|
Muhafazakâr mahalleye faturayı kesme körlüğü

Muhafazakâr mahalleyi eleştiren ve hatta aşağılayan sosyolojik bir moda var. Şerif Mardin ile başladı bu. Mahalle baskısı kavramı bunun için kullanıldı. Mahalle baskı ile özdeşleştirildi. Zaten mahalle geleneksel, modern olmayan ve geçmişte kalan olmakla olumsuz bir imge olarak yapılandı. Esnaflar, cemaatler ve liderlerin olduğu yaşama alanı mahalle. Ak Parti’nin yükselişi ve modernleri endişelendirmesi, mahalle baskısı kavramı ile anlatıldı. Aslında mahalle baskısı imgesi, Türk modernleşmesi ile at başı gider. Şinasi’nin Şair Evlenmesi eserinde ilk defa işlenir. Evlenmek isteyen bir şair, bütün mahallenin baskısıyla evlilik ucube, sahtekâr ve baskıcı bir eyleme dönüşür. Modern öznenin mahalleye karşı ilk septisizmi ve ayaklanması bu. Şerif Mardin, 2002 yılında muhafazakâr iktidarın ürettiği etkiyi mahalle baskısı olarak tanımladı. Bir bakıma muhafazakâr sosyolojinin kendi içindeki dayanışması, liderlikle kurduğu ilişki ve kolektif yapısı bu kavramla ifade edildi.

Muhafazakâr mahalleyi sosyoloji aracılığıyla “dövme” arayışı bununla kalmadı. Cihan Tuğal, İtalyan Komünist Partisi yöneticisi ve teorisyen Antonio Gramsci’den pasif devrim kavramını ödünç aldı. Sultangazi Mahallesi’ni bununla araştırdı. Sultangazi’deki Refah Partisi belediyeciliğini, İslamcıları ve muhafazakarları “pasif devrim” içinde olmakla suçladı. Ona göre İslamcılar, Milli Görüşçüler ve muhafazakarlar aslında belediyecilik yaparak statükoya eklemleniyorlar. Siyasal egemenliğe katıldıkça pasif hale geliyorlar. Hegemonyanın bir parçasına dönüşüyorlar. Tuğal, bu tespitleri 28 Şubat yıllarında yapıyordu. Oysa daha sonra bu siyasal hareket iktidara geldi ve hegemonyayı ciddi anlamda dönüştüren reformlar yaptı. Cihan Tuğal, aslında Gramsci’den yararlansa da önemli ölçüde sol devrimci perspektifi temel alarak muhafazakâr mahalleyi yargıladı. Ondan devrimci tutumlar bekledi. Oysa konjonktürel anlamda kimi devrimci söylemler muhafazakarlara bulaşsa da temelde Türkiye muhafazakarlığı devrimci değil, reformcudur.

Muhafazakâr mahalle üzerine yapılan en iyi araştırmaların başında İrfan Özet’in Fatih Başakşehir adlı çalışması gelmektedir. Özet, sosyolojik teorilerden yararlanıyor. Sosyolojinin çağımızdaki prensi olarak gördüğüm P. Bourdieu’nun habitus kavramından yararlanarak yaşanan dönüşümü anlatıyor. Fatih’ten Başakşehir’e biçiminde değişen muhafazakâr mahalleye yoğunlaşıyor. Değişmeyi daha çok gündelik yaşam pratikleri olarak tanımlayabileceğimiz habitus üzerinden ele alıyor. Bu bağlamda cemaatler, tarikatlar, STK’lar, hareketler, yardımlaşma ve dayanışma ilişkileri, tüketim alışkanlıkları araştırılıyor. Oldukça doyurucu bir çalışma. Hem gözlemliyor hem de kavramlaştırıyor. Muhafazakâr mahallenin yaşadığı sosyolojik dönüşümü iki muhafazakar mahalle mukayesesiyle oldukça etkili bir biçimde ortaya koyuyor.

Mahalle baskısı imgesine kısmen katkıda bulunacak biçimde Özet de “sosyal dışlanma” kavramını kullanıyor maalesef. Weber’in sosyal kapsama kavramından yararlanmaya çalışıyor. Muhafazakârlığın “dışlama söylemlerinden” ve sosyal dışlama tutumlarından bahsediyor. Bu konuda yaptığı analizler aslında ciddi sorunlar taşıyor. Çünkü dayanışma, kendini korumaya alma ve cemaatleşme illaki dışlamaya gibi bir dinamiğe dayanmak zorunda değil. Genel toplumun Müslümanlık üzerinde oluşturduğu sarsıntı ve erozyonlara karşı muhafazakar sosyolojinin buna karşı kendisini korumak için mekânsal ve sosyal bir dayanışma alanı üretmesi çok doğal bir şey. Bunu yaparken illa da başkalarını dışladığı anlamına ulaşmak doğru değil. Nitekim Başakşehir örneğinde( ki orada dört yıl yaşadım. Onur Kent, Oyak Sitesi’nde ve 1. Etap’ta kaldım) Oyak Sitesi’nde dışlanmak yerine beraber yaşama imkanları üretildi. Onur Kent’te suç, kültür ve sınıfsal farklılıklardan doğan sertlik nedeniyle çatışmalar yaşandı.

Muhafazakâr mahallede araştırma yaptığını söyleyen başka bir sosyolog A. Çavdar. Ancak henüz çalışmasını görme imkânımız olmadı. Fakat sosyolog Çavdar’ın sarf ettiği dışlayıcı ve damgalayıcı ifadeler oldukça ürkütücü. Sanki bütün kapitalizm ve aşırı tüketim alışkanlıklarını sadece muhafazakâr mahalle yaşıyormuş gibi bir algı üretiliyor. Oysa Atakent, Ataşehir, Acarkent, Beşiktaş, Nişantaşı gibi zengin ve çoğunluğu Batıcı seküler mahalleler en lüks markaları tüketen kesimler. Tatil yaşamı, eğitim imkanları, kullanılan arabalar, artı üründen aldıkları pay muhafazakar mahalle ile mukayese edilemeyecek düzeyde yüksek. Bu nedenle kapitalistleşme ve onunla gelen eşitsizlikleri, şımarıklıkları ve hedonist kültürün bütün vebalini muhafazakar mahallede aramak yanlış bir tutum.

Elbette muhafazakar mahalle büyük imtihanlardan geçiyor. Zenginlik ve iktidarla gelen aşırı tüketim, şımarıklık ve kibir pratikleri ile karşılaşıyoruz. Ancak bunlar sadece muhafazakar mahalleye has değişimler değil. Bunlardan daha fazlasını laikçi, seküler ve Batıcı zengin sınıflar yaşıyor. Bütün toplum buna yönelim içinde. Çünkü kapitalizm bütün toplumu etkiliyor. Kapitalizmin ürettiği sarsıntıların bütün faturasını muhafazakar mahalleye kesmek sosyolojik körlük olur ancak.

#Muhafazakâr
#Mardin
#Ak Parti
#Şinasi
#Modern
#Cihan Tuğal
#İtalyan Komünist Partisi
#Antonio Gramsci
#İrfan Özet
3 yıl önce
Muhafazakâr mahalleye faturayı kesme körlüğü
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset