|

O bizim tarih çınarımızdı

Geçtiğimiz ay 96 yaşında vefat eden Osmanlı ve Bizans sanat tarihçisi Semavi Eyice’nin yaptığı çalışmaları öğrencileri ve yakınlarından dinledik. Haluk Dursun, İhsan Sarı, Fatih Güldal, Sema Doğan ve Ayşenur Erdoğan anlatıyor.

Yeni Şafak ve
04:00 - 13/06/2018 Çarşamba
Güncelleme: 06:16 - 13/06/2018 Çarşamba
Yeni Şafak
 Semavi Eyice’nin yaptığı çalışmaları öğrencileri ve yakınlarından dinledik.
Semavi Eyice’nin yaptığı çalışmaları öğrencileri ve yakınlarından dinledik.
HALİL SOLAK

Dünyaca ünlü Bizans ve Osmanlı sanatı tarihi uzmanı, “İstanbul’un hafızası” Prof. Dr. Semavi Eyice’yi 28 Mayıs 2018’de, 96 yaşında kaybettik. Özellikle arkeoloji, sanat tarihi, Bizans ve Osmanlı mimarisi, İstanbul’un tarihî yapıları gibi konularda yayınladığı eserlerle kültür tarihimize damgasını vurmuştur. Sadece yazmakla kalmamış, 1940’lı yıllardan itibaren İstanbul’daki tarihî yapıları da yerinde incelemiş, kimilerini “kör kazma”nın elinden kurtarmış, elden gidenlerin de yeniden inşa edilmesini sağlamıştır.

Büyük bir tutkuyla bağlı olduğu İstanbul’un tarihine olan ilgisi çocukluk yıllarına kadar iniyor.

9 Aralık 1922’de İstanbul’da doğan ve baba tarafından Amasra’nın köklü ailelerinden Eyiceoğulları’na mensup olan Eyice çocukluğu ve gençliği Kadıköy’de geçirmiş, birkaç Fransız okulundan sonra 1934’ten 1943’e kadar Galatasaray’da eğitim görmüştür.

HAYAT DEĞİŞTİREN REHBER

Ortaokul ikinci sınıfa giderken öğretmenin verdiği bir ödev için İstanbul’un kuşatılması konusunu araştırır. Doktor amcasının kütüphanesinden kitapları karıştırırken İsviçreli bilim adamı Mamboury’nin İstanbul’a dair Fransızca Seyahat Rehberi’ni bulur ve buradaki bilgilerden yola çıkarak surların yapısı ve mimarisini anlatan bir ödev yazar. O kitabın sayfalarında dolaşırken bir şey daha dikkatini çeker: Camiler ve kiliseler. Bir ödev vesilesiyle bulduğu bu İstanbul rehberi Eyice’nin hayatını değiştiren rehber olacaktır. Yıllar sonra o günleri şöyle anlatacaktır:

“O günden sonra yola çıktım. Nişantaşı’nda oturan Ahmet adında canciğer bir arkadaşım vardı. Onunla birlikte bir tramvaya bindik ve İstanbul’u keşfe çıktık, cami, kilise ne varsa dolaşıyorduk. Dolaşırken elimdeki kâğıtlara birtakım notlar alıyordum.”

Artık her fırsat buldukça İstanbul’u gezen Eyice’ye bir zaman sonra amcasının kütüphanesinde bulduğu Fransızca İstanbul rehberi yeterli gelmez. Onun bibliyografyasını çıkararak almak istediği kitapların bir listesini yapar ve böylece bir ömür boyunca kapılarını aşındıracağı kitapçı ve sahaflara ilk adımı atmış olur. Hachette Kitabevi’nden Yüksekkaldırım’daki kitapçılara, Beyazıt’ta Sahaflar Çarşısı’ndaki Raif Yelkenci, Nizamettin Aktuç başta olmak üzere pek çok sahafın müdavimi olur (Yıllarca topladığı nadir eserlerden oluşan kütüphanesin bugün Suna ve İnan Kıraç Vakfı İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nde olduğunu söyleyelim).

Çocuk denecek yaştan başlayan bu tutkusu üniversitedeki tercihini de belirler. Yıllar sonra şöyle anlatacaktır bu alanı seçme sebebini:

“Türkiye’de Bizans sanatını bilen tanıyan yok, hoş Osmanlıyı da bilen yok ya, bu dallarda ben diplomalı uzman olacağım diyordum. Ben de tutturdum, dedim ki bu yabancı konularda da Türklerden uzman çıkması lazım. Bizans, Yunan, Roma sanatı eseri bizim yurdumuzda madem var, biz tetkik edelim, biz yayınlayalım.”

Eyice 1943-48 yılları arasında Viyana, Berlin ve İstanbul üniversitelerinde sanat tarihi üzerine eğitim alır ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü’nden “İstanbul’un Minareleri” konulu teziyle mezun olur. Arif Müfit Mansel, Ernst Diez, Albert Gabriel,, Kurt Erdmann, Paul Schweinfurth gibi dünya çapında bilim insanlarından dersler alan Eyice, aynı bölümde asistan olduktan sonra, 1952’de doktor, 1955’te doçent, 1964’te de profesör olur ve 1990 yılındaki emekliliğine kadar burada görev yapar.

1400’Ü AŞKIN ESER YAZDI

Üniversitedeki görevlerinin ve tetkiklerinin yanında eski eserlerin korunmasıyla ilgili çeşitli kurullarda üyelikler yapan ve Paris, Roma, Brüksel, Venedik, Belgrad, Selanik gibi şehirlerde dersler ve konferanslar veren Semavi Eyice’nin hayranlık uyandıran bir birikimi ve hafızası vardı. Tarihçi Necdet Sakaoğlu Eyice ile ilgili yakın zamanda kaleme aldığı bir biyografi de bu hususu şöyle vurguluyor:

“İstanbul’un hafızasını ve kültürünü özümsemiş bir bilge olan Eyice’den, kent toplumunun ve özellikle de yöneticilerinin yeterince yararlandığı söylenemez. İleri yaşı ve görme sorunu da dikkate alındığında, kitaplaştırma olanağı bulamadığı hazırlıklarının, özellikle de İstanbul’la ilgili bellek birikimlerinin, “Semavi Eyice belgeseli” olarak bir enstitü veya ekip tarafından ses ve görüntü aygıtlarıyla kaydedilmesi işi geciktirilmemelidir.” (Sakaoğlu’nun bu tavsiyesinin –ya da ikazının- ne kadar dikkate alındığını ilerleyen zamanlarda göreceğiz).

YAYINLANMAYAN ESERLERİ VAR

Bizans Devrinde Boğaziçi, Eski İstanbul’dan Notlar, Son Devir Bizans Mimarisi, Ayasofya I-III, Tarih Boyunca İstanbul gibi kitapları bulunan Eyice’nin çalışmalarının ana eksenini İstanbul’daki Bizans ve Osmanlı yapıları oluşturmaktadır. Ayrıca Reşad Ekrem Koçu’nun İstanbul Ansikopedisi, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi ve TDV İslam Ansiklopedisi’nde kaleme aldığı yüzlerce madde bulunmaktadır.

Velut bir kalem olan Semavi Eyice ilk yazısını 1946’da yayınlamıştır. O tarihten itibaren Türkçe ve çeşitli yabancı dillerde 1400’ü aşkın eser (kitap, makale, madde, vs.) veren Eyice’nin çalışmalarının bir dökümünü Semavi Eyice Kaynakçası’nda (Haz. Yasemin Akçaoğlu, Sema Doğan, 2009) bulabilirsiniz.

Vefatından kısa bir süre önce yıllardır üzerinde çalıştığı Kâğıthane’ye dair kitabını eline alan Semavi Eyice’nin yayına hazır pek çok kitap ve makale çalışması olduğu da bilinmektedir. Ümidimiz, bu çalışmalarının da en kısa sürede iki kapak arasında girmesidir. Böylelikle Eyice’nin Bizans’tan Osmanlı’ya kadar geniş bir devri aydınlattığı feneri, vefatından sonra da, kültür tarihimizin karanlıkta kalmış yönlerini aydınlatmaya devam edecektir.


Birçok yapı onun sayesinde ihya edildi
(
Fatih Güldal Tarihçi / Kabataş Erkek Lisesi Müdürü)

