|

Kahraman ya da kurban değiliz

Filistin Kültür Bakanlığı Sinema Bölümü Direktörü Lina Bokhary, ülkelerinde sinemanın 2000’li yıllardan bu yana dünyaya açıldığını söylüyor. Bokhary, ”Artık filmlerde meselemizi kahraman ya da kurban olarak değil, tüm gerçekliğiyle yansıtmayı başardık” diyor.

Hatice Saka
04:00 - 18/11/2018 Pazar
Güncelleme: 12:32 - 17/11/2018 Cumartesi
Yeni Şafak
​Filistin Kültür Bakanlığı Sinema Bölümü Direktörü Lina Bokhary, ülkelerinde sinemanın 2000’li yıllardan bu yana dünyaya açıldığını söylüyor
​Filistin Kültür Bakanlığı Sinema Bölümü Direktörü Lina Bokhary, ülkelerinde sinemanın 2000’li yıllardan bu yana dünyaya açıldığını söylüyor

Bu yıl 8’nci düzenlenen Malatya film festivalinin konuk ülkesi Filistin idi. Festivale Filistinli konuklar geldi ve Filistin filmleri gösterildi. Biz de bu vesile ile Malatya’da Filistin Kültür Bakanlığı Sinema Bölümü Direktörü Lina Bokhary ile bir araya geldik. Türkiye’ye ilk kez gelen Bokarhy, halkın ilgi ve sevgisinden çok etkilenmiş. Kendimi Filistin’in bir şehrinde gibi hissettim diyen yönetmen, “Filistin Sinema Günleri festivalinin altıncısında Türkiye’yi ağırlayacağız. İki ülkenin sinemasını daha çok buluşacak” ifadelerini kullandı. Filistin sinemasının 2000’li yıllardan itibaren uluslararası festivallerde boy gösterdiğini söyleyen Bokahry, eskiden filmlerin kahramanlık ve kurban olmak üzerine yoğunlaştığını günümüzde ise yönetmenlerin gerçeklikleri yansıtmayı başardığını söylüyor.


Türkiye’de bir festivale daha önce katıldınız mı?

Hayır, Türkiye’ye ilk gelişim. İlk ziyaretim de Malatya’ya oldu. Bu tamamen güzel bir tesadüf neticesinde gerçekleşti. 2017 yılında Filistin, Cannes Film Festivaline katılmıştı. Bu olay bizim için tarihiydi. Cannes’da Malatya film festivali ekibinden arkadaşlarla tanıştım. Şimdi buradayım. Filistin’i konuk ülke olarak ağırladıkları için de büyük mutluluk duyuyorum.


Peki Malatya’yı nasıl buldunuz?

Filistin ve Türkiye arasında çok fazla benzerlik var. Kültürü ve şehrin tabiatı bana ülkemi hatırlattı. Özellikle Malatya’nın eski yerleşim merkezlerine yaptığımız gezilerde kendimi gurbette gibi hissetmedim.

Festivali nasıl buldunuz?

Burada olduğum için büyük mutluluk duyuyorum. Türkiye ile Filistin arasında çok güçlü bir bağ var. Festivale konuk olmamız, her iki ülke adına değerli bir kazanım oldu. Filistin filmlerini Türkçe altyazı ile halkla buluşması beni çok etkiledi. Geçtiğimiz haftalarda Boğaziçi film festivalinde “En İyi Ulusal Uzun Metraj Film” ödülünü Filistinli yönetmen Bassam Jarbawi kazandı. Türkiye ve Filistin arasındaki bu sanatsal birliktelik umut verici.

Peki önümüzdeki dönem ortak çalışmalar var mı?

Bu yıl 17- 23 Ekim tarihleri arasında 5. Filistin Uluslararası Film Günleri gerçekleşti. Kudüs, Ramallah, Beytüllahim, Nablus ve Gazze gibi beş farklı şehirde film gösterimleri ve etkinlikler oldu. Önümüzdeki

yıl festivalimizde Türk filmlerine de yer vereceğiz. Gelecek yıl Malatya Film Platformu’nda Filistin de olacak.

