|

Ölüm Saraybosna’da ve her yerde

Bosnalı şair, yazar, film yapımcısı Semezdin Mehmedinoviç, savaşın en şiddetli günlerinde bile, ülkesini terk etmeyenleri anlatıyor Saraybosna Blues’da. Bazen bir şiir bazen ise bir hikâye ile bizi yaşadıklarının içine çekip Bosnalıların hem ölüme hem de dünyaya “hayata devam ederek” nasıl meydan okuduklarını gösteriyor.

04:00 - 15/09/2019 Pazar
Güncelleme: 09:25 - 15/09/2019 Pazar
Yeni Şafak
Semezdin Mehmedinoviç
Semezdin Mehmedinoviç
KÜBRA KURUALİ YAŞAR
“...sen buraya cehennem diyorsun
ve buradan kaçıyorsun, sanıyorsun ki
Saraybosna’dan başka yerde ölüm yok.”

Bosna savaşına dair zihnimden hiç silinmeyen bazı görüntüler var. Savaş başladığında yedi yaşındaydım. Evde okunan gazete ve izlenen televizyon haberlerinden etkilenmiş, çocuk aklımla savaşların neden var olduğunu anlamaya çalışıyordum. Böyle bir şey bizim başımıza gelir mi, gelirse nasıl yaşarız gibi soruları sesli düşündüğümden olsa gerek, babam bir gün eve elinde Bosna savaşını anlatan bir VHS çizgi filmle geldi. O zamanlar filmleri hep birlikte videodan izlerdik. Çizgi filmde Boşnaklar ve Sırplar güle oynaya yaşarken savaşın başlamasıyla hayatları değişen ve ülkesini terk etmeyen insanlar vardı. Tıpkı Semezdin Mehmedinoviç ve savaşın en şiddetli günlerinde bile, ülkesini terk etmeyen birçok Bosnalılar gibi… Saraybosna Blues bana yakın zamana kadar haber merkezinde çalışırken ezberlediğim Bosna görüntülerinden çok, yedi yaşında defalarca izleyip kendimi onlardan biri gibi hissettiğim çizgi filmi yeniden hatırlattı.

Kuşatma boyunca ülkesinde kalan ve dergi editörlüğü yapan Mehmedinoviç’in tanıklık edebiyatında yazdığı şiirler, hayatından kesitler ve gerçek hikâyelerin insanları; birer çizgi kahramana dönüşüp zihnimden silinmeyen sahnelerin içinde ölümsüzleşti. Anladım ki o günlerde Bosnalılar hem ölüme hem de dünyaya “hayatlarına devam ederek” meydan okudu.

ŞAİRLER KATİLE DÖNÜŞÜRSE


Washington Post’un “Bosna savaşının patlak vermesinden bu yana kuşatılmış başkentten çıkan en iyi eser”, Paul Auster’ın “hem bir savaş raporu hem de felsefi bir soruşturma” olarak bahsettiği Saraybosna Blues’da, 2008’in Temmuz ayında Belgrad’da yakalanan, “Soykırım, savaş ve insanlığa karşı suç işlediği” için müebbet hapse mahkum olan Radovan Karadziç’e dair ilginç detaylar da var. Karadziç’i savaştan önceki dönemde tanıdığını söyleyen yazar, grupça bir kafede oturduklarında nadiren konuşup genelde dinlediğini, psikiyatr olduğu yılların deneyimiyle sakin, güven verici, barış yanlısı bir insan olduğunu ve çocuklar için şiirler yazdığını anlatıyor. Savaş sonrası için ise şöyle diyor: “Yüz ifadesi vahşileşmişti, bir zamanlar tanıdığım insanın yerine bir başkası gelmişti. Alçakgönüllü tavırları, bir ölünün bedeninden ayrılan ruh gibi uçup gitmişti.”

