|

Ücradaki İnsanların romanı: Uzaktakiler

Uzaktakiler, genç yazar Ozan Kaçar’ın ilk romanı. Bu ilk romanı okuyunca aklıma hemen Bela Tarr’ın “Satantango” isimli filmi geldi. Roman da aynı bu film gibi siyah-beyaz. Bir film siyah beyaz ve kasvet dolu bir görsellikle pekâlâ çekilebilir. İş, en nihayetinde teknik bir teçhizata dayanmaktadır zira. Peki, ya roman? Roman siyah-beyaz yazıla bilir mi? İşte Uzaktakiler siyah-beyaz çekilen/yazılan bir Türkiye romanı. Kasveti yoğun; hüznü yapışkan; taşrası büyülü...

Yeni Şafak
04:00 - 12/09/2018 Çarşamba
Güncelleme: 19:02 - 11/09/2018 Salı
Yeni Şafak
Ücradaki  İnsanların romanı: Uzaktakiler
Ücradaki İnsanların romanı: Uzaktakiler

NAFYA AHSEN ÖNER

Yazar, daha ilk sayfalarda, farklı bir romana tanık olacağımızı kurgulamış olduğunu bize izhar ediyor. Bildiğimiz coğrafyaların taşrasına benzemeyen bir portre çiziyor okuyucuya; karakalem çalışmasından farksız bir portre. Yıllardır güneş açmayan taşrada çoğu isimsiz insanların sıfatlarını hak etmek için verdikleri uğraşa tanık oluyoruz: Katil öldürmeye, Yusuf güzelliğe, Maktul ölmeye mahkûm oluyor bu yüzden. Tuhaf bir şekilde, Katil bize hep düşmanı düşünmemiz gerektiğini hatırlatmakta roman boyunca. Çünkü düşmanı düşünmek Uzaktakiler’in tek varlık nedeni gibiydi. Hani düşman unutulacak olsa, hepsi ölmeye yatacaklar ve bir daha uyanmayacaklar gibiydi. Bu yüzden Katil sanki Uzaktakiler’i diri tutmak için roman boyunca canhıraş bir şekilde uğraş veriyordu: düşmanı hatırlatmak için, onu unutmamak için. Ve o, düşman, o öldürülmesi gerekenler, aklıma hemen İsmet Özel’in dizelerini getirdi.

“Bir düşmanımız kaldı kendi dudaklarımız arasında”

Düşman bizatihi yazar tarafından romanda “hazır ve müsellâh ” şekilde “o tepenin ardında” konuşlandırılmamıştı. Ve fakat taşranın orta yerindeki ifrit idi; ve Yusuf’u küstürmüş olan diğerleriydi. Romandaki düşman, böylece, şairin işaret ettiği “o tepenin ardında” değil herkese yakın olan, hatta aralarında dolaşıyordu. Bu yüzden düşman apaçık görünendi ve düşman ölünce güzellik gökten kendiliğinden peyda olacaktı, en azından romanın kahramanı Katil böyle düşünüyordu. Roman da Katil ve onun gelecekteki torunlarını görme kudretine sahip en yakın arkadaşı Zarif’in hareket alanını ve dahi rüyalarını takip ederek ilerleyip sona varıyor.

İFRİT BİZE NE GÖSTERİR ?

Uzaktakiler romanında ifritin varlığı, gülüşlerin yaratıklara dönüşmesi, gelecekten gelen Cümbüş’ün konuşmaları bize romanın Büyülü Gerçekçilik anlatısının yetkin bir örneğini sunuyor ve bunu hiç zorlamadan başarıyor. Borges, Marquez, Bulgakov’dan aşina olduğumuz Büyülü Gerçekçilik zaten okuması keyif veren bir anlatıydı. Bizde Latife Tekin (Sevgili Arsız Ölüm) ve İhsan Oktay Anar (Puslu Kıtalar Atlası)’dan büyülü gerçekçilikle tanışığız. Şimdi de Ozan Kaçar’ın Uzaktakiler romanını listeye eklemek gerekiyor.

Yüzyıllık Yalnızlık, Gabriel Garcia Marquez

Özellikle Kundera’nın sözü romanın tümünü anlatacak türden bir epigraf. Roman bitince daha bir anlaşılıyor bu. Marquez ise romancıya daha çocuksu bir ses bir naiflik ile yardıma koşuyor: O gösterilen ama gidilmeyen uzaklık. İşte orada, romanın içinde bir yerlerde var olan uzaklık. Romanın başında romanın içini işaret eden, romanın adının altını çizen bir söz.

Romanı anlatan bir yazının sonunda kitabın başına dönmek, orada kalmak, kitabın yeni okuyucularını kitabın başına davet etmek gibi oldu. Davete icabet edip etmeme tasarrufu elbette onlara ait. Ancak şunu belirtmek isterim: Coğrafyanın mı yoksa insanların mı uzak olduğuna karar veremediğimiz bir romanla karşı karşıyayız.

#Yeni Şafak
#Kitap Eki
#Roman
6 yıl önce