|

Modern zaman seyahatnamesi

Kadim Türk yurtlarının bilinmesi gerektiğini savunan Prof. Dr. Ahmet Taşağıl, “Gökbörü’nün İzinde Kadim Türklerin Topraklarında” eseriyle okurun karşısında. Türkler için “Sibirya’da eksi derecelerde yaşamak bile bir sanattır” diyen Taşağıl, Batı’nın karıştırdığı zihinlere ilaç olmak için kalemini oynatıyor.

Yeni Şafak ve
04:00 - 4/11/2017 Cumartesi
Güncelleme: 07:20 - 4/11/2017 Cumartesi
Yeni Şafak
Prof. Dr. Ahmet Taşağıl, “Gökbörü’nün İzinde Kadim Türklerin Topraklarında” eseriyle okurun karşısında.
Prof. Dr. Ahmet Taşağıl, “Gökbörü’nün İzinde Kadim Türklerin Topraklarında” eseriyle okurun karşısında.
OLCAY CAN KAPLAN

Klasik dönemi anlamlandırabilmek için biçilmiş kaftan eserlerdir seyahatnameler. Ruy Gonzales de Clavijo’nun Kadis’ten Semerkand’a Seyahat (Kesit Yay., 2007) kitabını okuduğumda zihnimde bakir Türkistan coğrafyası canlanmıştı. Osmanlı İstanbul’unun ihtişamına bizleri şahit eden yazar bir anda Semerkand’a varır ve ‘kul elinin değmekten imtina ettiği’ güzellikler ile karşılaşırız. Bendenizin Orta Asya merakı da bu güzelliklerin neden daha fazla anlatılmadığını dert edinmem ile başladı. Üniversitede tarih bölümüne gidişimin en mühim sebeplerinden biriydi bu durum. Dersine girmekten büyük keyif aldığım, meclisinde bulunup kadim Türk yurtları hakkında sohbetler ettiğim saygı değer hocam Prof. Dr. Ahmet Taşağıl’ın Gökbörü’nün İzinde Kadim Türklerin Topraklarında adlı eserini görünce mütebessim bir edayla kitapçıya gittim. Dertliler birbirlerini gözlerinden tanır derdi bir büyüğüm, Ahmet Taşağıl’da kadim Türk yurtlarının bilinmesini dert edinenlerden. Eserin önsözünde bunu müşahede edebiliyorsunuz.

KEŞKE GİDİP GÖRSEK

At üstünde bir oraya bir buraya giden, talan ve yağma dışında bir şey bilmeyen “Barbar Türklerin” anayurtlarında ne ile karşılaşabilirsiniz ki? diyenler olacaktır elbette. Öyle anlatmadılar mı yıllarca Batı’ya endeskli zihinler. “Mezar taşından sanat mı olur, çağdaşı toplumlar neler yapmışlar” demişti meşhur bir televizyoncumuz vaktiyle. Ele aldığımız eserin müellifi Ahmet Taşağıl “Sibirya’da eksi derecelerde yaşamak bile bir sanattır” diye cevap vermişti. Türklere ait ilk bilgiler Sibirya’nın yer altında gizli. Ve bu yer altıdaki gizli hazinenin henüz çok küçük bir kısmı gözler önünde. Arkeolojik kazılardan çıkan sonuçlarsa yukarıda zikrettiğim kişileri mahcup edecek türden. Öyle ki MÖ 3300-1700 arasına tarihlenen Afanasyevo kültürü devrinde Türkler keçi, koyun, deve, at evcilleştirmişler ve evlerde yaşıyorlarmış. Bu bilgi bile Türk tarihiyle ilgili ne kadar az şey bildiğimizi gözler önüne seriyor. Seyahatname havası taşıyan eser aslında tarih meraklılarına birçok yeni bilgi de vadediyor.

Bölgeye ilgisi eserden öğrendiğimize göre 16. yüzyılda başlayan Rusların tarih ve kültür alanında yaptığı yatırım dudak uçuklatan cinsten. Arkeolojik kazılar sonucunda çıkarılan Afanasyevo, Karasuk ve Tagar Taşık kültür dönemlerine ait kalıntıların sergilendiği müzeler “keşke gidip görsek” dedirtiyor. Yazarın mihmandarlığında Sibirya’dan, Moğolistan’a, Çin’den bütün Türkistan coğrafyasına seyahat etme imkânı sağlayan eser verdiği tarihî bilgilerin yansıra bir rehber kitap hüviyetinde tasarlanmış. Bu eseri elinize alıp tarih kâşifi olabilir, mavi gökyüzüyle uçsuz bucaksız bozkır da size arkadaşlık edebilir.


Coğrafyaların isimlendirilmesi klasik çağda aidiyete göre olurdu. Fakat 19. yüzyıldan itibaren değişen dünya dengeleri coğrafyalara verilen isimleri de değiştirdi. Orta Doğu, Orta Asya gibi tabirler kendilerine dünya hâkimi diyen devletlerce bütün milletlere zoraki ezberletildi. O sebeple tarih boyunca Türkistan denilen bölgeye bugün Orta Asya diyoruz ve bundan da rahatsız değiliz… Ne diyelim Mevlevî dervişlerinin birbirini görünce söylediği o veciz sözü söyleyelim; Allah derdimizi arttırsın… Yazarda bu konuyu ayrı bir başlık altında değerlendirerek tarafını belli etmiş.

Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından 4 asır sonra hürriyetlerine kavuşan kadim Türk yurtları binlerce yıllık mazimize ev sahipliği yapıyor ve alaka gösterilmesini hak ediyor. Ahmet Taşağıl’ın adım atmadık yer bırakmadığı bu farklı coğrafyalardaki Türk tesiri kimi zaman balbal denilen mezar taşlarında karşımıza çıkıyor kimi zaman kitabelerde. Fakat yazarın da altını çizerek belirttiği gibi Türk tarihi üzerindeki sis perdesi yalnızca arkeolojik kazıların artmasıyla kaldırılabilir. Binlerce yıl önceki atalarımızın nasıl yaşadığını, nelerle uğraştığını bilmek için toprak altında kalmış geçmişe yolculuk yapmak gerekiyor. Herhalde burada en büyük iş üniversitelerimizin arkeoloji bölümlerine düşüyor. Temennimiz Roma tarihiyle ilgili arkeolojik kazılara ayrılan bütçelerin çeyreğinin bu tarafa da verilmesi.

20 YILDIR İZ SÜRÜYOR

Eserin seyahatname havası taşıdığını daha önce zikretmiştik fakat bu konuda ufak bir eleştirim olacak. Yazar gidip gördüğü yerlerin fotoğraflarıyla süslemiş sayfaları fakat renksiz oluşları ve küçük kullanılmaları insana keşke daha ehemmiyet gösterilseymiş dedirtiyor. Hatta bu fotoğraflar kitabın son formasında toplansa ve renkli hallerini görme imkânı okuyucuya tanınsa keyfimize keyif katılırdı doğrusu. Yeni baskılarda dikkat edilir diye umuyorum.

Çin içlerine Göktürk kağanlarının yaptığı akınları yazarın kendine has üslubundan okuduğumuz bölümlerde sinema sektörümüzün bu konulara neden bîhaber olduğu sorusu geliyor akıllara. Türk tarihinin en esrarengiz ve puslu kısmı olan bu dönemde nice senaryolar gizli. Örneğin Taşağıl Çin Seddi’nin efsanevî yapılış hikâyesini öyle güzel anlatmış ki Türkleri, Moğolları ve Mançurları Çin’den uzak tutmak için inşa edilen bu “uzun duvar” bir anda geliveriyor gözününüz önüne.

20 yıldan fazla bir süredir Türklerin tarihi izlerini takip eden yazar ele aldığımız eserle bizleri de kendi yolculuğuna dâhil ediyor. Zahiren kilometrelerce uzak olduğumuz fakat gönülden bağlı olmamız gereken ata yurda bizleri misafir eden hocamıza ne kadar teşekkür etsek az. Umuyorum ki bu türden eserler çoğalır ve kadim tarihimize bigâne kalışımız da son bulur.


#Ahmet Taşağıl
#Gökbörü’nün İzinde Kadim Türklerin Topraklarında
6 yıl önce