İlk olarak 1999 yılında Yunanistan’a dil öğrenmek için gittiğimde tanımıştım Semavi Hoca’yı. Bir müddet kaldığım bu Osmanlı bakiyesi eserlerle dolu ülkeyi onun makaleleriyle tanımaya çalıştım. Neredeyse adım adım bütün ülke gezilmiş ve Osmanlı eserleri tetkik edilerek kayıt altına alınmıştı. Daha sonra bu araştırmaların neredeyse tüm eski, Osmanlı coğrafyalarında yapıldığını gördüm. O dönemler için sınırlı imkânlarla yapılan bu çalışmalar birçok araştırmacı için yol gösterici, ufuk açıcı olmuştu. Evinde yaptığımız özel sohbetlerde özellikle eski komünist ülkelerdeki mimarî yapılarımızı araştırırken çektiği zorlukları, polislerden gizli çektiği fotoğrafları anlatırdı. Hocayla olan bu ilişkimiz benim İstanbul üzerine yapmaya başladığım araştırmalarla daha sıkı bir hal aldı. Özellikle İstanbul’un kaybolan tarihî eserleriyle ilgili müktesebatından “İstanbul’un 100 Kaybolan Eseri” kitabımı hazırlamam esnasında çokça istifade etmişliğim vardır. Hocayla saatlerce süren sohbetler ederdik. Gözlerinin tam olarak görmemesi sebebiyle daha önce makaleler yazdığı yapıların günümüzdeki durumları ile ilgili malumatlar isterdi. Hiç şüphesiz hoca ömrünün büyük bir kısmını İstanbul’un Bizans ve Osmanlı yapılarını inceleyerek geçirdi. Onun kayıt altına aldığı ve bugün ortada olmayan birçok yapı hocanın araştırmaları sayesinde yeniden ihya edilebildi. Özellikle anıtlar kurulunda görev yaptığı sırada yıkılmak istenen tarihî eserleri kavga ederek nasıl kurtardığını büyük bir heyecanla anlatırdı. Merhum hocamızın cenazesinin yine üzerinde uzun araştırmalar yaptığı Fatih Külliyesi’nden kaldırılması da ayrı bir güzellik oldu.


En son İstanbul bahçelerini konuşmuştuk
(
Prof. Dr. Haluk Dursun Tarihçi)

Semavi Eyice’nin bütün yaşantısı boyunca hem yazdığı kitaplar ve makalelerle hem de fırsat buldukça verdiği konferanslarla milli kültürümüze büyük katkısı oldu. Semavi Bey, benim Galatasaray Lisesi’nden ağabeyim, Bostancı’dan da komşumdu. Ben üniversitede, TURİNG’de, Ayasofya’da, görev yaptığım kurumların hemen hepsinde Semavi Hoca’ya konuşmalar yapması için davet ederdim. Bu sohbetlerde ben moderatör olurdum ve onu açıcı sorular sorardım. Mesela Ayasofya’da yaptığımız bir konuşmada, ona Ayasofya’ya ilk kez ne zaman geldiğini sordum. Hoca “Ben Ayasofya’ya geldiğimde burası camiydi” dedi. Babası veya dedesiyle gelmiş çocukken. O konuşmada Ayasofya’nın camiykenki ahvalini anlattı. Bunlar çok kıymetli şahitlikler…

Hoca ile yaşadığımız bir başka hatırada şu: Fossatilerin Ayasofya’daki restorasyonu esnasında dökülen altın yaldızlı orijinal mozaik tanelerinden İtalyan Lanzoni’ye bir tuğra yaptırıp Sultan Abdülmecid’e hediye ediyorlar ve bu tuğra Ayasofya’da duvara asılıyor. Semavi Eyice arşivde bunun kaydını bulduktan sonra Ayasofya’da böyle bir tuğranın olmadığını görüyor. Depoya kaldırılan tuğranın yerine asılması için çok mücadele ediyor ama bir türlü asılamıyor. Ben müze başkanı olduğumda bu tuğrayı yerine koymak istedim, hoca ile görüştüm, bana Ayasofya’da gizli bir elin olduğunu ve hiçbir gücün onu oraya astıramayacağını söyledi. Biz tuğrayı depodan bulduk. Dönemin Kültür Bakanlığı müsteşarı Mustafa İsen’in izni ve talimatıyla depodan çıkardık. Semavi Hoca’ya tuğranın tam olarak nerede asılı olduğunu sorduk. Geldi ve eliyle bize asılı olduğu yeri işaret etti, gösterdi. Mimar Hilmi Şenalp’in teknik yardımıyla Bizans mozaikleriyle yapılmış Abdülmecid’in tuğrasını Ayasofya’ya astık. Konusu açıldıkça Hoca, “Onu oraya asmak en sonunda benim talebeme nasip oldu, helal olsun” derdi.

Hoca ile en son yaklaşık 2 ay önce Millet Bahçesi projesi için görüşmüştüm. Kendisiyle Bizans ve Osmanlı İstanbul’undaki klasik bahçe kültürü ve hasbahçeler üzerine sohbet etmiştik. Her bakımdan yeri dolmaz doldurulmaz, olağanüstü bir hocamızdı, Allah rahmet eylesin.


