|

Hiç yayımlanmamış bir kitaptan 28 Şubat’ı okumak

Gülçin Durman ve Mihrimah Uluçam Küçük’ün 2001- 2002 yılların arasında başörtüsü yasağıyla karşılaşmış kadınlarla yaptıkları görüşmeler o yıllarda yayınevleri tarafından reddedilse de bir dönemi tüm çıplaklığıyla anlatıyor. Kitaptaki röportajları ilk kez Yeni Şafak Kitap okurları için yaklaşık 20 yıl sonra yayımlıyoruz. Bugün bu insanlar bu sorunları nasıl aştı biz de en az sizler kadar merak ettik.

04:00 - 15/02/2022 Salı
Güncelleme: 00:33 - 15/02/2022 Salı
Yeni Şafak
Görüşmelere ilk başladığımızda,  kimse başörtüsü lafını duymak istemiyordu. Yılgınlık, bezginlik öylesine hâkimdi ki.
Görüşmelere ilk başladığımızda, kimse başörtüsü lafını duymak istemiyordu. Yılgınlık, bezginlik öylesine hâkimdi ki.
GÜLÇİN DURMAN

İki bin bir ekonomik krizinin ortasında Kanal 7’nin Ayvansaray’daki binasının penceresiz, kutu kadar ofisinde oturmuş can sıkıntısından patlarken, aklıma şöyle bir fikir geldi. Başörtülü insanların hayat hikâyelerini toplamak. O zamanlar birlikte çalıştığımız, Mihrimah Uluçam Küçük ile de paylaştım düşüncelerimi. Çok geçmeden, merkezinde 28 Şubat döneminin olduğu bir sözlü tarih çalışması için kolları sıvadık. 2001 ekonomik krizinin alevi, ev, ocak, bakkal derken her yanı sarmış; işten çıkarmaların, iflasların, dükkân kapatmaların ve bilhassa genç kadınların maruz kaldığı kapkaçların ardı arkası kesilmiyordu. Bu ateş, o yıllara göre bayağı gösterişli Kanal 7 binasında kuru, içinde şüpheli şeyler saklayan kuru bir sessizlik olarak kendini gösteriyordu.

İLKÖ ÖNCE TEKLİFİMİZ KABUL EDİLMEDİ

Annelerimizin, ablalarımızın dâhil olduğu hikâyeler havuzuna nihayet biz de ulaşmış, yol alıyorduk. Bir sürü şey birikmişti havuzda. İşte bu anda bir duralım ve etrafımıza bakalım. Bildiğimiz, duyduğumuz hikâyeleri toplayalım, biriktirelim; belki böylece önümüz açılır diye düşündük.

Yalnızlığın, acıların kolayca paylaşılan bir şey olmadığına bir kez daha şahit olduk. Sohbetler 2001 kışında başladı. 3 Kasım 2002 seçimlerine iki ay kala sona erdi. Görüşmelere ilk başladığımızda, kimse başörtüsü lafını duymak istemiyordu. Yılgınlık, bezginlik öylesine hâkimdi ki.

Önce en yakınlarımızdan başladık işe. Çoğu kabul etmedi. Böyle olunca, “Kabul etmiyorsanız başka isim söyleyin,” dedik. Sonra da isimler hikâyeleriyle beraber avucumuza bir bir döküldüler.

Görüşmelerimizin hepsi sıkıntılı geçti. Gözyaşları zaten bizimle beraberdi. Ama özellikle iki tanesinde anlatıcılar cidden kötüleştiler. Uzun sessizlikler yaşandı. Ancak kitabı o günün şartlarında bastırmak kolay olmadı. Çünkü o günler artık kimseler 28 Şubat’ı artık duymak istemiyordu. O günlerin üstünü kapatıp herkes yeni hükümetle birlikte yeni bir hayata başlamak istiyordu doğrusu. Bugün o görüşmelerin üstünden yaklaşık 20 yıl geçmiş. Bugün o insanlar nerede ne yapıyor yeniden izlerini sürmek belki kitabı yeniden yazmak gerekir. İşte İşte hiç yayımlanmamış bu 28 Şubat kitabından birkaç not:

