|

Kardeşten kardeşe kuşaklar değişiyor

Adı Konmamış Çağda Yeni Anne Babalar adlı kitapla “Uzak Yakın Sohbetler” serisine devam eden Nazife Şişman ve Fatma Barbarosoğlu’nun ikinci kitabı Adı Konmamış Çağda Anne Babalar okurla buluştu. Değişimin hızına dikkat çeken Fatma Barbarosoğlu, “Günümüzde iki kardeş arasındaki kuşak farkı yüzyılın başındaki dede torun farkına eş değer neredeyse. Dolayısıyla ebeveynler her çocukta ilk defa çocuk sahibi olmanın acemiliğini yaşıyor” diyor.

04:00 - 18/04/2021 Pazar
Güncelleme: 00:40 - 18/04/2021 Pazar
Yeni Şafak
Fatma Barbarosoğlu
Fatma Barbarosoğlu
BEYZA KARAKAYA

Fatma Barbarosoğlu ve Nazife Şişman gündelik hayatın kaydını tutan, “olmakta olan nedir?” sorusunun peşine düşen ve bu hususta çalışmalar yapan iki kıymetli sosyal bilimci/yazar. Her iki yazarın ortak çalışması olan “Uzak Yakın Sohbetler” serisinin ilk kitabı Karantina Günlerinde Evin E-Hali 2020 yılının Ağustos ayında İnsan Yayınları arasında raflarda yerini almıştı. 2021 Mart ayında ise aynı yayınevinden serinin ikinci kitabı Adı Konmamış Çağda Yeni Anne Babalar okuyucu ile buluştu. Barbarosoğlu ve Şişman sorularımızı cevaplandırdı.

Aslında “Uzak Yakın Sohbetler” serisinin başlama hikâyesi uzak ile yakının muğlaklaştığı pandemi dönemine rastladı. Belki bu yüzden, dinleme ve sohbet kültürünü tekrar yükselişe geçirdi. Siz de her iki kitapta okuyucuyu da içine alan bir sohbet yöntemini kullanıyorsunuz. Kitabı bu şekilde inşa etmenizin yükselişe geçen sohbet kültürü ile bir ilişkisi var mı?
Fatma Barbarosoğlu:
“Uzak-yakın” sohbet frekansını 1999’dan bu yana sürdürüyorduk esasında. Bu anlamda ilk kitabımız Kamusal Alanda Başörtülüler. Fakat uzun bir süredir niyet ettiğimiz halde sohbetlerimizin kaydını tutmuyorduk. Bizim sohbetlerimize kulak misafiri olan evlatlarımız dahi ikaz ediyordu “Söz uçuyor, şu sohbetlerinizi kayıt altına alın” diye. Pandemi ile birlikte kayıtlı olanın kıymetini daha yoğun olarak hissettik diyebiliriz.
Nazife Şişman:
Biz İstanbul’un iki yakasında oturan iki arkadaş olarak fikir teatilerimizi hem kavramsal düzeydeki tartışmalarımızı hem de gündelik hayat düzlemindeki sohbetlerimizi daha ziyade telefon telleri üzerinden gerçekleştirme itiyadında olduk yıllardır. Pandemi döneminde geleceğe kayıt bırakma ihtiyacını daha yoğun hissettik ve sohbetin sıcaklığını yazılı harflerin gövdesine yüklemeyi düşündük. Daha doğrusu sevgili arkadaşım Fatma Barbarosoğlu düşündü ve böyle bir teklifte bulundu. İyi ki de bulundu, neticesi “uzak-yakın sohbetler” serisi olarak berekete dönüştü.