Semavi Eyice Külliyatı’nın yayın serüveni
(Sema Doğan Sanat Tarihçisi)

Hayatın çeşitli alanlarında olduğu gibi ilim âleminin de yıldızları vardır: Âlimler. Semavi Eyice Hoca sanat tarihi alanının yıldızı, özel olarak da Türkiye’de Bizans tarihinin markalaşmış ismi, ülkemizin ilk Bizantologu idi. Gençlik yılları II. Dünya Savaşı döneminin ve sonrasının zor şartlarında geçmişti, bu zor şartlara rağmen çok iyi bir ilim adamı olarak yetişti.

Semavi Hocam daha ortaokul yıllarından itibaren merakla sarıldığı eski eserlerle öylesine haşır neşir olmuştu ki, gözü onlardan başka hiçbir şeyi görmüyordu. Hatta o yıllarda sahip olduğu Mamboury’nin tek rehber kitabı onun ihtiyacını karşılayacak cinsten de değildi. Bu yüzden merak ve öğrenme aşkıyla yeni yeni kitaplar satın almaya başladı. Sanat tarihi sevdası bir ömür boyu devam etti.

Sürekli çalıştı, aradı araştırdı, öğrendi ve öğrendiklerini süzgecinden geçirerek yoğurdu, Eyice ocağında pişirdi. Öncelikle ülkesinin ilim dünyasına, sonra da Batı dünyasına ve ilim dünyasına sundu. Yılmadı, usanmadı, son nefesine kadar bildiklerini herkesle paylaştı.

Ben 24 yıl gibi uzun bir zaman içinde bıkmadan usanmadan Semavi Hocam’a İSAM’da asistanlık yaptım. 24 yıl içinde yazdıklarının hemen hepsi elimden geçti. Semavi Hocam kaynak temini konusunda ne istediyse arayıp buldum ve önüne koydum. Belli bir süreden sonra artık kendisi yazamadığı için yazılarını o söyledi ben yazdım. Bunu kutsal bir görev olarak addedip şevkle heyecanla yaptım ve yapmaya çalıştım.

Yazdı, çok yazdı. İlim adına kendisinden istenen hiçbir teklifi karşılıksız bırakmadı. Kitap yerine kitap gibi makaleler yazdı, bunları ulusal ve uluslararası dergilerde yayımladı. Düzenli ve metodik bir ilim adamı olduğu için yazdıklarının kaydını tuttu fakat tutamadıkları da olmuştu. Bu yazıların, dergilerin sayfalarından çıkarıp kitap halinde ilim âlemine sunulması gerekiyordu.

Semavi Hoca’ya çeşitli yayıncılar tarafından zaman zaman makalelerinin baskıya hazırlanması için teklifler geliyordu. Fakat bir türlü karar veremiyordu. Hayatı boyunca 1600 civarında araştırma ve inceleme yazısı kazandırmıştı sanat tarihi alanına…

Nihayet karar verilmişti ve Semavi Hocam’ın makalelerinin derlenmesi görevi dönemin Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Ali Birinci tarafından bana teklif edildi. İşte Sema Doğan olarak böylesine onurlu, böylesine vefalı bir görevle ödüllendirilmiştim. Başka bir ifade ile ben böyle bir göreve lâyık görülmüştüm. Çok mutluydum. Çok farklı dergilerde çıkan çeşitli konulardaki yazılarının toplanması o kadar da kolay olmayacaktı, bunun farkında idik. Makalelerinin büyük bir kısmı Türk Tarih Kurumu Belleten’inde veya “Atatürk Konferansları” dizisi içinde veya armağan kitapları içinde yayımlanmıştı. Ancak birçok araştırması da Türk Tarih Kurumu dışında çeşitli dergilerde ve hatta bazı yabancı dergilerde yayımlanmıştı.

Hocanın makalelerinin konularının bir kısmı Osmanlı Türk tarihine, bir kısmı Türkiye’den bahseden seyyahlara dairdi, bir kısmı da Türkiye’deki Bizans sanatıyla ilgiliydi. Bunların tasnifini uzun bir süre düşünüp tasarlamamız gerekiyordu. Zaman zaman hocamla bu konu hakkında istişare ediyorduk. Makaleleri yayımlandıkları dergilere göre mi, konularına göre mi gruplandırmak gerektiği konusu bir hayli bizi meşgul etmişti. Karar vereceğimiz tasnife göre cilde girecek makaleleri belirlemek gerekiyordu.