Örtündüğüm için sevdiğim erkek beni terk etti

D.
1966 doğumlu. Evli, iki çocuk annesi. Felsefe ve sinema ile ilgileniyor.

...O gittikten sonra ben düşünmeye başladım. Örtünmeye karar verdim. Ama sonra vazgeçtim. İnsanların düşüneceği şeylerden korktum. Annem namazı biliyordu. Ondan namaz kılmayı öğrenmeye karar verdim. Sonra bundan da vazgeçtim. İstanbul’a dönüşümde beni aradı. Ve ilk buluşmamızda evlenme telif etti. Bir- iki dolaşmamızda ona namaz kılmak istediğimi söyledim. Çünkü camii önlerinde bekliyordum onu. O zaman, “Hâlâ namaz kılmadığına şaşırdım! “gibi bir ifade kullandı. Çok cazip bir ifadeydi. Yani sen buna çoktan layıksın ifadesi. Bu beni çok çok etkiledi. Ve namaz kılmaya başladım. Bir ay görüştükten sonra iş için şehir dışına çıktı...

... “Açık bir insan çok daha iyi tebliğ yapabilir.” Diyor ve başörtüsü takmam istemiyordu. Zaten onun kariyeri için de örtünmemem gerekiyordu. Örtülü bir insanı tanıtamazdı çevresine. Ailesi de istemiyordu. Bu sebeplerden dolayı, ben örtünmekten bahsettiğimde o “ Senin örtünmene daha çok var” diyordu. Ama sonradan benim karşıma doğru insanlar çıktı. Ve bir derse devam ettim. Çevremde örtülü insanlar oluşmaya başladı. O İstanbul’a döndüğünde ben artık örtülü biriydim. Ailesi çok soğuk davrandı. Daha yeni örtünmüştüm, küçücük eşarplar takıyordum. İnsanlara hoş görünen bir tarzım vardı. Aynadan da hala vazgeçmemiştim. Onlar çocuklarının mesleki kariyerini baltalayacağımı düşündüler. Onu da etkilediler. Son görüşmemiz çok teatraldi. Ortaköy’de Yahya Efendi tekkesinde mezarların başında beni ağlıyor bıraktı ve gitti...

Evde tartışmalar başladı: Başını açacaksın

G.
1977 doğumlu. Boğaziçi Üniversitesi mezunu. Öğretmen. Bekâr.

...23 Şubat 1997 günü hiç unutmadığım bir tarihtir. O gün okula gidiyoruz. Vezneciler tarafındayız. Sınıfımızdan benimle hiçbir zaman tenezzül edip de konuşmayan bir erkek arkadaş geldi, dedi ki “Seni okula almayacaklar.” “Neden?” dedim. “Çünkü başörtülüsün.” “Sen niye derste değilsin? ”diye sordum “Beni de almadılar.” dedi. “Neden?” dedim. “Çünkü sakalım var.” dedi. Çocuğa baktığımda, yüzündeki sakallar şu teybin mikrofonundaki noktalardan daha büyük değillerdi. Bu da komik bir şeydi...

... Okullar açılacak. Bizim evde haliyle tartışmalar başladı Ne yapacağız? Ben okulu bırakmak istiyorum. Eğer açılırsam, ailem için problem olacağını düşünüyorum. Dördüncü sınıfa geçeceğiz. Babam diyor ki “Okul bitecek!” Biz diyoruz ki “Başımızı açmayalım.” Hani biraz olan, kendimize saygımız de gidecek...