Filistin sineması ilgili neler söyleyeceksiniz?

Sinema tarihine baktığınız zaman Fransız, Alman, Amerikan ya da nereli olursa olsun bir ülkenin sinemasından bahsetmek için orada istikrar olması gerekir. Güvenlik, refah ve devlet desteği bir ülke sinemasını kalkındaracak ve var edecek unsurlar. Ancak maalesef Filistin tarihi boyunca bir kez bile istikrara kavuşmadı. O nedenle bu ülkede film üreten tüm sinema sanatçılarına büyük saygı duyuyorum. Çok ağır şartlarda çalışıyorlar. Kültür Bakanlığı’nda içinde çalışmış olduğum sinema bölümü de filmlere destek oluyor.

Eminim karşınıza büyük zorluklar çıkıyordur?

Bir filmi çekmenin nerede olursanız olun kendi içinde handikapları var. Tüm dünyada bu böyledir. Filistin’de bu zorlukların üzerine onlarcasının konduğunu hayal edin. İstikrarın olmayışı, maddi kaynakların yetersizliği ve daha pek çok zorluğa rağmen bakanlığımız Filistin sinemasına destek için büyük çaba harcıyor.

Siz ne zamandır bu görevi yürütüyorsunuz?

Dört yıldır bakanlıkta çalışıyorum. Bu görev benim için bir şeref. Bakanlıkta sinema bölümü 1994 yılında tesis edildiğinden beri her geçen yıl biraz daha iyiye gidiyor. Elbette halen çok fazla engelle karşılaşıyoruz. 2017 yılında ilk defa bir Filistin filmi, Cannes film festivaline katıldı ve bu bizim için tarihi bir zaferdi. Nekbe’den 70 yıl sonra tüm dünyaya “Buradayız. Biz bu topraklarda hep olacağız” dedik. Ortaya çıkardığımız eserler, tecrübelerimiz ve sesimizle biz bu topraklardayız. Bütün baskılara, maddi imkansızlıklara rağmen sinemamız var olmayı sürdürüyor. Tüm dünyaya bunu kanıtlamış olduk.

Çok sayıda ünlü yönetmen çıkardınız?

1948 yılındaki Nekbe’den 1967 yılındaki Nekse’ye Filistinli sanatçıların birçoğu farklı bölgelere dağıldılar. Filistin’in Nasra kentinden önemli yönetmenler çıktı. Özellikle ünlü yönetmen Michel Khleifi genç sa0*natçılar için bir yol açtı.

Filistinli kadın
yönetmenler başarılı
Malatya film Festivali’nde kadın yönetmen Annemarie Jacir’in “Düğün Davetiyesi” filmi gösterildi. Filistin’de kadın yönetmenler ön plana çıkıyor sanki?

Kesinlikle. Hatta birçok gelişmiş ülkeye nazaran daha fazla kadın yönetmeniz var. May Mısri, Najwa Najjar, Annemarie Jacir, Şirin Deybis ve o kadar çok isim var ki hepsini burada saymam mümkün değil.


Çalıştığınız kurum neler yapıyor?

Tehditlere rağmen Filistin sineması çok canlı. Kaynaklar yetersiz ama biz de yaratıcılık sıkıntısı yok. İnancımız çok kuvvetli. Filistinli yönetmenler çok farklı ortamlarda büyüdükleri için hepsinin tarzı farklı. Örneğin bir filmi sesi olmadan izlediğiniz zaman onu isimlendirebilirsiniz. Fransız, Alman ya da hangi ülkeye ait ise bilebilirsiniz. Filistin sineması çok zengin olduğu için onu ayırt edemezsiniz.


Siz Amerika’da sinema eğitim aldınız. Ancak Filistin’e geri döndünüz. Bu kararınızda ne etkili oldu?

Altı milyon göçmen Filistinli gibi biz de ülkemizden ayrılmak zorunda kaldık. Kuveyt’te doğdum. Babam Kudüs doğumlu Nekse’den sonra ülkeden ayrılmış. Oslo anlaşmasından sonra döndük. 1995 yılında Amerika’da eğitim almak için ayrıldım ama geri döndüm. Bir yere insanı bağlayan hatıralarıdır. Benim Filistin’de çocukluk hatırlarım yoktu. Büyüklerimden dinlediğim şeylerle ülkemi hayal etmeye çalışırdım. Ülkeme döndüğümde zor günlerde, savaş ve şiddetin içinde hiç olmamıştım.


