|

Edebi değil ama en önde

Altmışlı yıllarda Babıali’ye çevirmen olarak giren Sevin Okyay bugüne kadar çeşitli yayınevlerinde ve gazetelerde çalıştı. Çeviri yapmaya devam eden Okyay dünya klasiklerinin her dönemde okurunun olduğunu söylüyor. Günümüzde öne çıkan kitaplarla ilgili ise önemli bir eleştirisi var: “Edebi değeri olmayan kitaplar hiç olmadığı kadar önde.”

Ayşe Olgun
04:00 - 9/12/2018 Sunday
Güncelleme: 11:38 - 8/12/2018 Saturday
Yeni Şafak
Sevim Okyay
Sevim Okyay

Yazar, sinema eleştirmeni, çevirmen, radyo programcısı, gazeteci… Sevin Okyay’dan bahsederken hangi özelliğini doğrusu isminin önüne getireceğimi bilemedim. Elime ON8 Yayınları arasında çıkan Ara Sıra Ve Daima adlı kitabını alıp ilgilendiği her işi severek yapan bu güzel insanla buluşmaya gittim. Radikal gazetesinde yazdığı portrelere yirmi kadar yeni portre daha ekleyerek hazırladığı bu kitap onunla tanışmam için güzel bir fırsattı. NTV’nin kantininde oturup kitaptan, yaptığı çevirilerden ve yayıncılık sektörünü konuştuk.

Ara Sıra Ve Daima kitabınızı okuyunca şunu gördüm: Farklı alanlarda çalışan üreten birisiniz ve üstelik de her işi de eğlenerek yaptığınız çok belli.

O işlerin ortak özelliği hepsini severek yapmış olmam diyebilirim.

Babıali’ne yolunuz ilk olarak yaptığınız çevirilerden dolayı mı düştü?

Evet Sirkeci’de 10 yıl tıbbi cihazlar ithal eden bir firmada çeviri yaptım. Yayınevlerine çeviri yapmaya da o dönemde başladım. Aynı binada yayınevlerinde çalışan arkadaşlarım vardı yanlarına gidiyordum.

İLK ÇEVİRİM BASILMADI
İlk çeviri kitabınız neydi, ismini hatırlıyor musunuz?

İki tane kırtasiyeci arkadaşım vardı. Onlar bana İnkılap Yayınları’ndan çevrilecek kitap buldular. İlk çevirdiğim kitap bunlardan biriydi. Georgette Heyer’in bir polisiye romanıydı ve kahramanımız 19’uncu yüzyılda İngiltere’de yaşayan bir hırsızdı. O dönemin argosuyla, yer altı dünyasının diliyle konuşuyordu. 330 sayfalık bu kitabı çevirirken çok zorlandım ama sonunda bitirdim. Benim için zor bir kitaptı diyebilirim.

Basıldı mı kitap?

Maalesef basılmadı. Çünkü yayınevinin beklediği bir kitap çıkmadı. Polisiye ama içinde aşk falan vardır diye düşünmüşler sanırım. Öyle olmayınca bana bin lira çeviri için telif verdiler ama basılmadı. İlk basılan kitabım 60 kitapçıktan oluşan İnsan Vücudu adlı bir sağlık kitabı serisiydi.

Portreler kitabınızda İnsan Vücudu kitabını size veren Rekin Teksoy’u da anlatıyorsunuz. Aynı zamanda bu basılan ilk kitabınız değil mi?

Evet anlattım kitapta. Arkın Yayınları’na görüşmeye gittiğimde Rekin beyi tanımıyorum tabi. Bİr gözlüklü beyle konuştum ve çeviriyi aldım ama baştan aşağı kitap tıbbi terimlerle dolu. Kitabı çevirebilmek için Pars Tuğlacı’nın hazırladığı dört ciltlik Tıbbi Terimler Sözlüğü vardı. Bu sözlüğü aldım ve başladım çevirmeye. İlk basılan kitabım da bu oldu. Daha sonra Rekin Teksoy’la tanıştık tabi ben işi ondan aldığım için hatırlıyorum ama o beni hatırlamıyor. Çünkü bu iş için en az 60 kişiyle o sırada görüşme yapmış.


PARA KONUŞMAYI AYIP SAYARDIM
Yayınevlerinden çeviri telifi almak kolay mıdır zor mudur?