...Şimdi sigara içiyorum manyak gibi! Neden içiyorum? Geberip gideyim diye. Artık umurumda değil ve artık yaşadığım bedene karşı herhangi bir şey yok. Artık tek yapmak istediğim şey, bu kafamdaki bilgilerin tümünü öğrencilere vereyim, bir çıkartayım, sürekli öğreneyim, öğreteyim. Bundan başka hiçbir amacım kalmadı. Tek idealim bu. İnsanlara bir şeyler öğreteyim, öğreteyim... Kafamda bir şey kalmadıktan sonra da geberip gideyim. Artık bir şekilde kendimi yok etme sürecine girmiş durumdayım.

Sığınağın içinde bomba varsa, nereye kaçabilirsin ki? Hiçbir yere!...

Herkes başkasının sahip olduğu hakka göz dikti aslında

A.
1967 doğumlu. Tekirdağlı . Bekâr. Okuyor, yazıyor. Sokak çocuklarıyla vakit geçirmeyi seviyor.

... İstanbul Üniversitesi’nin merdivenlerinde geçişi kapattık. Merdivenlerde duruyoruz ama öğlene kadar oradaki ağaçlar bize gölge yaptı. Öğleden sonra güneşte kaldık. Arkadaşlar dedi ki “Gölge döndü. Öteki tarafta oturalım.” Ben o gün, eylemin bu olmadığını gördüm ve vazgeçtim. Çünkü biz gölgede piknik yapmaya gitmemiştik. Eylem yapmaya gitmiştik...

...Bizler nasıl baktık olaya? Başörtülüler şöyle konuşmaya başladılar. “ Efendim bizi almıyorsunuz. Ama bak şu edebiyat fakültesi alıyor.” Edebiyat Fakültesinde de açtırdılar. Edebiyat Fakültesindekiler de “Bizi almıyorsunuz ama tıpta alınıyor.” dediler. Bunun üzerine Tıp’a geçtiler. Tıptakiler “Bizi almıyorsunuz ama İlahiyat alıyor.” Dediler. Aha ilahiyatı da almıyoruz dediler. İş bitti!

Herkes kendisinin değil diğerinin sahip olduğu hakka sahip olma gayretindeydi. Yani biz hakkımızı ikna edici savunamadık. Televizyondaki açık oturuma katılan kızlarımızı bir düşünün. Kur’an-ı Kerim’de başörtü ayetini aradılar. Bir kâğıda yazıp da gidememişler!


Sınıfa başörtüsüyle girince ağladım

E.
1977 İstanbul doğumlu. Rizeli bir ailenin, dört çocuğunun en küçüğü. İktisat mezunu. Sezai Karakoç, Ahmed Arif okuyor. Resim yapıyor. İşsiz.

...Üniversiteye başlamadan önce bir tedirginlik vardı. Karadeniz Teknik Üniversitesinde, gece öğrencileri başını açmadan içeri girebiliyor dendi bana. Emin değildim.

Okula gitmeden önce bir peruk almak konusunda karar veremedim. Sonunda gittiğimde, hiçbir şekilde başörtüyle girilmediğini öğrendim. Birkaç gün derslere gitmedim.

...Birkaç gün Rize‘de peruk aradım, ama bulamadım. Ve başımı açmak zorunda kaldım. Okula girerken kendimi çok kötü hissetim. Herkes bana bakıyormuş gibi. Arkalarda bir yerde oturdum. Sonuçta kendi kimliğimle bulunmuyordum orda...

... Hiçbir şekilde olumlu ya da olumsuz tepki almadık. Yani bir şeyler bekliyordum aslına bakarsan ben. Yani ne bileyim İslami kesimden insanların yanıma gelip destek olmasını ya da bize karşı olanlardan, bir tepki de görmedim. Bizim okulun büyük çoğunluğu ülkücülerden oluşuyordu. O yüzden pek fazla sol faaliyet olmuyordu.

...Sadece bir arkadaşın peruğunu çekmek istemişlerdi. Okulun bir reisi vardı. O arkadaş, bir şekilde onun kulağına gidecek şekilde konuşmuş “Bizi hiç korumuyorsunuz, bize destek olmuyorsunuz,” şeklinde. O reis de bizimle konuşmak istedi, sınıfımıza geldi. “Nedir sorununuz?” gibisinden bir şeyler sordu. Ben hiçbir şekilde bunları kaale almadım, umurumda değiller!....

