|

Marquez ve Passos iyi yolculuklar diler

Geçtiğimiz ay okurla buluşan Doğu Ekspresi ve Doğu Avrupa’da Yolculuk adlı kitaplar iki ünlü yazar tarafından kaleme alındı. John Dos Passos, Doğu Ekspresi’nde Ortadoğu’yu gezerken İstanbul’a da uğrar. Marquez ise ‘Demir Perde’ ülkelerini yarım asır önce gezer ve aldığı notları Doğu Avrupa’da yolculuk adıyla okurla paylaşır.

Yeni Şafak
04:00 - 12/10/2016 Çarşamba
Güncelleme: 22:49 - 11/10/2016 Salı
Yeni Şafak
NECİP TOSUN


Edebiyatçı kaleminden çıkma gezi yazılarının daha kalıcı ve derinlikli olduğunu söylemek mümkün. Çünkü edebiyatçılar sadece olanı tespit etmez, gördüklerini aktarmaz, eşyanın ruhuna nüfuz eder, görülmeyeni görür, sezer, kışkırtır ve resmederler. Bu anlamda bir şehri tanımada, onun gizlerini ortaya çıkarmada, dikkat ve ayrıntıda edebiyatçı gözünün önemi büyüktür. Dolayısıyla bu yazıları o dönemi anlatan belgesel yanları yanında, gelecekte olacak olanlar için de bir kaynak görevi görürler. Edebiyat tarihine baktığımızda hâlâ bu kitapların okunuyor olması işte bu özelliklerinden kaynaklanır.



Gezi edebiyatı, edebiyatımızda ne yazık ki çok gelişmiş değildir. Ancak dünyanın en önemli gezi edebiyatı kitabı yine de bu topraklarda doğmuştur: Evliyâ Çelebi'nin Seyahatname'si. Ne yazık ki onun torunları bu türe yeterli ilgiyi göstermediler. Dünya edebiyatında ise bu türün hatırı sayılır bir ilgi gördüğünü söylemek mümkündür.



İKİ ÖNEMLİ YAZARLE GEZMEK


Geçtiğimiz ayda iki büyük edebiyatçının iki önemli gezi kitabı yayınlandı. Biri John Dos Passos'un İletişim Yayınları'ndan çıkan Doğu Ekspresi, diğeri ise Gabriel García Márquez'in Can Yayınları'ndan çıkan Doğu Avrupa'da Yolculuk kitabı. Kitaplar bir gezi kitabında bulunması gereken pek çok bilgiyi içermekle birlikte klasik bir gezi rehberi kitabı değil, coğrafi yerler yanında, edebî okumalar, tarihsel göndermeler ve hikâyeler içerirler.



John Dos Passos, 1920'lerin başında, Anadolu, Doğu Avrupa, Yakındoğu ve Ortadoğu'yu dolaşır. İstanbul, Trabzon, Kafkaslar, Bağdat, Şam gezdiği yerler arasındadır. Develerle Suriye Çölü'nü aşar, Pera Palas'ta mütareke dönemi İstanbul'unu gözler, Irak'ın kuruluşuna tanıklık eder. Ama bu tanıklıklar, gözlemler, benzersiz bir dil şölenine dönüşür. İnsani ayrıntılar, derinlikli bakışlar, tablomsu fotoğraflarla ilerleyen yazılar tam bir edebiyat metnidir. Bir edebiyatçının kaleminden çıkma İstanbul'un mütareke yıllarını okumak okura benzersiz tatlar verir. Bu gözlemler tarihi belgelerdir evet ama daha da fazlasıdır: “İstanbul camilerinin etrafındaki ağaçların etrafında sessizce oturan Makedonyalı Türkler, Yunan sığınmacılar, yanmış çarşıların kömüre dönmüş yolları, bir gece geç vakitte, ellerini yüzüne bastırıp hıçkırıklara boğulan tek bacaklı adam."



DOĞU EKSPRESİ'NDE EDEBİ LEZZET


Dos Passos, 1920'de, İstanbul'a gelir ve Pera Palas Oteline yerleşir. İngiltere, Fransa ve İtalya askerleri, bürokratları şehri yönetmektedir. Bir yandan da Türk-Yunan savaşı sürmektedir. Passos yazısında, Beyoğlu ve Taksim ortamını anlatmaya başlar. Otelde Fransız, Yunan, İtalyan jandarmalar ortalıkta dolaşır. Taksim'de bir Rus orkestrası çalmakta, bir Rus Hanım ise dans etmektedir. Yunan akrobatlar, siyahlara bürünmüş bir Fransız arya söylemektedir. Hemen onların yanlarında iki yaşlı Türk nargilelerini fokurdatmaktadır. Yunan kız Passos'a “Neden Türkçe öğrenmek istiyorsunuz, Yunan tarafını tutmalısınız. Türkçe öğrenmemelisiniz" dediğinde kendisinin “Türkçe öğrenmek için çok neden var" sözünü temellendirir: “Beyazıt Camii'nin yanı başında ulu çınarlar altında kurulu küçük sarı masalarla iskemleler geliyor gözümün önüne, bitimsiz sohbetlerde başlarını ciddi ciddi sallayan, sarıkları sakalları kadar ak ihtiyarlar; sigarasını benimkinden yakmak için izin isteyen, sonra gülümseyerek kahve fincanının yanında duran bir bardak suyu gösteren, inanılmayacak kadar ihtiyar, yıpranmış Şam ipeği sarılığında, kurumuş erik ağacı yamukluğundaki dilenci; sırtı öyle kamburdu ki, suyu uzattığımda içmek için yere çökmüştü. (…) Türkçe öğrenmek için çok neden var."



Bu arada Pera Palas Otelinden enstantaneler aktarır. “Patrik, 'Türklerin barbarlığını bütün dünya öğrenmeli; Amerika öğrenmeli. Birleşik Devletler Başkanı'na telgraf çekmeli." derken, Passos romancılığı gösterip tablolar çizmektedir: “Kırmızı kiremitlere karşı bir mezarlığın tozlu servileri, gemi direkleri ve Altın Boynuz, çelik, rengi, buharlı vapurlar demirlemiş; daha da ötede bulutlu göğe karşı İstanbul, kubbeler, kahverengi-siyah evler, oyun tahtasına dizilmiş küçük fildişi adamları andıran parlak minareler dört bir yanda. Yolun Pettis Chaps mezarlığından kıvrıldığı yerde yine tozlu serviler, sarıkları bir o yana bir bu yana eğilen ince oyulmuş mezar taşları…"



Passos kitap boyunca, gezdiği yerdeki gözlemleriyle çeşitli çıkarımlarda bulunur. Günümüzden bakıldığında tam isabet kaydeder: “Batı, Doğu'yu fethediyor. Henry Ford'un seri üretim ve değiştirilebilir parçaları devrimi, Thales ve Demokritus, Galileo ve Faraday'a kararlılıkla karşı duran kalpleri fethedecek."


John Dos Passos'un Doğu Ekspresi, 1920'lerin Doğu dünyasını, yaşanan ortamı, insanlarının durumunu ve gelecekle alacağı şekli oldukça isabetli bir şekilde gözler önüne sererken, okuyanda tam bir edebiyat tadı bırakır.



DEMİR PERDE ÜLKELERİ GEZER


İkinci kitap ise Gabriel García Márquez'in Doğu Avrupa'da Yolculuk kitabı. Márquez 1950'lerde, bir gazeteci olarak, sosyalist ülkelere yaptığı seyahati yazıya dönüştürmüş. Gezdiği şehirlerde insanların davranışlarını, birbirleriyle ilişkilerini gözlerken, konuşabildikleriyle şehrin, ülkenin durumunu tartışır, notlar alır, analizler yapar. “Demir Perde" ülkelerindeki gözlemleri, bir nevi reel sosyalizmin çöküşünün perde arkasının incelikle, derinikle gözler önüne serilmesidir. Bir sanatçı bakışının, yorumunun önemi de budur. Olabilecek olanları bir vakanüvis gibi olduktan sonra yorumlamak değil, olmadan önce anlamak, sezdirmek ve uyarmak. Doğu Almanya'da başlayıp, Çekoslovakya, Polonya, Macaristan ve Sovyetler Birliği'ne uzanan yolculuğunda, özellikle o dönemde pek bilinmeyen bu ülkelere ilişkin gözlemlerini, dönemin toplumsal ve siyasi gelişmeleriyle harmanlayıp kaydeder. Bu arada hayatın içindeki insanlarla konuşarak, biraz da gazeteci tavırla sonuçlar çıkarır. Sosyalist ülkelerde yaşanan insanlık durumlarını hiçbir önyargı ve ideolojik saplantıya kapılmadan nesnel bir şekilde incelikle aktarır.





