|

Kütüphanede geçen bir ömür

“Mehmed Niyazi Özdemir, hayatta bir tercih yaptı. Kendisine bir vazife belirledi, sadelikle ve kitaplarla örülü özel bir dünya kurdu. Yüzünden okunan, sesinden hissedilen sancısı onu daima “yapılması gerekenleri” düşünmeye sevk etti."

Yeni Şafak ve
04:00 - 13/06/2018 Çarşamba
Güncelleme: 10:47 - 13/06/2018 Çarşamba
Yeni Şafak
Foto: SEDAT ÖZKÖMEÇ
Foto: SEDAT ÖZKÖMEÇ
CEM SÖKMEN

Mehmed Niyazi Özdemir, 1956’da Haydarpaşa Lisesi’nde okumak üzere Akyazı’dan İstanbul’a gelir. Bu okulda yatılı öğrenci olacaktır. 14 yaşında bir çocuk olarak önünde eğitim hayatının getirdiği sorumluluklar, zihninde ise Akyazı’da öğrendikleri vardır. İlk gençlik yıllarının hafızasında babası ve Ziya ağabeyinin başrollerde olduğu hayat sahneleri önemli yer tutar. Akyazı çarşısında ve babasının dükkânında dinlediği sohbetler, gözlemlediği davranışlar, şahit olduğu beraberlikler Mehmed Niyazi’nin kişiliğinin şekillenmesinde silinmez izler bırakır. Çocukluğunun insanları ve mekânları onu öyle etkilemiştir ki yıllar sonra “Daha Dün Yaşadılar” adlı romanıyla Akyazı yıllarını bir daha selamlar.

VATAN KURTARMA YILLARI (1956-1968)

Mehmed Niyazi’nin İstanbul’daki ilk dönemi olan 1956-68 yılları arasında, onun hayatında resmi eğitim ile gayrı resmi eğitimin bir arada yürüyüşünü izlemek mümkündür. Haydarpaşa Lisesi’nde Bedriye Atsız’ın öğrencisi olmak onu Nihal Atsız’ın eserlerine ve Türk tarihine yönlendirir. Doğrudan dersini almasa da okul arkadaşları vasıtasıyla tanıdığı Mahir İz de onun ufkunun genişlemesine katkı yapar. Mahir İz’in evindeki sohbetlere katılan Mehmed Niyazi burada yerli düşüncenin önemli simalarından ve yayınlarından haberdar olur. Mahir İz’in tavsiyesiyle hayatı boyunca “üstad” diyeceği Necip Fazıl’ın eserlerine yönelir, kırk yıl ağabeyi bileceği, eşine az rastlanır bir dostluğu paylaşacağı Hilmi Oflaz’la bu evde tanışır. Bu tanışıklıklarla İstanbul’daki kültür mahfillerini yavaş yavaş öğrenmeye başlar.

Haydarpaşa Lisesi’ni bitirip İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne başladığında artık Beyazıt semti ve meydanı Mehmed Niyazi’nin hayatının merkezine yerleşecektir. O Beyazıt’ı yaşamaya başlamadan kısa süre önce imar hareketleriyle Beyazıt Meydanı’nın yapısı değişmiş, meşhur Küllük Kıraathanesi ortadan kalkmıştır. Vefa Talebe Yurdu’nda kalmaya başlar. Ve bundan sonra Almanya’ya gideceği 1968’e kadar yurtlar, öğrenci evleri, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi kantini, üstat bildiği aydınların evleri ya da dergi idarehaneleri, Milliyetçiler Derneği ve tabii ki Marmara Kıraathanesi Mehmed Niyazi’nin gayrı-resmi eğitiminin köşe taşlarını oluşturur. Sohbeti, konuşmayı-dinlemeyi seven kişiliğiyle arkadaş çevresine heyecan veren bir insan olarak tanınmaya başlar ve bu dostluk halkalarını teşebbüslerle geliştirmeyi hedefler. Hukuk Fakültesinden arkadaşlarıyla beraber Hür Hukuklular kulübünü kurar, Milli Türk Talebe Birliği’nin yönetimini devralabilmek için Nevzat Kösoğlu, Fethi Erhan, Dursun Ali Çemberci, Rasim Cinisli gibi arkadaşlarıyla birlikte mücadele verir. Laleli’de Yaprak Kitabevi’ni açan ekibin içinde yer alır. 1964’te Ötüken Yayınevi’nin kurucuları arasında bulunur.