DEĞİŞENDE DEĞİŞMEYENİ ARAMAK

Karantina Günlerinde Evin E-Hali kitabınızda geçtiğimiz yıl pandemi sebebiyle ekran önünde gerçekleşen bayramlaşmalar özelinde “değişende değişmeyeni” aramak ve bulmak bahsi üzerine duruyorsunuz. Adı Konmamış Çağda Yeni Anne Babalar kitabınızda da sıkça tekrar ettiğiniz bir kalıp bu, “Değişende değişmeyen” şey nedir?
F.B:
Benim en başından bu yana çalışma alanımın temel izleği değişende değişmeyeni, değişende değişen şeyin ne olduğunun peşine düşmek. Bu iki soru, birbirinin içinden akan nehrin yükünü taşıyor. Cevaplaması bugünden yarına mümkün değil. Tarih bir süreklilik içinde akıyor bir tarafıyla ama diğer tarafıyla değişen pek çok şey var. Değişen pek çok şeyi kavramların tarihinde bulmak mümkün. Kelime, kavram aynı ama muhtevası aynı değil esasında. Fakat biz bunu aynı zannediyoruz. Cesaret ya da şefkat mesela. Zaman içinde muhtevası dönüşüyor.
N.Ş:
Modern dönemi değişimin hızlandığı dönem olarak tanımlayan sosyal bilimciler var. Bu hız sebebiyle sadece değişime odaklanıyoruz, oysa toplumsal dokuda sürekliliklerin izini takip etmek de önemli. Kurumlar, kavramlar bazen şekil olarak varlığını sürdürüyor ama muhtevası değişiyor. Bazen de ortadan kalktığını düşündüğümüz eğilimler, anlayışlar, kabuller yeni şekiller alarak var olmaya devam ediyor. Toplum içinde insanı anlamak için bu iki bakış açısına da ihtiyacımız var. Toplumu, insanı, tarihi sadece “kopuş”lara odaklanarak anlayamayız.

ADI KONULMAMIŞ BİR ÇAĞ

Her şeyin isimlendirildiği bir çağda yaşıyoruz. Hatta sosyal bilimciler yaşadığımız çağı da çeşitli şekillerde adlandırıyorlar. Son kitapta gördüğümüz gibi siz de “Adı Konmamış Çağ” olarak nitelendiriyorsunuz bu çağı.
Bu da bir isimlendirme değil midir? Bu çağı Adı Konmamış Çağ yapan şey nedir?
F.B:
Kitabın girişinde “adı konmamış çağ” adını neden verdiğimizden bahsediyoruz aslında. Çağın pek çok adı var. Bu bir anlamda ad koyanların meşhur fil hikayesindeki filin hangi uzvunu tarif ettiklerini imliyor. Kulağını tutan kulağı tarif ederek “fil işte budur” diyor, hortumunu tutan “fil bir hortumdur” diyor. Tarihin aşırı hızlandığı dönemlerde tarifler, âmâların fil tarifine benziyor. Çünkü tanımlamak istediğimiz şeyin/durumun/olayın tamamını kuşatamıyoruz asla.
N.Ş:
Tarihte her döneme bugünden bakarak bir ad koyarız. Tarih-yazımı açısından çağlara, dönemlere ad koyma, hatta dönemleştirmenin bizzat kendisi ciddi bir eleştiri konusu günümüzde. Bir tarihçi olarak bunu bizden iyi bilirsin. İçinde yaşarken kendi yaşadığın dönemi tanımlamak ve isimlendirmek de kültürel, siyasal, ekonomik bagajların etkisi altında gerçekleşiyor. Esasında bir toplumsal olguya “yeni” adını vermek bile bir isimlendirme girişimi olarak görülebilir. Ama insan, kategorilerle, mukayeselerle anlayabilen ve anlatabilen bir varlık. Bu sebeple, “adı konmamış” derken de “yeni anne babalar” derken de bir ad vermiş oluyoruz, haklısın.

ŞİMDİKİ ÇOCUKLAR HARİKA

Genç anne-babalar bu çağın çocuklarını “yeni çocuklar” olarak nitelendiriyor. Sizse “Yeni Anne Babalar” başlığını tercih ettiniz. Çocuklar yeni olduğu için mi anne babalar yeni, yoksa anne babaların “yeni”liği mi bu zamanın çocuklarını “bir başka” yapıyor?

F.B:
Kuşak bölümlemesinin rakamları tek hanelere inmek üzere. Günümüzde iki kardeş arasındaki kuşak farkı yüzyılın başındaki dede torun farkına eş değer neredeyse. Dolayısıyla ebeveynler her çocukta ilk defa çocuk sahibi olmanın acemiliğini yaşıyor. Yeni anne babalar derken tecrübe sahibi olmayı engelleyen toplumsal şartları da işin içine dahil ediyoruz.
N.Ş:
Hem bu tecrübe sahibi olmayı engelleyen toplumsal şartları işin içine dahil ediyoruz hem de anne babalara aşırı bir görev yükleyen kültürel atmosferi. Çocuğun yetiştirilmesinde anne baba tavrının en önemli etken olduğunu “bilimsel veriler” eşliğinde ilan ediyor çeşitli alanlardan uzmanlar. Anne babaları böyle “yeni” bir yükle/sorumlulukla karşı karşıya bırakan kültürel ve toplumsal çerçeveyi anlamaya çalışmak, bu uzun sohbetlerin gayesi.