...Hava kararmak üzereyken şöyle bir şey yaptık. Okula başörtüyle gittik. Arkadaşlar bizi korudu, bazıları çevresine aldı. Hani başımıza bir şey gelir korkusuyla. Birkaç arkadaş bizi böyle çevirdi, biz orda oturduk ama ben onun tedirginliğini çok yaşadım. Yani perukla girdiğimde ağladığımı hiç hatırlamıyorum ama başörtüsüyle girince ağladım. Arkadaşlarım ne olduğunu falan sordu. Yani onun acısını o gün çok çektim. Hissettim yani. Başörtümleyim, okulun içindeyim. Ama huzurlu değilim. Bunu hissederek ağladım. Çok kötüydüm ...

Bizim biraz ezik davranmamız geçmişle bağlantılı

N.
1970 Samsun doğumlu. Beş çocuklu bir ailenin en küçüğü. Anne ve babasını küçük yaşlarda kaybetmiş. Marmara Üniversitesi Basın Yayın mezunu. Özel bir televizyon kanalında eğlence programları hazırlıyor.

...Liseden alışkın olduğum için üniversitede başımı açmak ters gelmedi ama aynı sınıfta arkadaşlarınla orada açık iken dışarıda kapalı olunca zordu. Dalga geçiyorlardı. Utanç duyuyordum. Ne olduğum gibi görünüyorum, ne de göründüğüm gibi olabiliyorum. O insanlar alay edince, bir aşağılık kompleksine giriyorsun. Tabi ki doğru söylüyorlar. Aynı kişiyle kapıdan içeri girince hiç bir şey olmuyor. Ama kapıdan dışarı çıkınca birden örtünüyorsun. Yanında namahremin oluyor. Alay konusu oluyorsun dolayısıyla. Bundan sen de inciniyorsun, komplekse giriyorsun. Zaten bizim biraz ezik davranmamız geçmişle bağlantılı şeyler.

Ben çok ciddi şeyler yaşamadım. Ama bu hal ve hareketlerle, bakışlarla oldu. Hocalar mesela ben çok çalışkan, araştırmacı bir öğrenci olmama rağmen; benim çalışmama en son bakıyorlardı. Belki de öylesine bakıyor ama diğerlerinkine aferin diyordu. Çünkü ben ikinci sınıf insanım onun gözünde. Önemli bir şahsiyet değilim.

Başını açtığında, Allah’a karşı da çok ezikliğini duyuyorsun. Yani kapıdan dışarıya çıkınca oradaki arkadaşlarıma karşı utanç duyuyordum. İçeriye girdikten sonrada Allah’a karşı utanç duyuyordum.

...Aslında çok da alışkınız bunlara. Beş yıldızlı bir otele ya da restorana gitsen, boğazda bir yemeğe gitsen zaten bu oluyor. Yan masaya yapılan ilgiyle sana gösterilen arasında çok fark var. Uçağa biniyorsun, hostes yan tarafa gösterdiği alakayı sana göstermiyor...

Başörtülüyüm diye işe almak isteyen oldu ama niyeti farklıymış

T.
1980 Erzincan doğumlu. İki ablası, iki kardeşi var. Üniversiteyi başörtüsü yüzünden bitiremedi. Yüze yakın iş başvurusu yapmış. İşsiz.

