Edebiyatçıların hayatı hakkındaki detaylı bilgiler, internetin güvenilmez ortamı düşünüldüğünde, meraklı okur için bir sır olarak kalıyor. Takip edip okuduğu şairi, yazarı daha iyi tanımak, hayatının ne kadarı metinlerine dahil görmek için iyi bir örnek çalışma bekleyen İhsan Deniz okurları için adres belli oldu: “Sevgilimdir Yazdığım Her Şiir Benim". Mehmet Solak'ın gerçekleştirdiği nehir söyleşide İhsan Deniz'in dergiler, şiir, teknoloji, müzik hakkındaki samimi cevaplarına şahit oluyoruz. Cümle Yayınları'ndan çıkan eserde, Solak'ın İhsan Deniz kitaplarıyla ilgili inceleme yazıları da bulunuyor. Şair geçtiğimiz yıl da 12 kitabını “Dut Ağacında" adıyla bir araya getirmişti. Kedileri, zemzemi, fulyaları, dolma kalemlerini, kahve bardağını, Converse pabuçlarını, Guerlain marka parfümünü, eski daktilosunu, rock ve blues müziğini, Edirne Darü'l Hadis Camii'ni, Bursa Seyyid Usûl Dergâhı'nı kendisine sevgili bilen şairle dostlar, edebiyat ve hayat üzerine konuştuk.
Hatıralardan söz etmek, insanın mâzîsine dönük kazılar yapmak anlamı taşıyor. Anlatırken, birbirini tetikleyen ve dolayısıyla unutulduğu hâlde gün yüzüne çıkan hatıra kümeleriyle de baş başa kalıyorsunuz. Mâzî adeta yeniden canlanıp diriliyor ve karşınıza dikiliyor. Memnuniyet ve pişmanlık hisleri iç içe geçmiş bir vaziyette kabarıyor. Muhafaza etmek, korumak, sahip çıkmak hassasiyeti kuvvet buluyor.
Hayır, olmadı. Kim bilir, belki ilerde olur.
Kâmil'le fırsat buldukça yüz yüze görüşüyoruz. Oysa Osman'la yıllardır bir araya gelemedik. Kâmil'le 12 yaşımızdan bugüne çok şey yaşadık ve paylaştık. Değerli arkadaşım ve dostum çok âlîcenaptır. Bir İstanbul ziyaretimde, Kâmil'in Fatih'te tek başına kaldığı evde, geceyi, ben Kâmil'in yatağında Kâmil ise masa başında kitap okuyarak geçirmiştik. Sabah olduğunda Kâmil hayli dinç bir hâlde ara-sıra geriniyor ve parmaklarını çıtlatıyordu. Yatılı mektepte Kâmil'in eşya dolabının tam üzerine sabahın köründe kocaman bir teyp koyarlar ve o teypten bangır bangır ilahîler, marşlar okunurdu. Tüm koridor çınlardı. Kâmil bu ve benzeri eziyetlere daha fazla tahammül edememiş ve son sınıfta okulu bırakmıştı. Hatıra çok, ancak yerimiz dar!
Üniversite yıllarında Cağaloğlu dünyasından pek çok isim ve imza ile tanıştım, kimileriyle arkadaş ve dost oldum. Sol tandanslı arkadaşlarla Çorlulu'da (Erenler) tanıştık çoğu zaman. Oranın müdavimlerinden olanlarla çok şey paylaştık hiç kuşkusuz. Necat Çavuş, Hüseyin Atlansoy, Bahadır Bayrıl, rahmetli Seyhan Erözçelik gibi arkadaşlarla bir dönem ruhuna şâhitlik ettik ve bağlarımız hiç zayıflamadı. Önümüzdeki şairlerden olduğu gibi birbirimizden de beslendik biz.
