|

Hayata vitray pencereden bakmak

Cihan Aktaş, Şirin’in Düğünü romanı boyunca, hayatını başka bir adla sürdürmeye icbar edilen Şirin’in odağında Flaubert’in “görme biçimleri” dediği bakış açısı ve hayatı algılama tarzına şahit oluyoruz. Aktaş’ın önceki romanlarındaki (elbette hikâyelerinde de) karakterlerinin özne olması bu romanda da karşımıza çıkıyor.

Yeni Şafak
04:00 - 12/10/2016 Çarşamba
Güncelleme: 19:44 - 11/10/2016 Salı
Yeni Şafak
ASIM ÖZ


İranlı yönetmenler üzerine yıllara yayılan yayımlanmış/yayımlanmamış çalışmaları bulunan Cihan Aktaş, 10 Kasım 2008'de Abbas Kiyarüstemi'nin başlangıçta ismi “Ağlamak” olarak konulan, muhtemelen üç kuşaktan kadın oyuncuyla çekilmesinden ötürü gecikmeli bir şekilde seyircinin karşısına çıkabilen ve sonraları Şirin (2008)'e dönüşen deneysel filmi üzerine bir yazı kaleme alır. Aktaş'ın, hem sözlü hem de görsel alanda hükmünü icra eden kalıpları, çok iyi bilinen bir anlatı kanalıyla kırmaya çalışan Kiyarüstemi'nin bu görsel macerasını kavramaya çalışırken kurduğu cümleler arasında şunlar dikkat çeker:


“(…) sinema ve sanat konusunda klişelerle düşünen bir zihin için 'Şirin', en fazla birkaç cümleyle anlatılabilecek bir hikâyedir. Belki yalnız Kiyarüstemi sinemasını iyi tanıyan bir seyirci, bu filmin İran sinemasına üç kuşak boyunca emek vermiş onlarca kadın oyuncunun Hüsrev ve Şirin (ki bizde daha ziyade Ferhat ile Şirin olarak tanınıyor, bu hikâye) efsanesini dinlemeleri sırasındaki tepkilerine yoğunlaştığını, bu tepkilerdeki ortak dili yakalamaya çalıştığını kavrayacaktır.”



ROMANTİKLİĞİN ÖTESİ


Doğrusu bu satırlar bana oldukça önemli göründü. Zira Aktaş, her şeyden evvel Abbas Kiyarüstemi'nin Şirin üzerinden kurduğu dünyayı ve karakterleri kendi roman anlayışına yakın bulur gibidir. Hatta yakınlıktan farklı olarak bir tür akrabalığa uzanan hatırı sayılır tespitler de yapılabilir. Bunun için, öncelikle yapılması gerekenlerden biri Cihan Aktaş'ın Şirin'in Düğünü adıyla yayımlanan yeni romanına dikkat kesilmektir. Elbette bu kısa yazıda, bu “akrabalık” ilişkisinin izini detaylı olarak sürmenin imkânı yok. Fakat bunun neden ve nasıl olduğunu kısmen de olsa gösterebilmek mümkün.



Cihan Aktaş'ın romanı Şirin'in Düğünü, Şirin etrafında oluşan çok-zamanlı, çok-mekânlı hafızayla kurulmuş sinematografik bir kitap. Unutmaya karşı, hatırlayarak huzurlu olmanın mümkün olduğunu serimleyen anlatı içinde anlatı bu… Bir yanıyla rengârenk, diğer yanıyla ise hüzün yağdıran sahnelerle dolu; aşkla, var olmakla, duygudaşlıkla örülü benliğin kolayca taşınamayacak hüzünlü karşılaşmaları dahası benliğine azap veren muhasebesi. Romanın ilk cümlesinin “Halası Safure Hanım ne kadar itiraz etse de kargaşa çıkacağı söylenen mitinge katılmıştı” (s.7) oluşu, karakter kadrosunun kalabalık olacağına işaret ediyor. Hemen ifade etmek gerekir ki, bu mitingin düzenlenme sebebinin darbe söylentileri olması okurun romana daha canlı bir şekilde dâhil olmasına katkı sunabilir. Kaldı ki romanın başkarakterinin “Darbelerden bunaldı toplum” deyişi Türkiye'nin değişmeye başladığının dahası yazarın güçlü sezgisinin yansıması. Ama aynı zamanda günümüze kadar daima iki darbe ve krizler arasında yaşamaya mecbur bırakılan “her dönemi zor geçen” bir ülkenin/toplumun alacakaranlık yıllarının sonrasına derinlikli bir bakış.