...Kaydımı yaptırdım ve iş aramaya başladım. Hayatta benim kadar iş arayan ve iş bulan yoktur. Arıyorum, konuşuyorum. Her şey tamam. “Buyurun gelin, görüşelim.”diyorlar. Gidiyorum,beni görüyorlar iş olmuyor. Ben bunu defalarca yaşadım. Hatta bir keresinde yarım saat falan geçmişti görüşmenin üzerinden. Gittim, dedim ki “ Az önce görüşmüştük.” Kadın dedi ki “ Bir dakika, müdürü çağırayım.” Müdür geldi. “Siz bu şekilde mi çalışacaksınız?” diye sordu. “ Ne şekilde çalışmamı bekliyorsunuz?” dedim. “Sizi böyle buraya kabul edemeyiz. Kusura bakmayın. Çıkartın öyle gelin.”dedi. Aslında orada bir şey söylemem gerekiyordu ama söyleyemedim işte. Çok üzüldüm. Çok da işe ihtiyacım vardı. Evde durmaktan kafayı yemek üzereydim. Gazeteleri araştırıyordum, halkla ilişkilerden sorumlu bayan diyor pazarlamacı çıkıyor. Çok yorulmuştum. Aylarca, yıllarca iş aradım.

Bazıları da sırf başörtülü olduğum için almak istiyorlar. Mesela bir tanesi telefonda başörtülü olduğumu duyduğunda çok sevinmişti. Ben neden başörtü sorun olmuyor, diye çok şaşırdım. Herhalde bu işyerinin sahipleri çok Müslüman insanlar diye düşündüm. Gittim, öyle kıytırıktan bir yer. Mutfak eşyaları satıyorlar. Pazarlamacılık yapıyorlar. Benim de gelenleri karşılamamı istiyorlar. Neden ben? Sebep başörtüm! Çünkü başörtüsü, insanlara güven veriyormuş. Sonradan öğrendim ki orası da paravan bir şirketmiş. Sattıkları eşyaların arızaları falan varmış. Eee, gelenleri de ben karşılayacağım ya. İnsanları ikna etmem gerekiyor. Başörtülüyüm diye onlara güven verecekmişim. Onu da ben istemedim…

... En sonunda hayallerim gerçek oldu ve büyük bir yere kapağı attım. İki sene boyunca çalıştım. Çok güzel bir ortamdı. Her yer benim gibi insanlarla doluydu. Hiçbir sorun çıkmadı. Ta ki o malum zamana kadar. Baskılardan o kadar korkmuşlardı ki; kim gelse bizi saklarlardı. Kaymakamın ilk ziyaretinde, etraf başörtülü doluydu. İkinci defa geldiğinde bizi sakladılar ya. “Önceki geldiğimde var olan pisliği temizlediğiniz için teşekkür ederim.” dedi. Bizi kastediyor. Çok zoruma gitti. Arkadaşlarım hep ağladılar. Önemli birisi geleceği zaman bizi odaya saklarlardı.

Daha sonra kapalıları soyutlamaya başladılar. Patronlar da bir cemaatin önde gelenlerinden. Üniversite zamanlarında bu işin mücadelesini vermişlermiş! Ancak yavaş yavaş bu adamların hareketleri arkadaşlarla zorumuza gitmeye başladı. İşe alınmak için açık olmak yeterliydi. Yemin ediyorum, açık olmak, güzel olmak birinci derece şarttı...

... Annem artık kafayı yiyeceğim diye korkuyor. Bir ara bağırıp, çağırıyordum. O kadar kızgındım ki; annem, kardeşlerim yanıma yaklaşamıyorlardı. Kimseyle konuşmuyordum. Odaya gidip, ağlıyordum, ağlıyordum... Annem “Seni bir doktora götürsek” diyordu. Bir ara çok zayıfladım. Hele işten de çıktıktan sonra. Sürekli sakinleştirici alıyordum. Ya zaten zar zor bulabilmişim işi. Bir de bu eziyetleri kendi insanının yapması var ya... Bir türlü kaldıramadım bunları. Çok zoruma gitti. Bu insanlar benim göz yaşlarımın hesabını nasıl verecekler?...

60 yaşındaki kadınlar imam hatipli çocuklara laf atıyordu

N.
1981, Istanbul doğumlu. Amatör olarak radyoculuk yapmış. İşsiz. Hevesle örtünmüş. Ancak baskılara dayanamamış. Şimdi, tekrar başörtülü.

