|

Bir dağ köyünde bir kış gecesi

“Çocukluğumun ilk yıllarını yaşadığım o köy odasında uzun kış gecelerinde kitaplar bir âdeti yerine getirir gibi okunmadı. O kitaplarla beraber davranış terbiyesi aldık. Saygı, birbirini dinleme, bir meseleyi ahlaki bir şekilde tartışma hususlarında bizlere güzel misaller sundular. Her birimizin o köy odasından çıkarabileceği önemli dersler var.”

04:00 - 15/01/2021 Cuma
Güncelleme: 04:21 - 15/01/2021 Cuma
Yeni Şafak
O köy odası bir okul, bir ekoldü aslında. Bir irfan mektebiydi kesinlikle.
O köy odası bir okul, bir ekoldü aslında. Bir irfan mektebiydi kesinlikle.
NURULLAH GENÇ

Benim köyüm ücra bir dağ köyü. Pinaduz Baba’nın köyü. Yeni ismi Dikili. Doğduğumuz köyde bir konak odasında açtık gözlerimizi. Dört köşeli, minderli sedirlerin ve dış yüzleri kilim kaplı yastıkların bulunduğu, kışın tam ortasına soba kurulan, kilimler serili misafir odasında. Hayata orada baktık, oradan başladık.

Köyü imar ettikten sonra bir misafir odası yapıyor dedem. Büyüklerimiz oraya “konak” derlerdi, konak odası olarak bildik bizler de. Konakta kitap dolu bir kitaplık vardı. Akşamları orada bir araya gelirler, uzun kış gecelerinde aylarca o odada kitap okurlardı. Bazı komşuların yaşlıları hariç köydekilerin tamamı okuma-yazmayı bilirdi. Hem yeni hem eski yazıyı okurlardı. Evlerde onların deyişiyle yeni yazı kitaplarından bugünkü okullarda okutulan -coğrafya, tarih, dil bilgisi, vatandaşlık bilgisi gibi konuları çocuklarına okur, konular üzerinde konuşup onları bize öğretmeye çalışırlardı. Kur’an okumayı öğretirlerdi. Aynıyla böyle yapardı babam. Bana ve kardeşlerime hem ifade ettiğim bilgileri hem de Kur’an okumayı öğretmişti. Siyer-i Nebi, Hz. Ali cenkleri, Battal Gazi destanları, Ahmediyeler, Muhammediyeler, Köroğlu destanları, Kerem ile Aslı hikâyeleri, Emrah ile Selvi hikâyeleri, Aşık Sümmani, Aşık Şenlik hikâyeleri ise daha çok konakta okunurdu. Akşam namazından sonra orada bir araya gelirdik. Kapının solundan sağına doğru sıralanırdı çocuklar. Başköşede dedem otururdu ve toplantıları idare ederdi.

OKUMA VE ŞİİR FASLI

Soba alev alev yanar, büyük demliklerde su fıkır fıkır kaynardı. Demlikler dolar boşalır, çaylar değişir, limonlar kesilir, kıtlama şeker tabakları boşaldıkça doldurulurdu. Kesme şeker derdik. Kerpetenlerle zor kesilen, sert ve küp şeklinde. Ufacık parçalara ayrılırdı. Onları ağızlarına alır bir parça ile birkaç bardak çay içerdi odadakiler. Çayların bazısı demli bazısı açık… Çok güzel bir iklim vardı orada. Yatsı namazından sonra şiir faslı başlardı. Hadise tarih ve destan okumalarıyla son bulmuyordu. Yoruldular bu adamlar diye düşünebiliriz ama hayır. Dört beş saatlik okuma ve şiir faslı aylarca sürerdi. Bugün Divan edebiyatından aklımıza gelen bütün şairlerin şiirlerinden örnekler okunmuştur o odada. Şöyle bir düşünüyorum da o odada yaklaşık kırkın üzerinde şairin ismini öğrenmişim. Yirmiye yakın şiir ezberlemişim. Yatsı namazından sonraki fasılda sadece şiir olmazdı. Musiki de vardı. Neden? Çünkü gazeller okunurdu, türküler söylenirdi. Fuzuli’den, Nabi’den, Şeyh Galip’ten, Nef’i’den Alvarlı Efe’den. Kerem’den, Emrah’tan, Bayburtlu Zihni’den, Sümmani’den, Karacaoğlan’dan, Bağdatlı Ruhi’den, Yunus Emre’den, Mevlana’dan… Özellikle Fuzuli’nin pek çok gazeli makamla söylenirdi. Rahmetli babam elini kulağına atar, “Beni candan usandırdı, cefadan yar usanmaz mı / Felekler yandı ahımdan muradım şem’i yanmaz mı” diye başlar, o ünlü gazeli makamla icra ederdi. Yıllar sonra aynı gazeli Kazancı Bedih’ten dinleyince dedim ki: “İşte bu irfanın farklı şehirlerimizdeki ortak karşılığı budur.”