Zorlandığımız zamanlarda bazen Semavi Hocam “vazgeçsek” dediyse de biliyorum ki yazılarının bir külliyat halinde toplanması hocamı çok mutlu edecekti. Bu bağlamda halihazırda hocamın yazılarını toplama görevi bana tevdi edilmişken ben de bu kararı vazife telakki ederek, büyük bir cesaretle, “Hocam ben bu işi yapacağım, siz hiç merak etmeyin” dedim. Hemen çalışmaya başladım. Hocamın kimi zaman külliyatın tamamlanmasından endişe taşıdığını hissediyordum. Her fırsatta “Hocam ben halledeceğim, siz endişe etmeyin” diyordum. O da “Haydi bakalım, peki” diye mukabelede bulunuyordu.

DOĞUM GÜNÜ SÜRPRİZİ

Artık bu görev benimdi ve öncelikle hocama karşı mahcup olmamalıydım. Hocamla yaptığımız gruplamaya göre külliyatın ilk cildine girecek makaleleri toplayıp hazırladım. Zorlu ve zahmetli bir sürecin sonunda külliyatın ilk bölümü olan Prof. Dr. Semavi Eyice Külliyatı I: Türk Tarih Kurumu’nda Yayımlanmış Çalışmaları adıyla Türk Tarih Kurumu’nda yayımlandı (Ankara 2015) . Böylece Prof. Dr. Semavi Eyice’nin ilmî çalışmalarından bir kısmını kapsayan külliyatın birinci bölümü yayımlanmış oldu. Bu cildin hocamın doğum gününe yetişmesini sağladım ve bir sürpriz yaparak kendisine takdim ettiğimde çok mutlu olmuştu.

Akabinde hemen II. cildin makalelerinin hazırlığına giriştim ve onu da tamamlayıp Nisan 2018 itibariyle Türk Tarih Kurumu’na gönderdim. Vefat etmeden önce yetişmesi için çok gayret ettim fakat kısmet olmadı. III. cildin makalelerinin tasnifine de halihazırda devam ediyorum.

Türkiye’nin ilk ve tek Bizans sanat tarihçisini, İstanbul âşığını, eski eser sevdalısını, İstanbul’un hâfızasını, hocaların hocasını, millî değerlerine cânı gönülden bağlı, çok yönlü bir ilim adamını 96 yaşında ebediyete uğurladık. Cenazesi Fatih Camii haziresine defnedildi. Allah’tan rahmet diliyorum.


Bir devir kapandı
(İHSAN SARI Mimar)

Semavi Eyice benim hocam olmadı ancak ben kendisini 35 yıldır tanıyordum. 2006’da İstanbul Tarihi Alanlar Alan Başkanlığı kurucu başkanı olduğumda Hoca da danışma kurulunda uzman üyeydi. Hocanın hafızası yönünde: Tarihî yarımada koruma planı yapılırken Semavi Hoca koruma planını yapan arkadaşlara haftada bir gün gelip İstanbul’u anlatırdı. Bir gün Unkapanı’ndaki bir sarnıçtan bahsetti. Hoca sarnıcın içini öyle bir anlatmaya başladı ki, galeri katı, merdivenler, tonozlar, molozlar, çöküntüler… Bütün ayrıntılarıyla canlandı adeta sarnıç. Hocaya burayı en son ne zaman gördüğünü sordum. “Biraz oldu, en son 1948’de gezmiştim” dedi. Ben bir sene önce gezmeme rağmen o kadar hatırlayamadım yani. Yine 2008’de Bulgaristan’daki Murad Hüdavendigâr Camii’nin restorasyonu esnasında hocayı ziyaret etmiştim. Bu konuyu açınca “Caminin ortasındaki şadırvan komünizm zamanında yapılmış, özgün değil, onu çıkarın oradan” dedi. Siz bunu ne zaman gördünüz deyince, 1980’de buraları gezdiğini o zamandan hatırladığını söyledi. Müthiş bir hafızası vardı. Ayrıca hayatının son dakikasına kadar da üretim yapan bir insandı. En son hasta yatağında bana Sofu Mehmed Paşa Külliyesi üzerine yazdığı kitabı hediye etmişti. Yine yoğun bakıma girmeden önceki ziyaretimde de Kâğıthane’ye dair yazdığı kitabı anlatmıştı. Cumhuriyet döneminde Türk kültürü ve tarihi konusunda yetişen 3 büyük usta vardır: Prof. Dr. Oktay Aslanapa, Prof. Dr. Halil İnalcık ve Prof. Dr. Semavi Eyice. Maalesef onun vefatıyla bu mümtaz kuşağın devri de kapanmış oldu. Ancak bize ve ailesine mutluluk veren husus Hocanın Fatih Cami haziresine defnedilmesidir. Allah rahmet eylesin.

#Semavi Eyice
#Edebiyat
6 yıl önce