|

Ursula’nın gezegenine dönüş

Ursula Le Guin öldüğünden bu yana kendime aynı soruyu soruyorum: Onunla ilk defa tanıştığım gezegene geri dönmek ister miyim? Doğrusu hayır. Ne 20 yaşıma, ne de o gezegene geri dönmek istemiyorum. Ancak gençliğimin evrenlerinde tanıştığım ve onlardan birinde yaşadığını düşündüğüm Le Guin yolculuğuma eşlik ettiği için şanslı sayılırım. Onun anlattığı gibiydi aslında: Yolda olmak, değişmek, bundan korkmamak, yeniden denemek.

Yeni Şafak ve
16:25 - 14/02/2018 Çarşamba
Güncelleme: 16:30 - 14/02/2018 Çarşamba
Yeni Şafak
Ursula K. Le Guin
Ursula K. Le Guin

Ursula’nın gezegenine ilk defa 20 yaşındayken gittim. Daha erken gitmek, daha verimli bir yolculuk sağlayabilirdi. Yine de 20 yaş, pasif anarşizm, feminizm vs. gibi kavramlarla karşılaşmak için ideal bir dönem. Anarres’ten Urras’a yolculuk yaparken Shevek’le tanışmak da... Ya da şöyle söyleyeyim “Odo’cu olmak için mükemmel zamanlama.”

Geçtiğimiz ay hayatını kaybeden Ursula Le Guin’i Mülksüzler, Yerdeniz serisi, Dünyaya Orman Denir, Karanlığın Sol Eli gibi kitaplarından tanıyoruz. Ses getiren bu romanların yanında tabi çocuk kitapları ve şiirler de yazdı. Yaşamının son dönemlerine kadar üretti. Bu yanıyla hepimizi imrendirmeyi de başardı.

Ölüm nedeni henüz bilinmiyor. Muhtemelen bir kalp krizi diye not düşülmüş haberlerin altına. Doğrusu onun hangi yaşta, nasıl öldüğü okuru pek de ilgilendirmiyor. İlgilendiren tek yanı artık Ursula’nın yeni tek bir satırını okuyamayacak olmamız. Ondan kalanlarla yetinmek zorundayız. Ancak arkasında bıraktığı eserlerin ciddi bir yer kapladığını da itiraf etmeli: On yedi roman, beş şiir, yüzlerce öykü, konuşma, tartışma metinleri... Yani sayısız kitap.

ÇOCUKLUK TUTKUSU

Le Guin’in çocukluğunda yazar bir anne ve antropolog bir babanın kızı olarak erken yaşta başlayan yazma tutkusunu görüyoruz. 11 yaşındayken ilk fantastik öyküsünü kaleme aldı. İnanılmaz Bilimkurgu dergisine gönderdiği öykü reddedildi. Ancak aradan geçen yıllarda bu türe uzaklaşıp farklı metinler üzerine çalıştı. 30’larında ise çocukluk çabalarına geri dönmeye karar verdi.

Bir insanın başarıyı çocukluk tutkusunun içinde bulması önemli bir ayrıntı. Çocukluk ruhumuzu tanımaya daha yakın olduğumuz bir dönem. Le Guin için de bu geçerli. Dünyanın onu tanıması, bu tutkudan, yani bilimkurgudan beslenmesiyle başladı. Ardından unutulmaz eserleri ardı ardına yayınladı. Yerdeniz serisinin ilk kitabını 1968’de çıktı: Yerdeniz Büyücüsü. 1970’de yayınladığı Karanlığın Sol Eli onu uluslararası şöhrete sahip bir yazar yaptı. Roman Hugo ve Nebula ödüllerini aldı.

Karanlığın Sol Eli, Kış isimli bir gezegende geçiyordu ve ne hikmetse Kış Dünya’ya çok benziyordu. Ancak bu dünyada yaşayan herkes çift cinsiyetliydi. Tamamen koşullara göre, yılın belli dönemlerinde yaşadıkları hormonal değişikliklerle erkek veya kadın olabiliyorlardı. Bu da gezegende cinsiyete bağlı üstünlük anlayışını tamamen ortadan kaldırıyordu. Romanın ana kahramanı ise Kış’a gezegenler arası konfederasyondan gönderilen bir erkekti: Genly Ai, konfederasyona Kış’ı da dahil etmeye çalışan bir elçi, bürokrat. Ancak Kış’ı anlaması mümkün değildi.