BİR İRFAN MEKTEBİ

Biz çocuk olarak hem sesi hem kelamı aynı anda işiterek büyütüldük. Kelamın içerisinde bugünkü neslin bilmediği kelimelerin tamamını bahsettiğim okumalarda öğrendik. Arapça ve Farsçayı söz konusu metinlere yetecek kadar anlayabilen Rıza amcam gerektiğinde kelimelerin anlamlarını izah ederdi. Dedem onu özel hocaların yanına göndermişti ve önemli eğitimler almıştı. Osmanlıca yazan, okuyan, Farsçadan anlayan, bilge bir adamdı Rıza Genç. Halk şairiydi ve yüzlerce şiiri vardı. Okuduğumuz şiirler hakkında, dedemin de izniyle, önemli açıklamalar yapardı. O köy odası bir okul, bir ekoldü aslında. Bir irfan mektebiydi kesinlikle. Dedem konuşurken herkes susardı. Kimse izin istemeden kelama dâhil olmazdı. “Müsaade eder misin şöyle bir şey söyleyeyim?” diye izin istenirdi. “Tabi ki” diye karşılık gelince konuşurdu izin isteyen. Hiçbir tartışmada iki kelamın birbirine karıştığına şahit olmadım o köyde.

KÖY ODASINDAKİ HAYALLER

Battal Gazi Destanı’nı okurken çocuk halimizle bize İstanbul’u anlatırlardı Battal Gazi’nin İstanbul’a girişi bahsinde. İstanbul’da olduğumuzu hayal ederdik. Siyer-i Nebî okuduklarında Mekke’yi, Medine’yi, Kudüs’ü hayal ederdik. Mescid-i Aksa’yı konuşurlardı. İlk kıbleyi anlatırlardı. Peygamberimizi, ashabını en güzel cümlelerle, büyük bir saygı duruşu içinde ifade etmeye çalışırlardı. Dünyanın değişik yerlerinden bahsederlerdi. O zamanki krallıkları, Kisra’yı, Kayser’i anlatırlardı. İran’dan, Bizans’tan bahsederlerdi. Peygamberimizin mektup gönderdiği krallıkları hayal ederdik. O odada, bugünkü çocukların haberlerinin olmadığı çok şey konuşulurdu.

Şunun yeniden anlaşılması faydamıza olacaktır: Çocukluğumun ilk yıllarını yaşadığım o köy odasında uzun kış gecelerinde kitaplar bir âdeti yerine getirir gibi okunmadı. O kitaplarla beraber davranış terbiyesi aldık. Saygı, birbirini dinleme, bir meseleyi ahlaki bir şekilde tartışma hususlarında bizlere güzel misaller sundular. Her birimizin o köy odasından çıkarabileceği önemli dersler var. Sözleri birbirlerinin ağzına tıkayanların, birbirlerini dinlemeyenlerin ve laf kalabalığına boğarak bastırmak isteyenlerin bu meseleyi tefekkür etmelerinde yarar mülahaza ediyorum.

Yazarın yakında Timaş Yayınları’ndan çıkacak Omuzlarımda Dünya isimli eserinden iktibas edilmiştir.

#Yunus Emre
#Kış
#Battal Gazi
3 yıl önce