|

Maksim Gorki’den hikâyeler

Rus edebiyatının ünlü yazarı Maksim Gorki'nin öyküleri yeniden dilimize çevrildi. Gorki'nin, ideolojik bir hareketin tam ortasında olmasına rağmen sadece ideolojinin peşinde koşan bir edebiyatı doğru bulmadığına dikkat çeken Alim Kahraman, yazarın yeteneğinin Çehov ve Tolstoy tarafından hemen fark edildiğini söylüyor.

04:00 - 2/11/2019 Cumartesi
Güncelleme: 12:04 - 1/11/2019 Cuma
Yeni Şafak
Maksim Gorki
Maksim Gorki
ÂLİM KAHRAMAN

Maksim Gorki, adı dünya edebiyatına malolmuş bir Rus yazar. Fakir bir aile çocuğu olarak dünyaya geldi. 1868-1936 yılları arasında yaşadı. Roman, hikâye ve tiyatro türlerinde verdiği eserlerle tanınıyor. Kendi hayat hikâyesini dönemler halinde anlattığı birkaç kitabı da var. Onlar da diğerleri kadar kuvvetli. Adı, edebî kimliği yanında, Çarlığın sonunu getiren ve kademe kademe Sovyetler Birliği’ni hazırlayan devrimlerle (1905, 1917) özdeşleşmiştir. Lenin’in yakın arkadaşı.

O, anne ve babasını kaybetmesi üzerine, on yaşından itibaren kendi hayatını kazanmak; ülkesinin ve dünyanın yaşadığı büyük dönüşüm ve savaşlar döneminde, açlık ve sefaletin kol gezdiği bir ortamda ekmeğini kazanmak ve üç haftanın dışında bir okul hayatı olmadan kendi kendini yetiştirmek zorunda kalmış bir isimdir. Küçük yaşlardan itibaren hayatı, tutkuyla kitap okumalarla geçen Gorki, 1882’de ilk hikâyesini yayımlamış, erken yaşlarda devrimleri hazırlayan gruplarla irtibat kurmuş, onların arasında kişiliği ve yeteneğiyle kendini kabul ettirerek sivrilmiştir. Rus toplumunun yaşadığı büyük algı kırılmasını kendi zihninde yaşamış, bununla hesaplaşırken çelişki ve çıkmazlara da düşmüş, bir ara intihara kalkışmış, fakat sonunda kendine bir hayat felsefesi edinmiştir.

Gorki’den yayımlanan yeni bir hikâyeler seçkisi sebebiyle oturdum bu yazının başına. Yordam Yayınları, Ayşe Hacıhasanoğlu’nun çevirisiyle geçtiğimiz Eylül ayında çıkardı bu dört ciltlik çeviriler toplamını. Yirmi sekiz parçalık “İtalyan Öyküleri”yle yüze yaklaşıyor bu toplam. Gorki’ye ait öykü sayısının üç yüzü aştığını bu vesileyle öğrendim. Onun metinlerindeki edebî gücü düşünürsek büyük bir rakam bu (yazarın en fazla yazdığı türlerden biri de mektup. Yine söylendiğine göre on binin üzerindeymiş bu mektupların sayısı).

YETENEĞİ HEMEN FARK EDİLDİ

Edebiyat hayatı bakımından ele alırsak Maksim Gorki, XIX. yüzyılın son büyük yazarları arasından kendine yeni bir yol bulmanın uğraşı içinde olmuştur. Çehov ve Tolstoy ondaki yeteneği hemen fark etmiştir. Onlarla yazışmış, sonra tanışmış, kendilerine hem hayranlığını hem de karşı olduğu tarafları söylemekten geri durmamıştır. Tolstoy’un kurduğu yeni Hristiyanî algı dünyasını kabul etmemiş, onun insanlığa sunduğu kurtuluş reçetesini, sadece “birey”le sınırlı ahlakî bir olgu olarak görerek küçümsemiştir. Çehov’u gerçekçi bulmamış, onu gerçeği öldürmekle suçlamış; Çehov ise onun hikâyelerindeki tasvirleri eleştirmiş, kendisini bu tasvirlerden kurtararak sade olmaya çağırmıştır: “Tabiat tasvirlerinde güzellik ancak sadelikle ‘güneş battı’, ‘hava karardı’, yağmur başladı’ kadar yalın cümlelerle elde edilebilir” demiştir.

