük Emperyalist Bölüşüm Savaşı’nın sürmekte olduğunu göreceksiniz!

Hatta İkinci Dünya Savaşı’nın bile “birincisinin” devam edebilmesi için yapıldığını söyleyebiliriz. Birinci savaşta elde ettikleri sonuçlar ve meydana getirdikleri parçalanmışlık tablosunun değişmemesi için bugün de büyük bir örtülü saldırı içendedirler.

Mısır’da demokratik değişimi bu sebeple engellediler, Suriye-Türkiye barışını bu yüzden torpillediler. Ermeni halkını bu yüzden bize karşı kışkırtıp duruyorlar, Kürtlerden kandırıp ırkçı veya terörist yapabildiklerinin yine “terörist kalması için” bu sebeple türlü hainliklerle çözüm ve barış sürecini durdurmak istiyorlar.

Dünyanın en zengin dört petrol ülkesinden üçüne komşuyuz. Arabistan, Irak, İran ve Azerbaycan! Peki siz hiç Türkiye’de İran’a veya Irak’a ait bir petrol firması demeyeceğim; bir benzin istasyonu olsun görüyor musunuz? Irak sınırında, İran’ın dibinde bile gidip BP veya Shell’den almıyor muyuz benzini?

İşte düşman bize bunun için saldırdı! Bu tablo değişmesin diye de saldırmayı gizli açık sürdürüyor.

Irkçılık, mezhepçilik, bölgecilik, akıl ve bilim düşmanlığını “İslam” zannetmek gibi afetlere gelince, şüphesiz özenle uzak durmamız gereken tutumlardır. Fakat bunlar sadece düşman saldırısının başarısını kolaylaştırıcı yan faktörlerdir. Düşmanı adeta aklayıp tüm dikkati yan faktörlere çekmek isteyenlerin gülünç durumu için Nasreddin Hoca, “Hırsızın hiç mi kabahati yok!?” demiştir.

#şaban abak yazıları
#şaban abak
#şaban abak yeni şafak
9 yıl önce
Düşman bize niçin saldırdı?
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler