|

İstanbul’un hafızası mezarlıklarda

Dr. Yunus Uğur’un yöneticiliğini ve editörlüğünü üstlendiği, İstanbul Şehir Üniversitesi Şehir Araştırmaları Merkezi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültürel Miras Müdürlüğü’nün ortaklaşa yürüttüğü ‘İstanbul Türbe, Hazire ve Kabirleri’ envanter projesi tamamlandı. Uğur’a göre İstanbul’un kabir ve mezarlıkları kentin hafızasını oluşturuyor.

04:00 - 14/04/2019 Pazar
Güncelleme: 22:08 - 13/04/2019 Cumartesi
Yeni Şafak
Dr. Yunus Uğur
Dr. Yunus Uğur

Türbeler ve kabirler ölümün son mekansal durakları olarak sembolik düzeyde pek çok anlama sahip olmalarının yanı sıra tarihin bizlere bıraktığı önemli külütrel miraslar olarak son derece kıymetli. Mezarlar ve taşları şehir tarihçileri için de önemli bir araştırma malzemesi. Yöneticiliğini ve editörlüğünü İstanbul Şehir Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Tarih Bölümü’nde öğretim üyesi Dr. Yunus Uğur’un üstlendiği, İstanbul Şehir Üniversitesi Şrhir Araştırmaları Merkezi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültürel Miras Müdürlüğü’nün ortaklaşa yürüttüğü ‘İstanbul Türbe, Hazire ve Kabirleri’ envanter projesi tamamlandı. Dört ciltten oluşan envanterde Fatih, Eyüpsultan, Üsküdar ve Beyoğlu’nda bulunan hazire, kabir ve türbeler yer alıyor. Projenin detaylarınıanlatan Uğur, mezar taşlarının kent hafızasını ve kültürünü oluşturduğunu hatırlatarak “Kabirler, insanların yerleşimi için bir mihenk taşı. Şehirler nasıl ortaya çıkmıştır sorusunun ilk cevabı. İnsanlık tarihinde canlılardan önce ölüler yerleşik olmuştur. Şehir mezarların etrafına kurulmuştur. Canlılardan önce ölülerin şehri ortaya çıkmıştır” diyor.


80 BİN İNSANIN HİKAYESİ

2015’te İBB Kültürel Miras Müdürlüğü, İstanbul’un pek çok yerinde kabirleri bulunan ni’mel ceyşleri (İstanbul’un fethine katılmış askerler) araştırmak istendiğinde Uğur da projeye dahil olmuş. Böylece İstanbul Türbe, Hazire ve Kabirleri’ envanterini çalışmaya başlamışlar.

Bugüne kadar ortaya çok sayıda önemli kabir çıkarıldığını belirterek “Hazirelerin tespiti çok iyi oldu. 700 kadar hazire keşfettik” diyen Uğur, her bir hazirede pek çok kabir olduğuna dikkat çekerek şunları söylüyor: “Kimisinde on kimisinde bin kabir. Bunların yerlerinin tespitini yaparak sonraki çalışmaların da önünü açtık. İstanbul’da 80 binden fazla mezar taşı olduğu tahmin ediliyor. Şu anda bunların belki on bin kadarı üzerinde çalışma yapıldı. Belediye bir sonraki proje olarak bu taşların hepsini okuyup gün yüzüne çıkarmak istiyor. Gerçekten büyük bir iş, İstanbul tarihine katkısı çok büyük olacaktır. Burada 80 bin İstanbullu’nun hayat hikayesi var. Projede türbeler de tama yakın -300 kadar- tespit edilmiş oldu. Daha da önemlisi bu türbelerin içerisindeki yüzlerce -bazıları bilinmeyen- kabir kaydedildi. 200 kadar ni’mel ceyş kabri ve 30 kadar sahabe makamı da kitapta yer aldı. Daha yapılacak elbet çok iş var. Büyük bir miras.”

Envanterin ortaya çıkarılması için önce alan çalışması yapıldığını ve tespitler, haritalama ve fotoğraflamalarla çalışmaya başlandığını belirten Uğur, bunun bir kültür hizmeti olduğunu ama asıl değerlendirilmesi gerekenin literatür olduğuna dikkat çekiyor. Uğur, “Bundan sonra bu envanter, kabirler üzerine çalışma yapacaklar için bir zemin oluşturuyor. Akabinde bir veritabanı oluşturduk. Hazirelerin, kabirlerin ve türbelerin tam sayılarını, hakklarındaki çok kapsamlı bilgileri içeriyor. Hatta günümüze ulaşmayan türbe ve kabirleri de ortaya çıkarmış olduk. Şimdi yerlerinde olmasalar dahi araştırmamız çerçevesinde onları da kayıt altına almış olduk. Bu envanteri, ziyaret rotaları da içerek şekilde web portalı olarak da hazırladık. Yakın zamanda belediye tarafından açılışı yapılacaktır. Her ilçe için 30’ar dakikalık belgeseller çektik. Bu belgeselleri de belediyeye teslim ettik. Onlar da yakın zamanda kamuoyuyla paylaşılacaktır” diyor.

Farklı alanlarda çalışan araştırmacıların bu araştırmadan yararlanacağını belirten Uğur, mezarların üzerindeki yazılar, süslemeler ve taşların biçimleri sanat tarihçilerinin araştırma alanına girdiğine, tarihçiler ve edebiyatçılar için ise metinlerin içeriğinin önem arz ettiğine dikkat çekiyor. Uğur, aruz vezniyle yazılan mezar taşı yazıları olduğuna dikkat çekerek “Seksen bin taşın hepsi okunsa İstanbul’da bir sürü insanın ölüm tarihi, aile bağları, meslekleri ve daha birçok bilinmeyen ortaya çıkacak. Sosyal bilimciler için de toplumun ölüm algısı ve törenlerini anlamağa dair bir hazine” ifadelerini kullanıyor.


HAYATIN YANSIMASI

Şehir tarihçileri için mezarların şehirdeki konumlanması önemli olduğuna vurgu yapan Dr. Yunus Uğur şunları anlatıyor: “Kabirler, insanların yerleşimi için bir mihenk taşı. Şehirler nasıl ortaya çıkmıştır sorusunun ilk cevabı. Canlılardan önce ölüler yerleşik olmuştur. Şehir, mezarların etrafına kurulmuştur. Canlılardan önce ölülerin şehri ortaya çıkmıştır. Lewis Mumford’un Tarih Boyunca Kent diye bir kitabı var. Orada “Canlıların şehirleri yok olabilir ama ölüler şehri asla yok olmaz, dönüş yine ölüler şehrinedir” der. Tek tek kabirler kişi ve ailelerin, türbeler ise şehirlinin ortak değeridir. Mezarlıklar ise şehrin tanımı, sınırı, kültürü, hafızasıdır. Nerede kabristan varsa orada şehir vardır. Osmanlılarda ölülerin olduğu yere kabristan denmesi boşuna değil. Kabir ülkesi-şehri manasına gelir. Aynı şekilde Mevleviler sessizler diyarı anlamına gelen hamuşan diyorlar. Mezarlıklar ölülerin terk edildiği bir yer değil. İnsanlarla ölüler diyarı arasında çok sıkı bir irtibat var. Roma’da- Bizans’ta da aynı anlama gelen nekropolis var. Sadece İslam kültürüne ait değil. Ölüler kenti tarihte hep yaşayanlarla yan yana ve iç içe. Kültürler bu iç içeliğin derecesi, mesafesi ve yaygınlığında farklılaşır.” Uğur, Osmanlı mezarlıklarının gündelik hayatın bir yansıması olduğunu, insan nasıl yaşamış ise hangi mesleği yapmışsa onu kabirde de devam ettirdiğine dikkat çekiyor. Uğur şunları anlatıyor: “Dervişse dervişliği devam ediyor. askerse askerliği, saraylıysa saraylılığı. Bu kadar farklı biçimde mezar taşını başka türlü izah etmek mümkün değil. Mezar taşlarına bakarak altında yatanın ulema mı, sufi mi, saraylı mı, kadın mı, erkek mi olduğunu anlıyoruz. Mezarlarını bu kimliklere göre yapıyorlar. Hayat ile ölüm arasında çok ince bir çizgi var. Mezarlıklar şehrin yani hayatın bir yansıması. Hayat devam ediyor gibi. Ölüler kabir ve türbe olarak ve pencereli, ağaçlıklı, cennet mezarlıklarında topluca varolmaya devam ediyor; taşları yazı ve biçimleri ile buna şahitlik ediyor. Geride kalanlar ise duaları, ziyaretleri, söylenceleri ile onları hayatlarının ve şehrin bir parçası halinde tutuyor. Osmanlı İstanbulu’nda mezarlıklar güzeldir, çünkü şehirlilerin ve şehrin hafıza ve kültürünün bir parçasıdır. Bu bize bir toplumun, bir medeniyetin ölüm ve öteki hayatla irtibatı hakkında çok net şeyler söylüyor. Kültürümüzde ölümle ilgili dini ve folklorik onlarca özlü söze bakılırsa buna hak verilecektir. Bugün ölümden bahsetmek bile bazen yadırganmaktadır ve tabii bu da mezarlıklara ve kültürüne yansımaktadır.”


Kültüre vakıf olmak önemli

Osmanlı döneminde de mezar taşlarının çoğu insan tarafından okunamadığını söyleyen Uğur, o dönemde bütün dünyada olduğu gibi o dönemde Osmanlı’da da okuma yazma oranı çok düşük olduğuna dikkat çekti.Uğur şunları söylüyor: “Okuryazarlık nedir sorunusu cevaplamakla başlamalı. Okuryazarlık bir kültürdür ve çok çeşiti vardır. Bir mezar taşının üzerindeki sembollere bakıp ne olduğunu anlıyorsanız, mezarın ulemaya mı, bir sufiye mi bir erkeğe veya bir kadına mı ait olduğunu anlıyorsanız ve duasını yapıyorsanız o mesajı almışsınızdır. Tamamını okuyup anlamak ayrı bir iştir. Önemli olan bu kültüre vakıf olmak. Bugün eksiğimiz bu ve mevcut çalışmaların temel motivasyonu da bu ihtiyaç. Yoksa bu çok değerli miras hep bakıma muhtaç olur.”

#Dr. Yunus Uğur
#Türbe
#Mezarlık
5 yıl önce