Çocukluğum ve gençlik yıllarım İstanbul'da geçti. 30 yıla yakın bir süredir de Bursa'dayım. Merkez-taşra düalitesi keskin hatlarıyla ortadan kalkmış olsa da, esasen türlü-çeşitli biçim ve içerikte varlığını sürdürüyor bana göre. Söz konusu ayrım gerekli olmayabilir, ancak yaşanan hakikati de görmezden gelemeyiz sanıyorum. İstanbul, özellikle genç şair için bir tecrübe imkânıdır. Ancak yaşanarak farkına varılabilecek bir imkân. Her şeyi kitaplardan öğrenemezsiniz. Bu bağlamda taşrada ikâmet etmenin mahzurlu olduğunu söylüyor değilim hiç kuşkusuz. Herkes merkezde olamaz, olması da gerekmez elbette. Sorun, taşrada yaşamak değil, taşralılaşmakta! Haa, İstanbul'da yani merkezde yaşadığı hâlde taşralılık illetiyle malûl olanları paranteze bile almıyoruz tabii.
Sinema ve tiyatro ilgilerim zayıf olsa da, sürüyor. Mimarlığa dönük bakışımı kuvvetlendirme çabasındayım. Ama bir şey söyleyeyim: Müzik alanında öteden beri hiç eksilmeyen sıkı bir 'dinleyici' tarafımın olduğundan bahis açabilirim. Kitapta bu hususta bana ait bir müzik haritası mevcut.
Yönelişler'in baskın özelliklerinden olan bir 'çalışma ortamı' zemini, benim şair kimliğimin oluşmasında son derece etkili olmuştur. Bu yüzden diyorum ki, ben şairliğimi tamamiyle Yönelişler dergisine borçluyumdur. Ebubekir Eroğlu'nun müdahalesiz yönlendiriciliği, o dönem Yönelişler bünyesinde yer bulan tüm genç şairlere önemli bir ufuk alanı kazandırmıştır. Bunun dışında o yıllarda benim etkilendiğim şairler söz konusu olduğunda Sezai Karakoç'u, Edip Cansever'i, İlhan Berk'i, Cahit Zarifoğlu'nu sayabilirim.
Kabul edilsin veya edilmesin; 80'li yıllarla birlikte Türk şiiri bir 'onarım'dan geçmiş ve bir yerlere taşınmıştır. Poetik bir anlayış birliğinden ziyade günümüzde tek tek şairlerin atılım hamlelerine şâhit oluyoruz. Poetik adacıkların çoğalması, dahası o adacıkların şiirle temsiliyeti hususunda sorunlu alanlar mevcut. Ben hayli zamandır dergilerden çekildim. Ancak dergileri takip ediyorum imkânlar ölçüsünde. Söylemek bile fazla: Çok dergi çıkıyor; gereğinden çok, bir ihtiyacı karşılamaktan uzak olarak...
Hiç kuşkusuz güncel olay ve olgular da 15 Temmuz gibi, şiirin kapsama alanındadır. Ancak bunun, tek ve çok çok önemli bir şartından söz etmek gerekir: Şiir olmak! Şiir olayları 'anlatmak', o olayları 'dile getirmek' için yazılmaz, yazılmamalıdır. Şiir, 'şiir olmak' için yazılır! Bu bağlamda estetik nitelik, kalite önemli ve önceliklidir. Şairin anlattığı olay ancak bir estetik dünya içerdiğinde anlamlı olur, değer ve beğeni kazanır. Tersi, önüne gelenin 15 Temmuz şiirleriyle coştuğu bir kakafoniye sebeptir. Ve esen rüzgâr dindiğinde görülür ki, onlarca şiirden geriye, başta Ebubekir Eroğlu'nun “15 Temmuz 2016" şiiri gibi bir-iki eser kalmış!
Teknolojinin hayatın tüm alanlarını bu kertede işgal ve iğdiş etmesi, bana kalırsa, edebiyat ve şiir bağlamında ilk elde kolaycılığa, ucuzculuğa ve sıradanlığa yaslanmaya sebep oldu. Dergilerde yer alamasan bile, internete koy, takipçilerin çoğalsın! Basılı yayının sonu gelmez, diye düşünenlerdenim. Sanal âleme çok uzağım. Ordan bir şey çıkmaz bana göre.