Le Guin’in “Cinsiyeti ortadan kaldırdığımda ne olacağını görmek istedim” cümlesiyle açıkladığı roman hala dünyanın en iyi bilimkurgu eserleri arasında sayılıyor. 1972’de, Dünya Vietnam üzerine tartışırken o Dünyaya Orman Denir’i yazdı. 1974’de yayınlanan Mülksüzler de hızlı biçimde kendine sağlam bir yer edindi. Bu defa konu anarşist ve kapitalist iki ayrı dünyanın insanlarının yaşadıklarıydı. Kapitalist sistem için yazılmış en iyi eleştirilerden biri olarak tanımlanan eserden sonra da Yerdeniz serisinin diğer kitapları, öyküleri, şiirleri gelmeye devam etti. 2006’da Goro Miyazaki, Yerdeniz’in animasyonunu hazırladı. Seriyi bu haliyle ‘izlemek’ okur için şaşırtıcı bir deneyim oldu.

O kurduğu dünyalarla bizi şaşırttı, farklı bir dünyanın neye benzeyeceği yönünde düşündürdü. Bize farklı toplum biçimleri kurgularken, eser verdiği türü geliştirmeyi başardı. Farklı, alışılagelenin dışındaki hikâyelerle bilimkurgunun değişimine yol açtı: “Daha önceki yazar ve eserlere hiçbir biçimde haksızlık etmek veya bunları küçümsemek istemem, fakat bilimkurgunun 1960’larda değişim geçirdiğini söylemek yanlış olmaz. Bu değişim genel olarak yazar ve okurların sayısında, konuların çeşitliliğinde, bunların ele alınışındaki derinlikte, kullanılan dil ve tekniğin olgunluğunda ve eserlerdeki politik ve edebi bilinçte izlenmiştir. Altmışlı yıllar hem tanınmış ve yeni yazarlar, hem de okurlar için bilimkurguda heyecan verici bir dönemdi. Tüm kapılar açılıyor gibiydi…”

YENİ DALGA’NIN YAZARLARI

Le Guin, bilim kurguyu değiştirdiği J. G. Ballard, Philip K. Dick ve Michael Moorcock gibi isimlerle birlikte Yeni Dalga olarak adlandırılan akımın içinde anıldı. Yani, politik söylemleri olan, farklı toplum biçimleri düşlediği eserler bilimkurguyu da baştan şekillendirdi. Değişimden korkmadı. Karakterleri de öyle. Hep yolda olan, değişimi, süreci yaşayan yolcuları yazdı. Yazdıklarıyla güncel edebiyata ve sanata yön verdi, çoğu çalışma için de esin kaynağı oldu. Politik göndermelerle dolu bu hikâyeleri pek çok biçimde tanımlamak mümkündü. Ama en önemlisi insanı temel alan hikâyeler yazdı. Onu bir kalıbın içine sokmak zorunda da değiliz. Çünkü kim ne derse desin Ursula, 20. yüzyılın en önemli romanlarından bazılarına imza attı.

FARKLI BİR İNSAN, FARKLI BİR TOPLUM

Le Guin’in ölüm haberini aldıktan sonra birkaç gün boyunca yazarın benim için nasıl bir anlam ifade ettiğini düşünüp durdum. Bazı arkadaşlarıma aynı soruyu sordum. Cevapların hepsi birbirinden farklı. Kimine göre o farklı dünyaları görmemizi sağladı. Kimine göre bilimkurguyu altüst etti. Kime göre yazdıkları düpedüz politik söylemlerdi. Ancak ortak bir kanaat de var: Ursula bize başka dünyaların rüyalarını görmeyi öğretti. Sevelim veya sevmeyelim.