...Başörtülüler sadece kamu alanında çalışırken, ya da okurken zorluklarla karşılaşırlar gibi bir düşünce var. Sokaklar da var aslında. O zamanlar açıktım ve bir radyoda çalışıyordum. Sokakta yürüyen imam hatip öğrencileri gördüm. “Keşke açılmasıydım.” dediğim dönemlerdi. Yanımdan geçen bu öğrencilere yaşını başını almış 60 yaşlarında iki bayan laf attı. Çok çirkin bir şekilde bağırarak, sözlü saldırıda bulundular. Bu benim aklıma hemen şunu getirdi. “Keşke açılmasaydım diyordum, ama acaba ben iyi bir şey mi yapmışım? Acaba neden böyle bir saldırı oluyor? Kendilerinden yaşlarca küçük insanlara nasıl böyle davranabiliyorlar? Bu insanın psikolojisini nasıl etkiler? Ben de o yaşları yaşadığım için, biliyorum. O imam hatipliler en fazla 13-14 yaşlarındaydı.

... Bir keresinde bankada işlem yaparken, bir veznedarın tavırların anlatmak istiyorum. Veznedar ve banka içindeki o insanların. İşlemlerimi yaptıracağım. Veznedar benden sonraki açık bayanın işlemlerini öne aldı.Ve ben tepki gösterdiğimde, “Fazla uzatma!” gibi laflarla sesimi kesmeye çalıştılar.

Ufacık çocuklar bize öcü gibi bakarsa, büyüdüklerinde, diğerleri gibi davranmaları içten bile değil. O yüzden de düzen değişmez. Ama Allah’tan da ümit kesilmez....

Gece bekçisiyle okula girer sabahı beklerdik

T.
1967 Konya doğumlu. Evli. Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunu. Atölyesinde tezhip dersleri veriyor.

...Gece bekçisiyle, giriyorduk okula. Çok sabah namazı kıldık okulun mescidinde. Nöbet değişiminden sonraki bekçi, bizi içeriye almıyor diye. Erzurum ve buz gibi bir mescit... Biz yirmi -otuz kız mescitte oturuyor ve hiç konuşmuyorduk. Kesinlikle çıt yok. Belki dekanlık mikrofon yerleştirmiştir. Belki fark ediliriz de gece bekçisi de almayabilir bizi diye...

... Başörtüsünün mücadelesini galiba hep verdik bir şekilde. Üniversite hayatı mücadele ile geçti. Problemler başladığında, eve telefon açtım. “Burada başörtüsü yasaklanıyor. Ben eve dönüyorum, başımı açmamak için.” “Hayır, okuluna devam edeceksin, sakın buraya gelme!” diye bir cevap aldım. Ve ne yapacağımı bilemedim açıkçası ve şaşırdım.

Dokuz yaşında takmıştım başörtüyü, babamın arzusuyla. Çok da severek taktığımı söyleyemem. O yaşta gereksizdi bence, o baskı. Ama daha sonra imam hatipte bunun gerekli olduğuna inandım ve severek taktım.

Dokuz yaşında örttür, ilahiyata gelince “Hayır dönmeyeceksin eve!” gibi bir cevapla karşılaş. Tabi, bir zaman ikilem içerisinde kaldım. Ama belki de bu; benim içimdeki fırtınaları daha bir coşturdu ve mücadele ruhumu kamçıladı. Ve açmadım. Açamazdım da. Çünkü başörtüyü açtığımda neler hissedeceğimi biliyordum. Bunu lisede yaşamıştım. Kenan Evren devrinde bir pazartesi günü açtık, girdik. Sınıftaki erkekler ıslık çalmaya başladılar. O kadar zorumuza gitti ki, kendimizi çıplakmış gibi hissettik. O günü hiç unutmuyorum.

