28 Şubat'ın yıldönümüne yaklaşırken, 28 Şubat üzerine yaptığım okumalara tekrar dönüş yaptım, nasip olursa haftaya bu köşede okuyacağınız 28 Şubat konulu yazımda, bir başlık da Müslüman dindar kesimin liberal söyleme yönelmesi ile alâkalı.
Hatırlarsanız 28 Şubat döneminde, liberal söylem dillerimize pelesenk olmuş, hak arayışımız "özgürlük" üzerinden şekillenmişti. Zaman sonra dilimizdeki söylem olağan bir şekilde hayatlarımıza da sirayet etmeye başlamıştı. Bu durumun oluşması oldukça normal, zira dönem itibarıyla "insan hakları ihlalleri, Kürt meselesindeki hak ihlalleri" liberalizmin açtığı kapı vasıtasıyla konuşuluyordu, dahası Soğuk Savaş liberal/kapitalist kutup lehine sonuçlanmıştı ve hakim söylem yine liberalizme aitti, hak arayışımızda İslâm adına verilecek hemen her referans suçtu ve derdimizi anlatmak için liberalizmin söylemine sarılmaktan başka çok fazla bir seçeneğimiz yoktu.
Neyse efendim, bendeniz de benim gibi düşünen birçokları da, o dönem yer yer liberal söylemden etkilenerek devlet karşıtı tutum, tavır geliştirmiştik hatta bir nesil bu dönemin ruhu üzerine var oldu.
90'ların hemen sonrasıydı, Kürtlere yapılanları biliyorduk, 28 Şubat'ta benzerlerini yaşamıştık, "insan hak ve hürriyeti" üzerinden konuşuyor, ırkçılığa evrilmiş bir milliyetçilikten itina ile uzak duruyorduk. Derin devletin zulmünden beri olduğumuzu dile getiriyorduk...
Şimdilerde FETÖ ve benzeri şer odakları, o döneme ait söylemlerimiz üzerinden, cımbızlama ve çarpıtma usulü ile cem-i cümlemizi rahatsız etmeye çalışıyor, açıkçası temeli bireysel çıkar, terör ve işgale dayalı bu ağızların verdiği rahatsızlık çok da önemli değil, mevzu yaşanan bir süreci irdeleme gereği. İrdeleyelim...
Bahsettiklerimin yanında şunu da eklemek gerekiyor;
.
Türkiye'nin Müslüman dindarları, sosyolojinin ve siyasetin öngöremeyeceği şekilde bir başarı elde ettiyse hiç şüphesiz bunda kolektif bilinçaltımızın, tarihsel kodlarımızın payı büyük. Osmanlı tarihinin ürünü, sahabe yolu olan Sünni düşünceye sahip, devletin kıymetini ve değerini bilen, devleti amaç değil de insanın yaşaması için araç olarak gören, devletin işlevselliğini yeryüzü halifesi insan lehine kullanabilen bir başarıyı ayakta alkışlamaktan ve bu davaya gönül borcumuzu ödemekten başka çıkar yol da göremiyorum.
Buraya nereden geldim; geçtiğimiz hafta gazetemiz yazarlarından İsmail Kılıçarslan ve Hasan Öztürk Beyler, İslamcılık üzerinden bir tartışma başlattı, samimiyet ve dostluk üzerine kurulu bu sohbet hoşuma gitti, elbette mevzuya müdahil olan isimler de oldu, kendilerini bu uğurda benden daha fazla mesaiye sahip kıymetli yazarlarımızın açtığı tartışma, kendi aralarında hoş bir çay sohbeti olarak kalmasın diye kendi zaviyemden naçizane mevzumuzun arka planını, yaşadığımız kırılmaları da dahil ederek yazmaya çalıştım. Zira İslamcılık düşüncesi, nevabit değildir, Afgani ve Abduh'a hasredilecek kadar genç de değildir. Tarihteki soluksuz mücadelemizin bir dönemde isimlendirildiği şekildir, her durumda zarardan kurtarmak için gösterilen onurlu çabanın adıdır. Daim olsun duâsıyla….