Bir kere ben pazarlık edemiyorum. Bunu ayıp saydığımız için para konuşamazdım, hala da böyle düşünüyorum. Oğlum Kutlukhan bana takılır: “Yaptığın işten hoşlandığın için neden para verdiklerini anlamıyorsun.’’. (gülüşmeler). Şimdi adını söylemeyeyim büyük bir gazetenin internet sitesi açıldı ve benle bir arkadaşıma sinema yazıları yazmamızı istediler. Ama en başta ücret veremeyeceklerini reklam almaya başlayınca telif ödeyeceklerini söylediler biz de iki yeni heveskar insan gibi başladık. Bir gün arkadaşıma ‘biz ne zamandır yazıyoruz?’ dedim meğer bir buçuk yılı geçmiş biz hala tek kuruş almadan yazmaya devam ediyormuşuz. Arkadaşım bıraktı ben bir yıl daha ücretsiz yazmaya devam ettim.

Çevirmenlerin gözünde ödemesini düzenli yapan ‘itibarlı’ yayınevleri var mıydı peki?

Mesela Altın Kitaplar biz çevirmenler için önemliydi. O zaman Oya hanım vardı. İşi götürüp teslim edince bir hesap makinası vardı çıkarır forma üzerinden hesap yapar ve hemen ödeme yapardı. Bu yüzden benim gözümde de çevirmenler için de buraya çeviri yapmak önemliydi. Güvenilirlik farkı bizim için önemliydi.

SEKTÖRE ZARAR VEREN
NİTELİKSİZ ÇEVİRİLER
En büyük sıkıntı ne konularda yaşanır?

Çeviri yaparsın yayınevine götürürsün ve yayınevi sahibi sana der ki ‘ ben şu kadar sayfa parası veririm, sayfa sayısını sen mi azaltıyorsun ben mi?’ O yaptığın çeviri kitap artık evladın gibidir. Kimsenin müdahale etmesine kıyamazsın oturur çevirine kıyar sayfa sayısını düşürürsün. İşte bu zor bir durumdur. Ama yayınevleri de her şeyden önce ticari müesseselerdir bunu da unutmamak gerekir.

En fenası bu mudur?

Çok daha beteri vardır tabi. Mesela bir tanıdığımız vardı Cağaloğlu’nda daha alt işlerde çalışırken yayınevi kurdu ve klasikleri basmaya başladı. Çocuğuna vermiş klasiklerin çevirisini yapması için. Bir çeviri kitabın sayfasında bir iki özgün cümle değiştirince bunun çeviri olduğunu sanıp basan yayınevleri var. Tabi böyle bir şeyi büyük yayınevleri yapmazlar.

Uzun yıllardır yayıncılık dünyasındasınız en önemli fark dünden bugüne sizce nedir?

Günümüzde çok fazla kitap çıkıyor ama ben hiç bu kadar edebi değeri olmayan kitabın piyasada bu kadar önde olduğu bir dönemi hatırlamıyorum. Herhalde bu konuda bir numarayız. Sinemada bir dönem seks filmleri furyası vardı. Yayıncılığın öyle bir dönemini hatırlamıyorum. Her zaman iyi yayınevleri vardı kitaplar okunuyordu. Ama bugün edebi değeri olmayan kitaplar hiç olmadığı kadar önde.

Altmışlarda Babıali’de çeviri yapmaya başlıyorsunuz. O dönemlerde daha çok ne kitaplar okunurdu?

Pek hatırlamıyorum ama. Klasiklerin her zaman ilgi gördüğünü söyleyebilirim. Galiba o zamanlarda yabancı klasiklere ilgi vardı o tarz kitaplar okuyorduk. Tabi dönem dönem fantastik edebiyatın ya da polisiyenin öne çıktığı oluyor ama genel olarak yabancı klasikler her zaman ilgi görüyor diyebilirim.

Zorla
film eleştirmeni
oldum

Yazdığınız portrelerle ilgili nasıl dönüşler aldınız?