Buradan şunu anlıyoruz ki, Gorki, dünya edebiyatına yeni bir model olacak Çehov tarzı hikâyeyi kendisine örnek almamıştır. O, hayat felsefesi bakımından “yeni” bir dünya algısı arayışı içindeyken, anlatım tarzıyla biraz gerilere bir yere düşmüştür. Bir mektubunda (1912) “dünyaya yaralarımı göstermek (...) benim işim değil” diyor. Dostoyevski’yi bu açıdan eleştirerek, onun hakkında, “Oysa ünlü iblis dehamız Fyodor Dostoyevski diğerlerinden çok daha iğrenç bir şekilde yaptı bunu -bu, kötü bir meslek olduğu kadar zararlıdır da” diye yazıyor.

Bu belirlemelerimizin ardından, Gorki’nin peşinde olduğu edebiyatı nasıl tanımlayabiliriz? O, ideolojik bir hareketin tam ortasında yer almasına rağmen, sadece ideolojinin peşinde koşan bir edebiyatı da doğru bulmaz: “Biliyorsunuz ideoloji çok önemli bir şey. Ama ideolojinin kendi başına bir amaç olması kuşku götürür” der etrafında toplanan gençlere. İdeolojisiyle büyük oranda Sovyet devrimine ait olsa bile, yeteneği ve edebî gücüyle kendine aitttir Gorki. Eğer sadece bir ideoloji insanı olsaydı bir süre sonra eserleri eskir, lime lime dökülerek bugüne ulaşmazdı.

ESERLERİNDEKİ ÖLMEYECEK TARAFLAR

Diğer eserlerinde olduğu gibi Gorki’nin hikâyelerinden yansıyan değerlerin başında her şart altında bağımsız ve kendisi kalabilen duruşu gelir. Yeri geldikçe, bir yere bağlı olmayan yanını o, bir “serseri” olduğunu söyleyerek dile getirir. Bu sözü, Gorki söz konusu olduğunda hem gerçek hem de onu aşan boyutuyla düşünmek lazımdır; bir ruh bağımsızlığını da anlamak gerekir ondan. Belki de Puşkin’e bağlanabilecek bir hikâyesinde (“Makar Çudra”), bu tarafını, onurlu bir çingene genci üzerinden bize anlatır.

Yazarın ikinci özelliği, metinlerindeki lirik damardır. Gerçekçilik tutkunu Gorki, bir tarafından bakarsak büyük bir romantikdir de. Onun eserlerinin hiç ölmeyecek taraflarıdır bunlar. Ayrıca insancıl ve dürüst bir kişilik portresi de yansıtır hikâye kahramanları. Küçük yaşlardan itibaren içinde yaşamak zorunda kaldığı sefalet ortamlarından (açlık, yalan, hırsızlık, içki bir bulamaç halindedir orada) bu özelliklerinin yol göstermesiyle sıyrılır. O, perişan bir toplum hayatının içinde, bu tür insanlarla da karşılaştı. Yahut, kendi insanî tutumuyla insanların taşıdıkları iyilikçi damarı fark etmelerini de sağladı. Kendi hayatında bu tarafının karşılığı ne küçük yaşlarda kaybettiği anne ve babası, ne de bir süre yanına alıp sonra tek başına toplum hayatının içine atan dedesidir! Ondaki iyilikçi damar, hiçbir zaman unutamayacağı ninesinden gelir. O nine ki bir zaman sonra dilenerek hayatını kazanmak zorunda kalacak ve öylece de ölecektir.

Gorki’ye gelen eleştirilerden biri de “yaşadıklarını” yazıyor olduğudur. (Yazar, “Nasıl Tıraş Oldum!” adlı hikâyesinde, bir berbere söyletir bunu.) Daha önce ondan bazı hikâye çevirileri içeren bir kitaba Yaşanmış Hikâyeler (Can Yayınları, 1987) adı verilmiş olması yerinde bir adlandırmadır. Gorki’nin hayat deneyimleri o kadar zengin, tanıdığı insanlar o kadar çeşitlidir ki, hikâyelerini yazarken çoğu zaman onlardan yola çıkmış olması kadar doğal bir durum olamaz. Kaldı ki hikâyelerini edebî bir metin haline getiren, onların yaşanmışlıklar içeriyor olması değildir. Onlara kendinden kattıklarıdır.

Ayşe Hacıhasanoğlu, yayımladığı dört ciltlik hikâye seçkisinde, bu yolun ilk çeviri ustalarından Hasan Ali Ediz’e ait birkaç çeviri hikâye metnine de yer vererek bir kıymet bilirlik örneği sergilemiş.


#Seçme Öyküler / Maksim Gorki
4 yıl önce