Öncelikle o dönemde çok moda olan “demir perde" tanımının nasıl yerleştiğini tartışan Márquez, gazetenin gücünü teslim eder: “Günde yirmi dört saat sürdürülen gazete edebiyatı, insanın sağduyusunu, sonunda metaforları kelime anlamıyla kabul etme raddesine getirene kadar yok ediyor." Gördüğü yerlerde demir perde yoktur ama totaliter bir yapıyı da açık etmekten çekinmez. Çünkü her yerde kapitalist casus olmadığını, amacının sadece seyahat olduğunu ispatlamak zorunda kaldığını görürüz. O zaman ikiye ayrılmış olan ve iki ayrı rejimi temsil eden Berlin'i şöyle tarif eder: “Geceleri Batı Berlin'i rengârenk kaplayan reklam ışıklarının yerine, şehrin doğu tarafında yalnızca kızıl yıldız parlıyor." Bu ikiye bölünmüş şehrin mutlaka birleşeceği öngörüsü doğru çıkacaktır: “Savaş patlak vermezse, elli ya da yüz yıl içinde, bu iki sistemden biri ötekine galebe çaldığında, iki Berlin tek bir şehir olacak. İki sistemin bedava mallarıyla düzenlenmiş korkunç bir ticaret fuarı oluşturulacak." Sosyalist ülkelerde gördüğü okulları papaz okullarına benzetmesi ilginçtir: “Leipzig'de, dünyanın her yanından gelmiş gençlerin Marksizm'i öğrendikleri Marx-Lenin Üniversitesi'nin işlevini yerine getirdiğini kaydetmiştir. Katolik papaz okullarına pek benzeyen, ağaçlar arasında gözlerden gizlenmiş binalarda tam bir huzur ve meditasyon havası esiyordu."



Sosyalist ülkelerin hazırlık yaparak davetli kabul etmelerini ve güdümlü gezileri benimsemediğini belirten Márquez ülkeleri en doğal hâlleriyle görmek istediğini belirtir: “Bense misafir kabul etmek için saçını başını taramış bir Sovyetler Birliği görmek istemiyordum. Tıpkı kadınları olduğu gibi, ülkeleri de yataktan kalktıkları halleriyle görmek gerekir." Özellikle 1950'lerde gezdiği sosyalist ülkelerde, tüm devlet baskısına rağmen dinin yok edilemediğini gözlemlerine eklerken, bu konudaki öngörüsünün haklılığı yıllar sonra anlaşılacaktır. Tüm baskılara rağmen bir yazar şu yorumu yapabildiği için büyük yazar oluyor: “Franz Kafka'nın kitapları Sovyetler Birliği'nde bulunmuyor. Onun, zararlı bir metafiziğin havarisi olduğunu söylüyorlar. Yine de Kafka'nın Stalin'i anlatan en iyi yazar olması mümkün."



John Dos Passos'un Doğu Ekspresi ve Gabriel García Márquez'in Doğu Avrupa'da Yolculuk kitapları gezi yazılarının önemini net bir şekilde ortaya koyuyor.





• • •


Doğu Ekspresi


John Dos Passos


Çev. Tomris Uyar, Osman Yener


İletişim Yayınları


Ağustos 2016


192 sayfa





• • •


Gabriel García Márquez


Çev. İnci Kut


Can Yayınları


Ağustos 2016


144 sayfa





#John Dos Passos
#Gabriel García Márquez
8 yıl önce