|

Osmanlı âlimleri yahut ‘bu nice okumaktır?’

Prof. Dr. İsmail E. Erünsal, yeni baskıda hacmi iki katına çıkan Osmanlı Kültür Tarihinin Bilinmeyenleri’nde Osmanlı hukuk ve eğitim tarihiyle ilgili problemler çerçevesinde kaleme alındığı makalelerle pek çok yanlışı düzelterek okurlarını doğru kaynaklara doğru sorular sormaya yönlendiriyor.

Yeni Şafak
04:00 - 15/03/2019 Cuma
Güncelleme: 11:28 - 14/03/2019 Perşembe
Yeni Şafak
Arşiv
Arşiv
İHSAN KALENDER

Bilim adamlarının kariyerleri boyunca yayınladıkları makaleler ya çok sınırlı sayıda basılan ilmî dergilerde ya da dağıtımı olmadığından çoğu zaman ilgilisine ulaşmayan sempozyum veya “prestij” kitaplarında kalır.

Mesela tarih ve Türkoloji sahaları için konuşacak olursak, eski hocalarımızın çoğunun -bazıları kitap hacminde olan- makaleleri beyaz kapaklı üniversite dergilerinin saman kâğıdı yapraklarında unutulup gitmiştir (“Unutulmuştur” diyorum, zira vefat eden bu hocaların talebeleri ya da hocaların isimlerini yaşatmakla vazifeli kurumlar bu dağınık yazıları kitaplaştırmaya muvaffak olamamışlardır. Mesela evvel emirde aklıma gelenlerden Türkiye’de divan edebiyatı araştırmalarının kurucu ismi Prof. Dr. Ali Nihad Tarlan’ın, onun talebesi Prof. Dr. Mehmed Çavuşoğlu’nun, dünyaca ünlü Şarkiyatçı Prof. Ahmed Ateş’in her biri büyük emek mahsulü olan yazıları nisyandan kurtulacakları günü beklemektedirler).

Neyse ki son yıllarda muhtelif zamanlarda kaleme aldığı yazılarını yeni bilgi ve kaynaklar noktasından güncelleyen, eski yazdıklarında düzeltilecek ya da terk edilecek hususlara da açık yüreklilikle işaret eden ve makalelerine son şeklini vererek kitaplaştıran hocalarımızın sayısı gitgide artıyor. Onlardan biri de makalelerini “Osmanlı Kültür Tarihinin Bilinmeyenleri” adıyla toplayan Prof. Dr. İsmail E. Erünsal.

İlk baskısı 2014’te yapılan kitabın hacmi, bu yeni baskıda neredeyse iki katına çıkmış. Eski baskıda yer alan makalelerde bazı düzeltme ve ilaveler yapıldığı gibi, kitaba yedi yeni makaleye eklenmiş. Çoğu zaman bir “pazarlama tekniği” olarak yazılan kapaktaki “genişletilmiş ve güncellenmiş 2. baskı” ibaresinin hakkı verilmiş.

TALEBELERİN KİTAPLARI

Bu yeni baskıda eklenen makaleler daha ziyade Osmanlı hukuk ve eğitim tarihiyle ilgili problemler çerçevesinde kaleme alınmış. Okur, bu iki alanla alakalı aslında ne kadar genelgeçer ve sorgulanması gereken bilgilere sahip olduğu gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalıyor. Onlardan biri olan Osmanlı medrese talebelerinin okuduğu kitaplara dair araştırma son derece dikkat çekici.

Medrese talebelerine hangi kitapların okutulduğunu tespit etmek için ya vakfiyelere ya da müderris ve talebelerden ölen kimselerin, mal varlıklarını tespit maksadıyla tutulan, “tereke veya muhallefat kayıtları”na bakılır. Buradan yola çıkan Prof. Erünsal, İstanbul Mahkemeleri’ne ait defterleri tarayarak 1680-1904 tarihleri arasında medrese talebelerine ait 64 tereke kaydını incelemiş. Medreselerde temel kaynak olarak okutulduğu vurgulanan eserlerle, tereke kayıtlarında çıkan kitapların karşılaştırmasıyla ulaşılan sonuçlarsa son derece ilginç:

Mesela kelam alanında Osmanlı medrese sisteminin ilk basamağında okutulan en önemli eser olarak bilinen Seyyid Şerif Cürcanî’nin “Haşiye-i Tecrîd” adlı kitabı sadece iki terekede geçiyor. Oysa Fatih Sultan Mehmed, Sahn-ı Seman medreselerini yaptırdıktan sonra “Haşiye-i Tecrîd”i ders olarak koydurmuş, ayrıca yine kelama dair bir eser olan “Şerh-i Mevâkıf”ın da okutulmasını istemişti. Ancak incelenen terekelerin hiçbirinde “Şerh-i Mevâkıf” bulunmuyor.


EDEBİYATA MERAK AZ (MI)

Yine incelenen 64 tereke kaydına göre medrese talebelerinin edebiyata pek meraklı olmadıkları görülüyor. Oysa Osmanlı edebiyatı uzmanlarından Prof. Dr. Mustafa İsen, tezkireleri esas alarak divan şairlerinin %36’sının ilmiye sınıfına mensup olduğunu ortaya koymuştu. Ancak Prof. Erünsal’ın araştırmasına göre terekesinde çeşitli şairlerin divanı bulunan talebe sayısı sadece 7’dir. Divan-ı Câmî, Divan-ı Hâfız, Divan-ı Merakî, Divan-ı Sabî ve Divan-ı Niyazî yanında aruza dair birkaç eser de terekelerde mevcuttur.

Bir diğer mesele de terekelerdeki “evrak-ı perişan” şeklinde kayıtlardır. Yazara göre bunlar derslerde okutulan kitaplardan bazılarının talebeler tarafından kopya edilmiş bölümleri olabilir. Zira bazı “evrak-ı perişan”ların ciddi rakamlarla müşteri bulması bunların basit not kâğıtları olmadığına işaret ediyor.

Elbette yalnızca terekelerin sunduğu verilerle medreselerde okutulan eserlerin bunlardan ibaret olduğu söylenemez. Ancak 17 ilâ 20. yüzyıl arasındaki 64 tereke kaydı medreselerde okutulan bütün kitapları temsil etmese de konu hakkında bir fikir verebilecek ve çok sayı soru üretebilecek mahiyette olduğu açıktır.

İkinci baskıya yazdığı önsözde Prof. İsmail E. Erünsal, çalışılan konularda son sözü söylemenin hiçbir zaman mümkün olmadığını, eserin daha matbaa safhasındayken eksik ve kusurlarının fark edilmeye başladığını söylüyor. ‘Gerekli unvanlara ulaştım’ diyerek çalışmalarına son vermeyen birinin, daha evvel yayın yaptığı konularda her zaman yeni bilgilere ulaşıp eksikliklerini tamamlayabileceğini, hatta yanlışlarını bile düzeltmenin mümkün olduğunu belirtiyor.

13. yüzyılda yaşayan Endülüslü edib ve şair Ebu’l-Beka er-Rundî’nin şu sözünü de kulağımıza küpe yapıyor: “Her şey tamamlandı denildiğinde eksiklikleri ortaya çıkmaya başlar.”

#osmanlı
5 yıl önce