|

Bir alimin hayatından notlar

Ahmet Muhtar Büyükçınar’ın Hayatım İbret Aynası’nı okurken hissettiğim heyecanların, hayretlerin ve hayranlıkların lezzetini ve yoğunluğunu unutamamışımdır. O dört cildi bana emanet veren arkadaşa kitabı iade etmekte epeyce gecikmiştim. Çünkü çevremdeki pek çok kimseye o kitabı vermekten, okumalarını hararetle tavsiye etmekten kendimi alamamıştım.

04:00 - 15/05/2019 Çarşamba
Güncelleme: 13:00 - 14/05/2019 Salı
Yeni Şafak
​Ahmet Muhtar Büyükçınar
​Ahmet Muhtar Büyükçınar
İBRAHİM DEMİRCİ

Ahmet Muhtar Büyükçınar (1920-2013), Gaziantep’te doğmuş, Müslüman olmanın anlamını ve gereklerini çocuk yaşlarında idrak etmiş ve bu yolda olağanüstü emek harcamış müstesna bir âlim, mütevazı olduğu kadar gayretli bir kahraman. Bu büyük kahraman, çok renkli ve zengin macerasını doksanlı yıllarda kaleme almış ve Hayatım İbret Aynası adıyla dört cilt hâlinde kitaplaştırmıştı. Eserin ilk iki cildi M. Ertuğrul Düzdağ, son iki cildi de Necmettin Türinay tarafından düzenlenmiş ve Marifet Yayınları tarafından okuyucuya sunulmuştu (1996-1997).

Hayatım İbret Aynası’nı okurken hissettiğim heyecanların, hayretlerin ve hayranlıkların lezzetini ve yoğunluğunu unutamamışımdır. O dört cildi bana emanet veren arkadaşa kitabı iade etmekte epeyce gecikmiştim. Çünkü çevremdeki pek çok kimseye o kitabı vermekten, okumalarını hararetle tavsiye etmekten kendimi alamamıştım.

Hayatım İbret Aynası, daha sonra Cihan Okuyucu tarafından biraz kısaltılarak çeşitli yayınevlerince iki cilt ve tek cilt hâlinde birkaç kez daha basıldı. Kaynak Yayınları tarafından Şubat 2012’de tek cilt hâlinde basılan kitabın “Yeni Baskı İçin Sunuş”unda “-yayınevinin de talebi ve yazarın uygun bulması üzerine- eserin ruhuna dokunulmaksızın bazı tekrarlar çıkarıldı; bu suretle iki cilt hâlinde daha derli toplu bir metin elde edildi.” (s. 26) denmektedir. 855 sayfalık kitap, tek cilt olduğuna göre, sözü edilen “iki cilt” bir sehiv yahut unutkanlık eseri olmalıdır.


İKİ BASKININ KARŞILAŞTIRILMASI

Ensar Neşriyat tarafından 2018’de yeniden yayımlanan Hayatım İbret Aynası’nı da Cihan Okuyucu hazırlamış. 904 sayfalık eserin boyutları daha büyük, yazı karakteri daha küçük. İki baskı karşılaştırıldığında, “eserin ruhuna dokunulmaksızın bazı tekrarlar çıkarıldı” ifadesinin pek de doğru olmadığı anlaşılıyor. Kitaptan hiç de “tekrar” niteliği taşımayan bazı pasajların belki ahlaki kaygılarla dışarıda bırakıldığı görülüyor. Dolayısıyla iki baskının karşılaştırılması, psikolojik ve belki ideolojik duyarlık, tutum ve yaklaşımların değerlendirilmesi açısından ilginç ve yararlı olabilir.

Ensar Neşriyat’ın yayımladığı Hayatım İbret Aynası’nın ilk baskısında maalesef birtakım özensizlikler var. Ahmet Muhtar Büyükçınar’ın Ağustos 1996’da Yalova Esenköy’de kaleme aldığı “Önsöz”ün ilk bölümü, M. Ertuğrul Düzdağ’ın kaleme aldığı “Yazar ve Eseri” başlıklı bölümün “Eserleri” kısmının altına yanlışlıkla yerleştirilmiş. Eserin Nisan 2019’da yapılan 2. baskısında bu yanlışın düzeltildiğini öğrendim. Fakat “önsöz”ün başına konan ve önceki baskılarda bulunmayan “Besmele, hamdele, salvele” metninde îmlâ hatası bulunması hiç hoş olmamış.

