|

Bir de buradan bak dünyaya

Yıldız Ramazanoğlu’nun Cem Kenarı adlı öykü kitabı İz Yayınları arasında okurla buluştu. Ramazanoğlu öykülerinde küçük dünyaların büyülü kapısını okurları için açıyor ve yaşadığımız dünyaya bir de oradan bakmayı telkin ediyor.

04:00 - 15/06/2021 Salı
Güncelleme: 07:21 - 15/06/2021 Salı
Yeni Şafak
​Suriyeli mültecilerin anlatıldığı birinci bölümde, çocuklar ve kadınlar ağırlıkta. Yani savaşın en çok mağdur ettiği, travmalara en açık olan kişiler.
​Suriyeli mültecilerin anlatıldığı birinci bölümde, çocuklar ve kadınlar ağırlıkta. Yani savaşın en çok mağdur ettiği, travmalara en açık olan kişiler.
FUNDA ÖZSOY E.

Cam Kenarı, günümüzün başarılı öykücülerinden Yıldız Ramazanoğlu’nun içinde on iki öyküsünün yer aldığı yeni kitabı.

Yazarın “adile” kalemi, ayrıntılara düşkünlüğü, söyleyeceğini doğrudan değil de satır aralarına serpiştirmesi ve okurunu da bu ayrıntılardan oluşan sessiz sinemanın izleyicisi yapması Cam Kenarı’ndaki öyküleri birbirine bağlıyor. Zira iç monologları tercih ediyor yazar ve anlatıcının iç konuşmaları, kör parmağım gözüne olmaktan kaçınışı, kahramanların dağınık zihin haritaları, okuru da bir sesiz sinema izleyicisine dönüştürüyor. Böylece okur, küçük küçük ipuçlarından faydalanarak yazarın kurguladığı dünyanın içine hem giriyor hem de cam kenarında bir yere yerleşip kendi dünyasına ait yeni öyküler oluşturabiliyor kitabı okurken.

Evet, cam kenarı okura aittir; o kenardan izleriz öykü kahramanlarını. Onların zihinlerini okur, o kenardan izlediğimiz sessiz sinemada huzursuzca kıpırdanır, demek böyle de olabiliyor hayat, diyerek mırıldanırız öyküleri kendimize.

İki bölümden oluşuyor kitap: Mületciler(1.Bölüm), Mülteci Olmayanlar(2.Bölüm).

SURİYELİ MÜLTECİLER


Suriyeli mültecilerin anlatıldığı birinci bölümde, çocuklar ve kadınlar ağırlıkta. Yani savaşın en çok mağdur ettiği, travmalara en açık olan kişiler.

İlk öykü “Pinokyo’dan Haber Var” da iki çocuktan mülteci olan İdris ile bir depremzede olan Sefa’nın hayat yolculuğu paralel olarak ilerler ve bir yazarlık kampında kesişir. Kampa davet edilen konuk yazar Metin’in gözünden anlatılan öyküye, Metin de çocukluğuna giderek dahil olur. Bu üç kişinin de kanayan yaraları, bir şekilde yazma tutkusunu tetikler. Ancak bazen “Kalemin yapacağı hiçbir şey yoktur. Yazmak bir oyundan ibarettir.” (s.18) Oysa hayat, gerçektir ve yaşanan acılar da öyle. Yine de Orhan Pamuk’un söylediği o sözde “Hiçbir şey hayat kadar şaşırtıcı olamaz, yazı hariç.” dediği gibi, aslında yazının hayat karşısındaki acizliğini de yine ancak yazının gücü ile idrak edebiliriz.

“İkon” ise hayat ile yazının birbirine nasıl dâhil olabileceğini en güçlü anlatan öykülerden. Bu öyküde de anlatıcı bir yazarlık atölyesinde ondan beklenen metni yazmak için kalemini tetikleyecek bir şeylere tutunmaya çalışır. Halep’te bir bombardıman sonrası enkaz altından çıkarılan beş yaşındaki o erkek çocuğunun ambulans içindeki görüntüsünü, bütün dünya gibi biz de televizyonlardan içimizi çekerek izledik. Evet, bu hayatın gerçeğidir. Ama bizim hayatımızın gerçeği olamıyor, ikonlaşınca. Anlatıcının “şehvetle ikona bakılıyor” dediği bir görüntüden ibaretleşiyor işte:

“Bir haber başlığı hızıyla gelip geçti dünyadan. Flaş patladı söndü. Haklılıklar denkleminde küle dönüştü.” (s.44)

Bu ikonlaşan görüntüden, bir estetik anlatım çıkarmak mümkün olsa da hayatın acıtan yanı ile ne kadar örtüşebilir böyle bir yazı?

