|

Asıl burjuva TÜSİAD mı Anadolu sermayesi mi?

Anadolu Sermayesi'nin, Türkiye'nin daha demokratik, çoğulcu ve özgür bir ülke olması yolunda etkin bir aktör olabilmesi için, bu “algı bozulması”ndan arınması zorunludur. Anadolu Sermayesi, bu coğrafyanın tarihinde burjuva kimliğini gerçek anlamda taşıma meşruiyetine sahip ilk “kendiliğinden şekillenen toplumsal oluşum”dur

Enver Alper Güvel
00:00 - 9/04/2011 Cumartesi
Güncelleme: 23:26 - 8/04/2011 Cuma
Yeni Şafak
Asıl burjuva TÜSİAD mı Anadolu sermayesi mi?
Asıl burjuva TÜSİAD mı Anadolu sermayesi mi?

Tarihsel süreç içerisinde teknolojinin ve ekonomik zenginleşme yollarının farklılaşmasına bağlı olarak şekillenen yeni toplumsal oluşumların, statü gruplarının ya da sosyal sınıfların, bütün yönleriyle hayatın etkin bir aktörü olabilme sürecinde temel referanslarını belirleyebilmek için kendi tarihsel, ekonomik, politik ve toplumsal konumlarını doğru bir şekilde anlamlandırabilecek nitelikte temsil gücü yüksek bir kimlik oluşturabilmesi zorunludur. Kendi kimliğini doğru kurgulamayan herhangi bir toplumsal oluşumun sağlam bir politik ve ekonomik görüş geliştirebilme becerisi de kaçınılmaz olarak yetersiz kalacaktır.

Ne yazık ki böyle temsil gücü yüksek, politiko-ekonomik çağrışımları belirgin, köşeli, tutarlı, renkli bir kimlik oluşturamama problemi, en net biçimde, İttihat ve Terakki'den itibaren “oligarşik bürokrasi” eliyle imal edilmeye çalışılan Ulusal Burjuvazi'yi temsil etme iddiasındaki sivil toplum kuruluşlarında gözlenmektedir. Geçmişten ve gelenekselden gelen alışkanlıkların tesiri altında kalan bu “eğreti sermayedarlar tabakası”nın üyeleri, nedense boğazlarına kadar gömüldükleri çağdaş ekonomik, politik ve sosyal yapıyı, bir diğer ifadeyle fiilen yaşadıkları hayatı kavramsallaştırma noktasında büyük çekinceler, korkular yaşamaktadır. Adeta bilinçli bir seçimle kendi var oluşunun tarihsel, politik, ekonomik ve sosyal temellerini kavramsallaştırmaktan ve açıklamaktan kaçmaktadır. Devekuşu gibi kafasını toprağa gömmek dışında bir anlam ifade etmeyen bu kavramsallaştırma korkusu nedeniyle kavram dünyaları fiili hayatlarını temsil edememektedir. Bir tür zihinsel engellilik anlamına gelen bu durum, fiilen içinde yaşanan dünya ile ilişkilerin anlamlı ve tutarlı bir çerçevede kurulmasını da büyük ölçüde sınırlandırmaktadır. Bu nedenle diğer toplumsal aktörlerle, özellikle de iktidar sahipleriyle ilişkiler de çoğunlukla yanlış bir zeminde yürütülmektedir.