...1992 senesinin 7 Aralık günü öğretmenliğe başladım. Öğretmenliği istiyordum. Seviyordum açıkçası. Yedi yıl sürdü. Şimdi evdeyim. Niye evdeyim? Başımı örttüğüm için. 92’den 98 sonuna kadar gayet güzel bir öğretmenlik yaptığıma inanıyorum. Ondan sonra problemleri başladı. Öncelikle kınamalar veya işte ihtarlar, uyarılar tarzında oldu...

... Yasak döneminde komik şeyler de gördük. Bir arkadaşımız keçi sakalı gibi bir peruk bulmuştu. Sırf inadına. Eşarbın üstünden onu takıyordu. Tepesi böyle kukuletalı. Aralardan başörtüler görünüyordu. Ona gülüyorduk...

Okul müdürümüz başörtüsü düşmanıydı

S.
1970 doğumlu. Balıkesirli çiftçi bir ailenin çocuğu. İki üniversite bitirmiş. Öğretmen. Çok okuyor, türkü dinliyor. Görüşme yapıldığında on beş günlük evliydi.

...Okul müdürüm dedi ki “Müfettişlerden kurtulmak ve çevreyi değiştirmek için senin tayinini başka bir okula yaptıralım.” Ben de tayinimi Ümraniye’ye yaptırdım. Ancak maalesef Ümraniye’deki okul müdürüm başörtüsü düşmanı, din düşmanı çıktı. Oradaki öğretmenler ve okul müdürüm tarafından defalarca müfettişe şikâyet edildim.

Bir günü hiç unutmuyorum; ders işliyordum. Kapı çaldı. Dörtleri okutuyorum o zaman. Öğrencilerim, bir erkeğin geldiğini fark etmişler. Derste başım açık, teneffüslerde kapatıyorum. Bir erkek çocuğum koşa koşa gitti ve kapıyı tuttu, açmıyor. “Öğretmenim başınızı kapatın! Erkek geldi!” Ben başımı kapattım, ondan sonra kapıyı açtı. Gelen de meğerse müfettişmiş. Müfettiş şoke oldu. “Siz ne yapıyorsunuz hoca hanım?” dedi. “Başımı kapatmak istedim, öğrencim de kapıyı kapattı. ”dedim. “Nasıl olabilir böyle bir ülkede bu?” dedi. Ben de bunun üzerine dedim ki “Bu ülke gayrimüslim bir ülke değil ki, Müslüman bir ülke.”

Müfettiş “Şu an başörtünü açmanı ve seni teftiş etmek istiyorum.” dedi. Sınıfın içindeyiz, çocuklarım da bana bakıyor. “Açmadan teftiş etmek isterseniz, buyurun ben ders anlatabilirim.” dedim. Müfettiş birkaç kez tekrar etti isteğini. Hep aynı cevabı verdim. Bunun üzerine müfettiş hışımla çıkarken dedi ki:

“Müdür odasına geleceksin.” Hiç unutmuyorum bir Cuma günüydü. Sela okunuyordu ve benim savunmam alınıyordu. Ben hiçbir selayı bu kadar içten dinlediğimi ve Allah’a yaklaştığımı hissetmemiştim. O an dedim ki sonuç ne olursa olsun; bunun mücadelesini vermek zorundayım.

...Fadime Şahin olayını, birileri tarafından oluşturulmuş bir senaryo olarak görüyorum. Bu olay başörtülülerin olumsuz etkilenmesi için yapılmış bir hareket olduğu için maksat hasıl olmuştur. O dönem biz dışarı çıktığımızda değişik şekillerde tepkiler alıyorduk. “İşte Fadime Şahin’ler bunlar. Başörtü takıyorlar. Ama affedersiniz, her şeyi de kolaylıkla yapıyorlar. Başörtü taktıklarına bakmayın!” Dışı sizi içi beni yakar misali. Çok fazla tepki aldık. Hatta ailemden o dönem başımı açmam dahi istendi. Niye? Herkes seni de, onun gibi görüyor diye...

#28 Şubat
#Gülçin Durman
#Mihrimah Uluçam Küçük
2 yıl önce