Mehmedinoviç, Karadziç’i kastederek yalnızca şairler katillere dönüştüğü için değil, aynı zamanda savaş yüzünden de metafor kullanmaktan çekinir. Yugoslav Edebiyatı profesörü Vojislav Maksimoviç’in bir Müslümanın kesik başını futbol topu yaptığını öğrendikten sonra ise yazarın insanlara dair hiçbir hayali ve beklentisi kalmaz.

KALBİMİZDEN TAŞAN TRAJEDİLER

Aliya İzzetbegoviç 1993 yılında yaptığı bir konuşmada şöyle der: “Biz Saraybosnalılar, belki de tüm Bosnalılar gibi garip insanlara dönüştük.(...) Bombalar patlıyordu ve bizler gazeteci Gafic’in dediği gibi kendi ‘Saraybosna rulet’imizi oynuyorduk. Kimimiz su ve ekmek aramak kimimiz işe gitmek için dışarı çıkıyoruz ve savaş muhabirleri, barışın gelmesini bekleyerek otellerinde oturuyorlar.” Aliya, o gün ağır ateş altında korkudan otellerinden çıkamayan savaş muhabirlerinin yanına gider. Amacı Bosnalıların her şeye rağmen yürüyebildiklerini göstermektir. Saraybosna, kuşatma altındayken sinema festivali düzenleyen, onca yok oluşa rağmen illa ki bir fincan kahve içmeyi ihmal etmeyen bir şehir... Belki de hayatları altüst olduğu halde “hayatın içinde kalabildikleri” için o kadar güçlü durabildiler. Halbuki yaşadıkları ve anlatamayacakları o kadar çok trajedi vardı ki! Çünkü kalpler bazılarını taşıyamayacak kadar küçüktür.

Semezdin Mehmedinoviç Tolstoy’un Hacı Murat tanımının Bosnalı Müslüman tanımıyla birebir örtüştüğünü belirtir kitabında. Tolstoy, Hacı Murat’ı “Güz çimeni gibi, saman arabasının üzerinden geçip gider, ama yine tekerleğin altından dimdik çıkar” diye anlatır. Bosnalı Müslüman’ın da dimdik güz çimeni gibi olduğunu söyler Mehmedinoviç. Şehirleri bombalarla yerle bir etmenin doğru olmadığını söylemekten kaçan entelektüelleri ise topa tutar: “On ay süren savaştan sonra, Saraybosna’da hala ‘Neden böyle oluyor ve neden bu kadar acımasızca?’ diye soran entelektüellere rastlıyorum. Aptallar cevabın şu olduğunu görmüyorlar: Çünkü! Sadece çünkü. İşte bu yüzden soru sormanız için artık çok geç.”

SABUN VE HAVLUYLA GELEN ÖLÜM

Mehmedinoviç işe giderken her sabah otostop çeken bir kadını arabasına alır. Yol o kadar boştur ki onun şehirde kalan son kişi olduğunu düşünmeden edemez. Gasilhanede çalışan Hajra ölüleri yıkamaktadır. Savaş herkesin işini sekteye uğratırken onun işinde tam tersi olmuş, Hajra ölüme tüm Bosnalılardan daha da yaklaşmıştır. Ve bir sabah Hajra yazara hediye ettiği havlu ve sabunla onu da ölüme biraz daha yaklaştırır. Mehmedinoviç, arabasının bagajındaki sabun ve havluyu düşünüp kendini ölü bir adam olarak tahayyülünü anlatırken hepimizi günün birinde sıcak suyla yıkanma fikrine de ısındırır.

Askeri harita misali dümdüz olan şehirde yağmalanan dükkanlar, kitaplardan yapılan sığınaklar, ateşsiz kışlar, çiçeksiz yazlar ve isimsiz günler geçip gider. Savaşın sona ermesinin ardından 1996 yılında Mehmedinoviç ailesiyle birlikte Amerika’ya yerleşir. Kitap bittiğinde anlarız ki ölüm Saraybosna’da ve her yerdedir!

#Semezdin Mehmedinoviç
#Saraybosna
#Saraybosna Blues
5 yıl önce