MUĞLAK VE KİRLİ YORUMUN ETKİSİ

“Piyasa”dan çok “devlet”e, “kâr”dan çok “rant”a yakın durmaya çabalayan bu mevhum Ulusal Burjuvazi'nin, bu 'eğreti sermayedarlar tabakası'nın “sermaye”nin toplumsal kimliğinin, çağdaş toplumu dönüştürücü ve değiştirici işlevinin farkına varabilmesini, “eğretilikten” kurtulup gerçek bir “sermaye sınıfı”nı, bürokrasi ve siyasetçilerle dayanışma arayışındaki “ulusal burjuvazi”yi değil, iktidardan özgürleşme arayışındaki “asıl burjuvazi”yi hakkıyla temsil edebilme gücüne sahip kavramlar oluşturma becerisini sınırlandıran temel nedenlerden biri de, sırtını dayamaya çalıştığı oligarşik bürokrasinin ve ulusal politikacıların bilerek ya da bilmeden beslendiği düşünsel geleneklerin büyük ölçüde Marksist-Leninist öğretinin muğlak bir yorumuyla kirletilmiş olmasıdır. Bu “muğlak ve kirli yorum”un etkisi altında kalan “eğreti sermayedarlar tabakası”, paradoksal bir yaklaşımla varoluşunu temellendiren sermayeye, özel mülkiyete, zenginleşmeye, girişimciliğe, bireyselliğe, sivil hak ve özgürlüklere, serbest piyasa ekonomisine ve rekabete mesafeli durabilmekte; bu değerleri temsil eden kavramları kendi çıkarına ve tekelci - oligopolist gücüne yönelik bir tehdit gibi algılayabilmektedir. Bu noktada en çok tepki gören, en çok haksızlığa maruz kalan kavramlar “farklılık, çoğulculuk ve özgürlük”tür. Nedense “eğreti sermayedarlar tabakası”, bilinçaltının derinliklerine kök salan bir “algı yanılması”yla çoğulculuk ve özgürlük taleplerinden son derece tedirgin olmakta, bu tür talepler karşısında oxymoron tutumlar sergileyebilmektedir. Neredeyse aynı cümle içinde zıt fikirleri soğukkanlılıkla savunabilmekte; samimiyet sınavlarından istikrarla çakmakta; sermayenin ve “kâr”ın temel dayanağı olan sivil hak ve özgürlükler'i savunmada şahsiyetli bir duruş sergilemekten itina ile kaçınmakta; oligarşik ulusal bürokrasinin hamiliğini kaybetme ihtimalinden ölesiye çekinmektedir. Bu sorunlu tutumun en son örneği, TÜSİAD'ın tanınmış hukukçulara ve sosyologlara hazırlatarak şatafatla kamuoyuna sunduğu Anayasa Taslağı önerisinden, gösterilen tepkiler üzerine hızla çarkedivermesidir.

BURJUVA ROLÜNÜN GERÇEK SAHİBİ KİM?

Bu istikrarsız ve çekingen tutum karşısında, MÜSİAD eski başkanlarından Erol Yarar'ın birkaç ay önce gündeme getirdiği “Asıl burjuva, kim?” sorusunu yeniden tartışmaya açmak anlamlı görünmektedir. Zira, ortadaki temel sorun, statü simgelerine takılıp kalmış ve bağımsız bir sosyal sınıf bilincine ulaşamamış, hami ve kurtarıcı arayışından arınamamış bu “eğreti sermayedarlar tabakası”nın “sermaye ve burjuvazi” adına görüş beyan ediyor gibi takdim edilmesidir. Kanaatimce, TÜSİAD, sivil hak ve özgürlükler konusundaki bu sorunlu tutumuyla, en azından kamuoyuna duyurduğu görüşlere sahip çıkma noktasında sergilediği tutuklukla, sermaye ve burjuvazi adına, birey adına görüş beyan etme meşruiyetini büyük ölçüde kaybetmiştir.

Burjuva rolü, gerçek sahibini beklemektedir. Bu noktada, kavram çerçevesinin fiili duruma uygun hale getirilmesi ve anlamlı projeksiyonlar geliştirilmesi için gereken netliğe kavuşabilmesi için MÜSİAD başkanı Ömer Cihad Vardar'ın Erol Yarar'a tepki olarak sarfettiği “Bizim, burjuva, burjuvazi ve aristokrasi gibi ithal kelimelerle işimiz yok!” ifadesini gözden geçirmekte büyük yarar vardır.

Ömer Cihad Vardar'ın beyanında üzerine bastırarak vurguladığı husus, bu kavramların “ithal” edilmiş olmasıdır. Bendenizin, gösterilen bu tepkinin niteliğini en az anladığım nokta da bu reddiyenin rasyonelinin, aşırı bir basitleştirmeyle “burjuva” kavramının “ithal” olmasına dayandırılmasıdır. Anlamıyorum çünkü, büyük bir dava adamı edasıyla teorik ölçekte “ithal kavramlara karşı çıkan” insanların ve bunu alkışlayanların, güncel hayatlarının her alanında, en çok “ithal” olana itibar ettiklerini görüyorum. Şöyle kabataslak bakıldığında gündelik ve iş hayatında kullanılan birçok kavram, ürün, teknolojinin büyük kısmı ithaldir. Durum böyleyken, asırlardır bütün bu teknolojik, sosyal, ekonomik, hukuksal ve politik ilerlemelerin odağında yer alan “burjuva, burjuvazi” gibi ithal kavramlarla işimiz yok diyeceksin. Daha da ötesi “asıl burjuva” nitelemesini bir tür “hakaret” gibi algılayacaksın…