Peki bu bağı nasıl kurdunuz?

İkinci intifada yaşandığında ise Filistin’deydim. İşte ülkemle ilk gerçek bağlantımı o zaman kurdum. O günden sonra asla Filistin’den kopamadım. Filistin meselesi çok derin ve karmaşık. Techir, kalanlar, göçenler, esirler, Gazze’deki gibi büyük açık bir hapsihanede yaşayanlar ve daha pek çok şey. İnsanlarımızı, hatıralarımızı, arşivlerimizi kaybettik. Bu çok yorucu ve üzücü. Şu an bunları konuşmak bile çok acı veriyor. Yeni nesil tüm bunların hepsini iyi biliyor. Yaşanan acı tecrübeler bize güç veriyor, direncimizi artırıyor. Özellikle sanat en güçlü direniş yöntemimiz.

Uluslararası arenada başarılarınız devam ediyor değil mi?

2019 yılı Oscar’a aday en iyi yabancı film listesi açıklandı. Bu listede Filistin yapımı Ghost Hunting filmi de var. Bu bizim için büyük başarı.


SİNEMA
EN ETKİLİ
DİRENİŞ
İsrail’e karşı direnişte sinemanın rolünü değerlendirir misiniz?

Sanatlar arasında sinema direnişin sesini en çok duyurabileceğimiz alan. Ben şöyle düşünüyorum. Bir kişi kendisine yönelen tehlikeye karşı bütün bedeniyle direnir. İşte kimliğin ve kültürün bu bedendir. Eğer kültürünü kaybedersen her şeyini kaybetmiş olursun. Sadece Filistin meselesi üzerinden konuşmuyorum. Bir insan başkalarının hayatta kazandığı tecrübeleri öğrendikçe gelişebilir. İnsanı insan yapan korku, sevinç , acı, hepsi ortak duygular ve bunun dili de sanattır. Ancak sanat yoluyla başkalarının vicdanına dokunabilirsiniz.


NEKBE
VE NEKSE
DÖNEMİ
Filistin sinema tarihi çok daha eskilere dayanıyor değil mi?

Eskiden devrim sineması vardı ve önemli yapımlar ortaya çıkardılar. 1941 yılında Nablus’ta dünyaya gelen Süleyfa Cadallah, Filistin’in ilk yönetmeni. O ve arkadaşları 1968 yılında ilk sinema kuruluşunu tesis ettiler. Filistin sinemasının ilk şehidi Caddallah’ın ekibinde olan kameraman Hani Cevher idi. Filistin sinemasının kökenleri sağlam. Nekbe, Nekse, İsrail saldırıları, abluka ve işgal elbette sinemanın gelişim seyrini etkiledi.


Özellikle Nekbe dönemi tüm Filistinliler için sarsıcıydı. Çok sayıda sanatçı ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Kimileri yurtdışına, kimileri kamplara gitti. Bu şoku atlatıp kendine gelebilmek için bir yol kat etmelisin ki diğer aşamaya geçebilesin. Bütün bunlara rağmen filmler çekildi. O yıllarda bir insanın doğal tepkisi olarak vatan özlemini yansıtan eserler ortaya çıktı. Bir toprağı kaybetmenin verdiği burukluk hissini yansıttılar. Filmlerde ya kahraman ya da kurban olarak yansıtılan karakterler vardı. Şimdi Filistinli yönetmenler bundan kurtuldu. “Biz kahraman ya da kurban değiliz” dediler ve kendi gerçeklikleriyle yüzleştiler. Bu bakış açısı sinemamızı bir yere taşıdı. Filistin sineması tam olarak 2000’li yılların başından itibaren birçok uluslararası festivallerde boy gösterdi. Örneğin Filistinli yönetmen Elia Suleiman Altın Küre ödülünü kazandı.



#kahraman
5 yıl önce