Metnin dizgi yoluyla değil de “tarama” yoluyla sayfalara yerleştirilmiş olmasının doğurduğu ârızalar hayli can sıkıcı ve üzücü. İmlâ tutarsızlıkları da hoş değil. Aynı sayfada “Kur’ân-i Kerim” ve “Kuran” yazılabilmiş. Hararetle tavsiye ettiğimiz kitapların daha özenli, daha az kusurlu olmasını isteriz.

SAHUR TOPU PATLAMADAN EVVEL

Hayatım İbret Aynası’ndan “Unutulmaz Bir Ramazan Gecesi” bölümünü, yazım ve dizim yanlışlarını düzelterek sunuyorum:

“Bir gece ninem uyanmış, beyaz karın üzerine düşen ayın ışığından ortalığın aydınlandığını ve vaktin geçtiğini sanmış, yatakta omuzumdan sallayarak: “Kalk kalk yavrum, geç kalmışız. Acele sahur yemeğini ye de hemen camiye git, mukabeleye ulaş” diye beni kaldırdı. Birkaç lokma yemek yedim, abdest alıp hemen camiye koştum, camiye varınca şaşırdım: Hayret! Cami kapalı, hiç kimse yok, yoksa rüya mı görüyorum? Ramazan günleri sabah namazında cami erken açılır, müezzin uyuyakalmış olamaz. Camiin imamı hocamız Fethullah Efendi çok erken gelir, evi de camie bitişik. Mukabele okuyan hafız efendi de erken gelir. Hele cemaatten, müezzinden önce şafaktan evvel gelip camiin kapısında bekleyenler olur. Pekâlâ bugün neden hiç kimse yok, yoksa hepsi mi uyuyakaldılar? Olamaz. O sırada ay buluta girip karanlık basınca korkmaya başladım, çok da üşüdüm. Bir an ne yapacağımı şaşırdım, camiin avlusunda donakaldım. Eûzu besmele çekerek Allah’a sığındım, kendime cesaret verdim.

Korkmakta haklıydım, çünkü henüz yedi yaşında çocuktum. Çaresizlik içinde cesaretimi toplayarak, bir elimde fener, bir elimde Kur’ân-ı Kerîm, zifirî karanlıkta fennusun ışığında buz tutmuş merdivenlerden kaymamak için dikkatle basarak abdest alınan kastele inince hayretim daha da arttı. Çünkü mumlar da yakılmamıştı. Her gün camiin hademesi erken saatte kastelin başına ve tuvaletlerin duvarındaki özel yerlere mum yakardı. O gün mumlar da yakılmamıştı, heyecan ve korku içinde beklemekten başka bir şey düşünemedim. Kastelin üç tarafına abdest almaya gelenlerin oturması için taştan oturma yerleri yapılmıştı. Feneri yanıma koydum, buz gibi soğuk taşın üzerine oturdum, düşünmeye başladım. O sırada cinler, periler hakkında duyduklarımı hatırlayınca Âyete’l-Kürsî okuyarak korkumu bastırdım. Biraz sonra ayağında yüksek takunya, ihtiyar hademe geldi. Mumları yakıp beni yalnız başıma görünce hayret etti:

Çocuğum, bu saatte burada ne işin var?
Namaza geldim.

Daha sahur topu bile atılmadı, camiin açılmasına bir saatten fazla var, çok erken gelmişsin, burada üşür, hasta olursun. Hem de yalnız korkarsın. Haydi hücreye gidelim, orada ısınırsın.

Hademe ile gitmek üzere fenerin kulpuna yapışmamla elimin yanması bir oldu. Utanmasam feneri yere atacaktım. Yavaşça yere koydum, ceketimin eteğiyle tuttum. Meğer fenerin kulpu yanan lambadan ateş gibi ısınmış. Hademenin peşinden hücreye vardım ki, dervişler sahur yemeği yiyorlar. Bir tepsi de kadayıf kızartmışlar, yanlarında duruyordu. Minik misafiri yemeğe davet ettiler, yemek yedim, dedim. Kadayıf yememişsindir, bizimle kadayıf yemelisin dediler. Beraber kadayıfı yedikten sonra ilâhi söyleyerek biraz zikir ettiler, onlara ben de katıldım.” (s. 62-63)

#Ahmet Muhtar Büyükçınar
5 yıl önce