Roman boyunca, hayatını başka bir adla sürdürmeye icbar edilen Şirin'in odağında Flaubert'in “görme biçimleri” dediği bakış açısı ve hayatı algılama tarzına şahit oluyoruz. Aktaş'ın önceki romanlarında (elbette hikâyelerinde de) karakterlerinin özne olması bu romanda da karşımıza çıkıyor. Okurlar, Aktaş'ın romanlarında romantik romanların aksine müspet ve menfi yönleriyle eylemlerinin faili olan bir bakıma kendi seçimini yapmaktan, onun peşinden gitmekten geri durmayan kırılgan karakterlerle karşı karşıya kalırlar. Elbette bazen bu karakterler de başka karakterlerin gözünde romantik olmakla itham edilebilirler.



“Gece lambasını açtı, olduğu gibi yatağa girerek yorganı üzerine çekti. O kasabada ne oldu, hayal etmeye çalıştı. İnsanları düşündü tek tek, ilişkileri, aile içinde korku duyuran cümleleri, kasabadan ayrıldıktan sonra sürdürdükleri gizlenme çabasının ayrıntılarını… Daha önce hatırladıklarından fazla veya farklı ne bir cümle duyabiliyor ne de bir sahne görebiliyordu. Çocukluğunun büyülü iklimi bir yalana dönüştüğünde ondan geriye ne kalırdı, o takdirde hangi noktadan başlatırdı hayatını…”


İşte bu yüzden; seçim yapan, zaman zaman eylemlerinin muhasebesini yapmaktan bir an da olsa geri durmayan karakterlerden dolayı, tarihi bir anlatıya yaslanan roman daha ziyade günümüze uzanıyor. Zaten edebiyatın tabiatında da ya yeni karakterler ya da eski karakterlerin yenilenmesi söz konusu değil midir?



Cihan Aktaş, romanında, insanoğlunun duygularını etkileyici bir duyarlılıkla keşfe çıkıyor. Klasik edebiyatın büyük karakterlerden biri olarak çok tartışılan ve yanlış bilinen Şirin'den izler taşıyan roman ünlü aşk efsanelerinin hiçbir zaman eskimediğini de ortaya koyuyor. Yazarın böylelikle hem şifahi hem de yazılı alandaki mevcut kalıpları, çok iyi bilinen bir anlatı kanalıyla kırmaya çalıştığı söylenebilir. Çünkü klişelerle düşünen bir zihin için Şirin, en fazla birkaç cümleyle anlatılabilecek bir hikâyedir.


Oysa romanın başkişisi Şirin, halasından hep rol yaparak yaşaması gerektiğini öğrense de benliğini maskelerle geri planda tutmayı yediremez. Bu bakımdan Şirin, son zamanların en ilgi çekici roman kahramanıdır. Dahası Şirin'in dünyaya ve hayata bakışına ve algılamasına odaklanarak bir çözümleme yapılabilir. Karakterin dünyayı algılamasına etki eden sebepler bahsinde, siyasi, kültürel, edebi ve yazarın bireysel özelliklerinden yararlanılabilir. Özellikle minyatür, resim, mimarlık odaklı tartışmalar ve “Üslup İncelemeleri” bölümü bu bakımdan oldukça zengin veriler sunuyor. Başka bölümlerde de bunlara rastlamak mümkün:


“Minyatür kasabayı hatırlıyordu, Beyaz Atlı'yı. Ağaçlar şiirini hatırlıyordu, parkta ağaçların dallarından sarkan resimlerle karşılaşmasını. Şahmeran'ı hatırlıyordu, Rabat yolundaki çamlıkta Faruk'la otururken karşılarına çıkan boz yılanı. Hiçbir çizgi aynı kalmıyor, bakışının eğitiminden geçiyor, bakışını eğitiyordu. Çocukluğunun en güzel yıllarının bir yalan olmadığını gösteren sahneleri karanlık bir tezgâhın montajından kurtarabilirmiş gibi bir umutla incelemeyi sürdürüyor ve keşfettiği cümle veya imgeleri tasarladığı uzun metrajlı film için bir kenara not ediyordu.” Keza kültürel alan siyasi olandan bağımsız olmadığından arka planda daima insanlık durumları, siyasi umutlar ve hayal kırıklıkları, türlü hesaplar, yanılgılar, koyu karanlıkla geçmişten gelen sesler, kaybolmak üzere olan yaşam biçimleri de vardır.