Gördüklerimizi belgelemek istedik

Her iki kitabı da okuyan dikkatli okuyucularınız fark edecektir, ilk kitabınızdaki “annelerin yalnızlığı”, “yeni ebeveynlik” sıkça üzerinde durduğunuz hususları ikinci kitabınızda derinlemesine analiz ediyorsunuz. Yine yaşlı yalnızlığı ilk kitapta üzerinde durduğunuz bir husustu. Hali hazırda “yaşlılık” üzerine serinin üçüncü kitabını hazırladığınızı biliyoruz. İlk kitabınız için, “hallerimize” genel bir çerçeve çiziyor ve gelecek çalışmalarınız ilk kitaptaki “halleri” detaylandıracak çalışmalar olacak diyebilir miyiz?
F.B:
Karantina Günlerinde Evin E Hali’nde ele aldığımız konular belgesel fotoğrafçılığı gibi değerlendirilebilir. O an gördüklerimizi sadece belgelemek istedik. Sonrasında kadraja giren o bir kişiyi, bir anı, bir hali, bir durumu derinleştirerek ilerliyoruz. Yeni Anne Babalar’da, yaşlılık ve inşallah devamındaki kitaplarda belgelediğimiz fotoğraflar üzerinden daha derin analizler yapacağız. Dördüncü kitabın ne olacağı meselesine gelince. Nasrettin Hoca misali madem daldan düşeceğimizi biliyordun öleceğimizi de biliyorsun hesabı tahminleri alabiliriz. (Gülüyor.)


(FOTOĞRAFLAR: SEDAT ÖZKÖMEÇ)


N.Ş:
Dördüncü kitabın ne olacağını ben bile yeni öğrendim. Sen Nihayet günlerinden bilirsin Beyza, biz elimizdeki dosyayı tamamlamadan Fatma sonraki üç sayıyı çalışmaya başlamış olurdu. “Uzak-Yakın Sohbetler” dizisi de öyle gidiyor. Yeni Anne Babalar kitabını yayınevine gönderir göndermez Yaşlılar Kitabı’nı çalışmaya başladık. Yaşlılar kitabının içinden mücevher değerinde çıkan bir temayı inşallah dördüncü kitap olarak çalışacağız.

Genç annelerin yalnızlığı


İlk kitapta “genç annelerin yurtsuzluğu” bahsini Semih Kaplanoğlu’nun Bağlılık Aslı filmi üzerinden değerlendiriyorsunuz. İkinci kitapta da “yeni annelerin” yalnızlığı üzerinde duruyorsunuz. “Anne yalnızlığı” kavramı yenice konuşuluyor yahut sinemada bir karşılık buluyor zannediyorum.

F.B:
Kavramları, olayları filmler, romanlar üzerinden analiz etmeye devam ediyoruz ikinci kitapta da. Karantina günlerindeki anne yalnızlığını Evin E Hâli’nde Bağlılık Aslı üzerinden değerlendirdik çünkü film yeni vizyona girmişti ve filmdeki anne yalnızlığı, Karantina Günleri’nin anne yalnızlığının sanatsal tercümesi gibi idi.
N.Ş:
Esasında şehirleşme, değişen demografik yapı, kadınların çalışma hayatına girmesi gibi pek çok etken sebebiyle özellikle son otuz, belki de son elli yıldır yoğun bir şekilde hissedilen bir toplumsal olgu “anne yalnızlığı”. Ama sanat ve edebiyattaki yansımaları ile yeni yeni karşılaşıyoruz. Toplumsal bir meseleyi sadece anlamamıza değil, hissederek kavramamıza yardımcı oluyor sanat ve edebiyat.
#Fatma Barbarosoğlu
#Nazife Şişman
#Kuşak
#Kardeş
3 yıl önce