ALGI BOZULMASINDAN ACİLEN KURTULMAK GEREKİYOR

Büyük ölçüde Marksist öğretiyle kirletilmiş derme çatma ideolojik yaklaşımlarının gölgesini taşıyan bu anlaşılmaz tepkinin, Anadolu”da filizlenen, kök salmaya ve ulu ağaçlar olmaya başlayan bağımsız bir sermaye sınıfının kendini anlamlandırma ve açıklama gücünü iğdiş etmekten başka bir işe yaramayacağını artık görmek gerekir. Burjuva kimliğini, Marksist –Leninist öğretiye kök salan “totaliter” bir jargona dayanarak ya da sadece bir şeylere muhalif olmak için reddetmek, Anadolu Sermayesi'nin kendi bindiği dalı kesmesiyle eşdeğerdir.

Anadolu Sermayesi'nin, Türkiye'nin daha demokratik, çoğulcu ve özgür bir ülke olması yolunda etkin bir aktör olabilmesi için, bu “algı bozulması”ndan acilen arınması zorunludur. Zira, Anadolu Sermayesi, bu coğrafyanın tarihinde burjuva kimliğini gerçek anlamda taşıma meşruiyetine sahip ilk “kendiliğinden şekillenen toplumsal oluşum”dur. Bu sermayenin oluşum ve gelişim sürecinde oligarşik bürokrasinin ve devlet desteğinin neredeyse hiçbir doğrudan katkısı, hiçbir yapaylık, hiçbir eğretilik yoktur. Dişten artırma vardır, emek vardır, risk vardır, rekabet arzusu vardır, cesaret vardır… Bunlar, adını doğru koymak gerekirse “asıl burjuvazi”nin erdemleridir.

Bu anlamda burjuvazi, şu ya da bu coğrafyaya ya da kültüre ait bir kavram değildir; teknik bir kavramdır. Modern anlamda ilk olarak İngiltere'de ortaya çıkması onu sadece İngiltere'ye özgü bir olgu yapmaz. Herhangi bir toplumun omurgası olan orta sınıfın, “vasat”ın ve “itidalin” ta kendisidir. Her tür politik iktidardan bağımsız olarak, insanlık tarihinin bugününe yön veren ve geleceğe de yön verecek olan temel aktördür… Burjuvalaşmak, her şeyden önce egemenlere karşı sivil hak ve özgürlükler safında olmak; politik iktidardan bağımsızlaşmak demektir. Bu açıdan, burjuvazinin misyonunun ve vizyonunun Anadolu Sermayesi'nin örgütlü gücü olan MÜSİAD, TÜMSİAD ve ASKON gibi sivil toplum örgütlerinin misyonuyla ve vizyonuyla büyük ölçüde örtüştüğünden söz edilebilecektir.

Bu çerçevede, Anadolu Sermayesi'nin geleceğin dünyasında özne olabilmesi ve topluma yön verebilmesi için sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel ve sosyo-politik konumunu en iyi temsil eden ve piyasa ekonomisinin baş aktörü olan “burjuva” kimliğini açık yüreklilikle benimseme yönünde zihinsel bir dönüşüm geçirmesi büyük önem taşımaktadır. Bu kimliğin örselenmesi, bir “hakaret” gibi algılanması, reddedilmesi ise sadece devletten geçinmeyi ve “rant” peşinde koşmayı adet edinmiş “eğreti sermayedar tabakası”nın ve “devlet elitleri”nin işine yarayacak; egemenler karşısında hak arama mekanizmalarının şekillenmesini ve gelişmesini aksatacak; daha da kötüsü TÜSİAD'ın Anayasa Taslağı önerisinde yaptığı gibi bir adım ileri, iki adım geri gidilmesi, sivil hak ve özgürlüklerin yaygınlaştırılması yönündeki çabaların hafife alınmasına yol açacaktır.

* Prof. Dr.; Çukurova Üniversitesi Öğretim Üyesi
13 yıl önce