En çok dönüş alan portrem Ayten oldu. Meğerse Ayten gazeteci camiasından pek çok isme temizliğe gitmiş dönüşlerden bunu öğrenmiş oldum Haluk Bilginer yayınevini aramış ben de bu gazla acaba radyo programıma mı davet etsem diye içimden geçirmedim değil. Ama fırsatçılık yapmayayım dedim. (gülüşmeler) zaten gelmez de. Kitapta Enis Batur’u anlatırken Ömer Madra ile ikisinin sizi nasıl zorla film eleştirmeni yaptığını anlatıyorsunuz. Bunları okuyunca ne söylediler merak ettim.Sen onu unutmadın mı dediler. Nasıl unuturum ki. O olaydan sonra eleştiri yazmaya başladım. Tabi o zamana kadar film tanıtımları yazıyordum ama film eleştirisi hiç yazmamıştım.

Manguel’in Tanpınar’ı
anladığını sanmıyorum
Oğlunuzla birlikte çeviriler yapıyorsunuz iş bölümünüz nasıl?

Birlikte sadece Manguel çevirileri yaptık bir de Harry Potter. Önce ikimiz de kitabı okuyoruz ardından da bu bölüm bana bu sana diye kitabı paylaşıyoruz. Kim hangi bölümü çeviri yaptıysa diğeri onun yaptığı bölümü okuyor, önerilerini söylüyor. Zaman zaman birbirimize girdiğimiz oldu ama sonuçta anlaşıyoruz. Kızım bile hangi kısmı ben hangisini Kutlukhan çevirmiş anlamadı. Yani çeviri yaparken yekvücut oluyoruz diyebilirim.


Manguel’in Beş Şehir kitabının çevirisi de ikinizin elinizden çıktı diye biliyorum. Ama ciddi isim ve bilgi hataları var. Bu hatalar yazardan mı sizden mi?

Doğrusu kitabı pek hatırlamıyorum ama bizden kaynaklanmıyordur. Zaten sevdiğim bir Manguel kitabı da değildir. Doğrusu Ahmet Hamdi Tanpınar’ı Manguel’in anladığını da sanmıyorum. Daha ziyade tanımak isterken Manguel’in yüzeyde kaldığını düşünüyorum.

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın verdiği bilgilerde de hatalar var ama Manguel’deki hatalar çok fena. En basitinden Erzurum’da Tebriz Kapı kitapta Tebrik Kapı olarak geçiyor. Sokaklarda Ermenice konuşan insanlardan bahsediliyor falan. İlk aklıma gelenler bunlar…

Kitapta isim nasıl geçiyorsa biz öyle yazmışızdır. Tabi gittiği yerde bilgi aldığı kişilerden de kaynaklanmış olabilir. O bilgileri kimlerin verdine bakmak lazım. Manguel’in diğer kitaplarından biliyoruz ki başka dilleri başka insanları anlayan biri ama bu kitaba baktığımızda Tanpınar’ı maalesef anlayamamış. Fazla ileri gitmek istemem ama bence iyi bir kitap değildi.


Ayşe Şasa’yı çok severim

Ara Sıra Daima adlı kitabınızda yazdığınız portreleri okuyunca dikkatimi çeken şey son derece doğal olmanız. Herkesin birbirine övgüler düzdüğü bir dönemde bu kadar saf sade ve doğal sıradan portreler yazmak zor olmadı mı?

Yazmadan önce çekindiğim isimler oldu ama yazarken çok rahat yazdım o doğallık da yazılara yansıdı.

Bana kızarsa dediğiniz kimse oldu mu peki?

Doğan Hızlan beyden biraz çekindim ama en korktuğum tabi ki Murathan Mungan oldu. Çünkü o hiç çekinmeden bir güzel azarlayabilirdi. Ama korktuğum başıma gelmedi.

Bir de Ayşe Şasa portresini soracaktım. Lisede aynı okuldaymışsınız değil mi?

Aynı okuldaydık ama Ayşe Şasa bizden üst sınıfta olduğu için ben onu tanıyor takip ediyordum. Sonra yıllar sonra Bülent Oran’la evlendiklerinde Gayrettepe’deki evlerine giderdim. Ayşe ile bizi yıllar sonra Mehmet Atak buluşturdu. Birbirimizin kitaplarını okurduk. Ayşe’yi çok severdim uzun uzun sohbetlerimiz olurdu. Çok güzel sohbetlerdi.

#ayşe şasa
5 years ago