Mehmed Niyazi, 1968 yılının ocak ayında hukuk doktorası yapmak üzere Almanya’ya gider. Bundan sonra onun hayatının merkezinde kütüphaneler olacaktır. Almanya’da geçen 21 yılda gittiği kütüphaneler hem akademik hem de edebiyat ve düşünce çalışmalarının vücut bulduğu ortamlar olur. 1968’de Beyazıt’tan Almanya’ya giden Mehmed Niyazi 1989’da Almanya’dan yine Beyazıt’a döner. Evi Kumkapı’dadır, dostları onu gündüzleri Beyazıt Kütüphanesi’nde bulabileceklerini bilir. Sadece Türkiye’dekiler değil Almanya’daki dostları da onu kütüphanelerde bulabileceklerini bilir. Almanya’da tanıdığı hocası İstanbul’a gelir, Mehmed Niyazi’yi Beyazıt Kütüphanesi’nde bulur. Mehmed Niyazi şaşkınlık içinde, “Niçin geleceğinizi haber vermediniz?” der. Hocasının cevabı ilginçtir: “Niye haber vereyim, sağ isen kütüphanedesin, ölüysen mezardasın.” 1989’dan 1998 ortalarına kadar sürecek olan Beyazıt Kütüphanesi günleri Mehmed Niyazi için aynı zamanda Çanakkale Mahşeri zamanlarıdır.

DÖNÜM NOKTASI BİR KİTAP: “ÇANAKKALE MAHŞERİ”

“Çanakkale Mahşeri” 1991-1998 arasında yedi yıl boyunca kütüphaneler, nüfus müdürlükleri ve siperler arasında mekik dokuyan bir arayışın eseridir. Mehmed Niyazi’nin geniş kitlelerce okunmasını sağlayan çalışmaları özellikle tarihi romanları olmuştur. 2000’li yıllar boyunca kendisini Türk Edebiyatı Vakfı, Kubbealtı Vakfı, Kültür Ocağı Vakfı ve Birlik Vakfı gibi ortamlarda defalarca dinledim. Buralardaki konuşmalarında dinleyicilerden gelen sorular daha çok tarihi romanları üzerine olurdu. O da cevap verirken “Kanaatimce insan tabiatın değil, tarihin çocuğudur” cümlesiyle söze başlar, farklı soruların cevabını vermeden önce mutlaka tarihi romanları yazmaktaki gayesini açıklamak isterdi: “Acizane tarihi bir atmosfer oluşturma gayreti içindeyim. Yeni nesiller o atmosferi teneffüs ederek yetişirlerse, ciddi bir tarih şuuruna sahip oluruz. Ve biz milletçe tarih şuuruna sahip bir nesle çok muhtacız. Çünkü tarih şuuru kadar doğru yön gösteren bir pusula, ne de onun kadar bir milletin, bir memleketin sigortası olan bir fenomen vardır. Bir de çeşitli sebeplerden dolayı tarihimizde kopukluklar husule geldi; boşluklar ölüm uçurumumuz olabileceğinden geçmişimizle geleceğimizi bağlamak her sorumluluk sahibinin görevi olduğu için tarihi romanlara devam etmeyi düşünüyorum.”

Ezcümle, Mehmed Niyazi Özdemir, hayatta bir tercih yaptı. Kendisine bir vazife belirledi, sadelikle ve kitaplarla örülü özel bir dünya kurdu. Yüzünden okunan, sesinden hissedilen sancısı onu daima “yapılması gerekenleri” düşünmeye sevk etti. Geride bıraktığı 16 telif eser, Beyazıt ve İSAM Kütüphanelerindeki, Erenler, İlesam ve Yazarlar Birliğindeki sohbetleri, okuyucularının, dostlarının ve takipçilerinin hafızasında yaşamaya ve ruh dünyasında iz bırakmaya devam edecektir.

#Mehmed Niyazi
#Vefat
6 yıl önce