DÖNÜŞÜM YILLARININ KARAKTERLERİ


Roman karakterlerinin deneyim alanları, belli çevrelerin alışkanlıklarındaki dönüşümleri kuşakları ihmal etmeden son derece etkili bir şekilde gösterir. Ebeveynlerin çocuklarına yükledikleri mesuliyetlerin getirdiği yorgunluklar da göz ardı edilmez elbet. Kusursuz Piknik'i çağrıştıran “kusursuz temsilci” beklentisine karşın hayatı “dolu dolu yaşamayı” düşünen karakterlerin yaşadıkları gerilim dikkat çekiyor. Hayır faaliyetleriyle tanınan modern muhafazakâr Safure Hanım, iş bağlantılarından dolayı farklı mekânlara gitmek zorunda kalan Melike, hırslı, zeki ve kendini geliştirmeye çalışan Faruk, Mimar Sinan'da resim eğitimi alan Naman, zenginlerin daima gizleyecek bir şeyleri olduğunu düşünen Kürşat bize çok şey anlatır. Elbette daha başka karakterler de var; Sadık Efendi, Maria/Meryem, Hüsnü Ertuğrul, Kaymakam Bey, Yelda, Emir… Aslında bir bakıma Tanzimat sonrasındaki bölünmüş bilincin süreklilik arz eden boyutları da var karakterlerin bir kısmında. Erkenden kalkıp giyinen Sadık Efendinin sabah çayını fincandan içmesiyle, hayat tarzı propagandası yapan bir derginin İngiliz muhafazakârlığını anımsatan fincanlı ilanlarını bir arada düşünebiliriz. Safure Hanım'ın başörtülü Esma'ya, Esma'nın ise kendisine “bacı” diye hitap edilmesini doğru bulmayan bakış açısı başlı başına irdeleme konusu yapılabilir. Kısacası, anlatının sesleri üzerinde durup düşünülmek istendiği takdirde “yakın” geçmiş bütün saydamlığıyla yakalanabilir. Nerede durmalı, dünyayı nasıl görmeli soruları eşliğinde hayat ve roman ilişkisi değişik boyutlarıyla kavranabilir. Hem zaten romanın bölümlerinden birinin başlığının “ Hayatı Bir Başka Açıdan Öğrenme Dersleri” olması da buna bir işaret değil midir?



Ayrıca yazarın kulağında konuşlanan onca ses ve hikâye kulağımıza sıçrayıverir. Bizse yazarın dinlediklerini nasıl anlattığı üzerine düşünme fırsatını yakalarız. Yazarın neyi nasıl dinlediği/gördüğü açısından da Şirin'in Düğünü'ne bakabiliriz. Fasıl biçiminin değişimi, yüksek topuklu kadınlar, havalı sosyetik kadınlarla görünmeyi seven danışmanlar, beton cangılı andıran şehirler, gökdelen piyasası, kartvizitsiz sürdürülemeyen hayatlar, medyatik olmaya odaklı eylemler ve daha pek çok gösterge roman karakterleri dolayımında önümüze gelir. Belki de asıl olan acı tecrübelerdir. Her ne kadar roman, toplumsal alanın kendisini merkeze almasa da, toplumsalın dönüşümünün çeşitli tezahürlerini yansıtır. Karakterlerin gündemine giren kitaplar ve yazarlar üzerinden, okuma biçimlerinin dönüşümünü görüp yeni ilmekler atabiliriz.



Başka bir açıdansa Şirin'in Düğünü romanındaki sesler, yazarın önceki romanlarına nazaran daha da çoğullaşmıştır denilebilir. Bana kalırsa, bize hem yakın hem de içinde yaşadığımız akışkan zamanların etkisinden dolayı çok uzak gibi görülen zor zamanları hatırlamadan romanı bihakkın anlamlandırmak pek mümkün değil. Yanı sıra saklanılan, başka bir adla yaşamak zorunda kalınan zamanların ardından gelen dönüşüm yılları, zamanın aşındırması yüzünden güçlükle seçilen iç içe geçmiş çizgiler.


Cihan Aktaş, kimi zaman kaybetmekten korkan, parça parça olan karakterlerinin neyi niçin yaptıklarını, yapmaya çalıştıklarını göstermeye çalışan anlatıcısıyla, okurlarının, karakterlerinin iç dünyalarını anlamaya davet edildiği bir roman dünyası kurar. Bu bağlamda ele alınınca, bu roman, geçmişe zaman ve mekân ölçeğinde bir hafıza yolculuğu olarak da okunabilir.


Okurunu tarihin ve kültürün kollarına bırakmakla kalmayan yazar, aynı zamanda cesaret, geçmişle hesaplaşma, aşk, kırılganlık ve insanın insanda sınanışı üzerine düşünmeye sevk ediyor. Hâsılı Şirin'in Düğünü, geçmişin, elden kayıp giden zamanın ve insanın temel yanılgılarının bir kez daha gözden geçirilmesidir.





• • •


Şiirin Düğünü


Cihan Aktaş


İz Yayıncılık


Ekim 2016


610 Sayfa




#Cihan Aktaş
#Şirin’in Düğünü
8 yıl önce