Le Guin feminist söylemleriyle de bilinir. Ancak bizim karikatürleştirdiğimiz tiplemelerin çok uzağında. O evlenmiş, kocasının soyadını kullanmaktan gocunmamış, üç çocuk doğurmuş, bulaşık yıkarken şiirin kendisine gelmesini beklemiş feminist bir kadın. Bunları hayatın doğal akışında, sağlıklı biçimde yapmış. Kendi inandığı doğrularla şekillendirmiş. Ne zorlamayla, ne de abartarak. Bir yazarın eseri kadar hayatı da sanatına dâhilse, Le Guin’in bize söylediklerine bunları da dâhil etmeliyiz. Le Guin romanlarında olduğu gibi bize kendi yaşamıyla da, “farklı bir toplumun, farklı bir kadının, farklı bir insanın” olabileceğini gösterdi. Bu dünyadan giderken bize bıraktığı miras belki bu nedenle tahmin edilenden çok daha büyük.

Ishi’li günler

Le Guin’in babası Alfred Kroeber bir antropologtu. Amerikan Yahi Kabilesi’nin yaşayan son üyesini inceleyen Kroeber dönemi için oldukça önemli işlere imza atmıştı. Annesi Theodora Kroeber da İki Dünya Bir Ishi isimli kitabıyla dikkatleri üzerine topladı. Ishi ve ailesi köylerine düzenlenen baskınlar nedeniyle balta girmemiş ormanlarda saklanarak izlerini kaybettirmeye çalışmış, bir süre sonra bazı aile üyeleri kaybolunca yaşayan tek Yahi Ishi kalmıştı. Baba Kroeber, onunla yakın ilişki kurarak kabilesiyle ilgili kültürel detayları inceledi. Ancak Ishi ilerleyen yıllarda hayatını neredeyse mahkum gibi geçirdi. Antropoloji Müzesi’ne yerleştirildi ve burada canlı bir öğe olarak konuklar tarafından incelendi. Bir gösteri malzemesine dönüştürüldü. Kısa süre sonra Amerikan günlük yaşamına uyum sağladığı gözlendi. Öldüğünde beyni çıkarılıp incelendi. Bu durum önceleri reddedilse de sonra kabul edildi, beyni Kızılderililer Birliği’ne iade edildi ve bilinmeyen bir yerde defnedildi. Yahi kültüründe isimlerin dillendirilmemesi gerekiyordu. Bu nedenle gerçek adı asla öğrenilemedi ve ona insan anlamına gelen Ishi adı verildi. Ursula’nın çocukluk günlerine dayanan bu hatıralar babasından ve annesinden Ishi hakkında öğrendikleri onun gelecek yıllarda verdiği eserleri de doğrudan etkiledi.

Anarres nasıl kuruldu?

Le Guin Mülksüzler’in hikayesini oluşturma serüvenini anlattığı bir konuşmada yazım konusunda nasıl bir yol aldığına dair ipuçları da vermişti. Ümid Gurbanov’un çevirdiği konuşmada Guin şunları anlatıyor: “Şöyle bir fikir gelmişti aklıma: “Kendi halkına kısmen ayak uyduramayan bir fizikçi ile başladı bu düşünceler. Bu hikayeye başladım ama tıkandı. Bir anlamda felaketti. Bu yüzden olduğu gibi bıraktım. Ama karakter içime işledi. Sonrasında tamamen farklı bir açıdan, bir şeyler pasif direniş veya Gandizm hakkında bilgilendirmem için harekete geçirdi beni. Ve bu da pasifist anarşizm dahil her türden okuma yapmaya götürdü. Kropotkin ve Goodman gibi yazarları zihnen oldukça uyarıcı ve heyecan verici buldum. Sonrasında anarşizm hakkında okumalar yaptım.”

Anarşist yazımlar üzerine araştırma yapınca pek çok ütopya olduğunu ama hiç anarşist bir ütopya olmadığını fark eden Guin bu noktada işe fizikçiyi de dahil etmiş: “Eğlenceli olabilir diye düşündüm. Anarşist bir dünya düşleyebilirdim. Nasıl olduysa fizikçim o noktada geri döndü ve işe dahil oldu. Ve işte bu şekilde kitap bir araya gelmiş oldu.”

#Gezegene
#Dönüş
#Roman
6 yıl önce