Hayatın gerçekleri, savaşta ailesini kaybeden mülteci bir çocuksanız “Dördüncü Dünya” öyküsünün 12 yaşındaki İyad’ı gibi, canınızı daha çok acıtacaktır. Ramazanoğlu, kitabın birinci bölümünde yer alan tüm öykülerde mülteci çocukların yaşamları ile öykü anlatıcısının iç yolculuğunu paralel olarak veriyor. Böylece okur, bu farklı hayatları buluşturan ortak mekanı, zihninde kahramanlarla paylaşarak kendi hayatını da öyküye dahil edebiliyor. Nitekim “Dördüncü Dünya” öyküsünde bir İyad vardır, onlara kucak açan ülkede nankörlükle suçlanmamak için hep gülümseyen, hep teşekkür eden; bir Saliha vardır İyad’ın rehberliğinde zor durumda olan mülteci kadınlara yardım ederken kendine yardım edemeyen, özel hayatında kafası karışık; yaşamları bu öyküde hem kesişen hem de apayrı dünyaların insanları olan kahramanlar. Bir de İyad’ın hayalini kurduğu bir dördüncü dünya ülkesi vardır ütopik olan ki, oraya insanları almaz İyad; insanın olduğu yerde, savaş, kötülük, çöpe atılacak eşyaları yardım adı altında bağışlayan kibir vardır. O yüzden ağaçlarla hayvanları alıyordur ütopik dünyasına; orada nehirler, göller, dağlar, bulutlar tertemizdir ve İyad’ın Halep’te savaş öncesinde hatırladığı yasemin kokulu zamanlara benzeyen bir bahardır mevsim hep.

DÜNYAYA MİSAFİR GELDİK

Kitabın ikinci bölümünde yer alan 8 öyküde mülteci olmayanlar anlatılır. Ama bu insanlar da hep bir misafir gibidirler dünyada, kök salmaktan çekinen. “Balkon” öyküsünde hayatı taşıyamayan hukuk öğrencisi gencin okura hissettirilen intihar provası; “Dünya Beyaz Bir Cüce” de kocası kendi hayallerini gerçekleştirmek üzere doktora için ABD’ya giderken onu ve küçük oğullarını bu hayallere dahil etmeyişi karşısında duyulan sessiz kırgınlık; “Kanlı Ay Tutulması”nda dünyada hala inceliklerin yaşanabileceğine ısrarla kendini inandırmaya çalışan genç adamın hayal kırıklığı; “Yaprak Gece Rüzgar Pençe” de başörtüsü yasağı yüzünden üniversiteden atılan ve çocukluk hayaline veda etmek zorunda kalan kızını koruyamamış bir babanın benlik algısındaki yaralanmalar; “Teravih” öyküsünde daha 38 yaşında bir kadının ölüm karşısında Allah’a sığınmak üzere geldiği camide dini, şekillerin içine hapseden algının onda yarattığı hayal kırıklığı; “Orta Koltuk” ta Oğuz Atay’ın o sözündeki gibi insanın gri olduğunu fısıldayan duyarlı bir duyarsızlık karşısında hissedilen incinmişlik; hepsi, her şey, yazarın okuruna geçirdiği o duyguyu - dünya bir gölgeliktir zira- gitmeye çoktan hazır olma, kök salamama halini veriyor.

Bütün öyküler boyunca yazarın başarıyla okura geçirdiği o duyguyu, okur kişi bir cam kenarından sesiz sinemanın sözcükleri ile algılıyor.

#Cam Kenarı
#Yıldız Ramazanoğlu
#İz Yayıncılık
3 yıl önce