|
Özal’ın Türkiye’si ve bizler

Dün Özal’ın ölüm yıldönümüydü. Büyük bir siyaset adamıydı Özal. Bir Türkiye muhayyilesi vardı. Bunun için mücadele etti. Risklere girdi, en merkezdeki oligarşiyi de karşısına aldı. Nitekim Genelkurmay Başkanı istifa etmek zorunda kalmıştı. Merkez medya ile de kavga etti ve onları dönüştürdü. Türkiye dışına kaçmak zorunda kalan Cem Karaca gibi fenomenlere sahip çıktı. Türkiye onun zamanında yüzü gülen, çalışan, umut taşıyan ve özgür düşünme heyecanı yaşayan bir ülkeydi.

Özal, Türk siyasetinin sivil, liberal, muhafazakâr ve demokrat tonlarını üzerinde tutan bir şahsiyetti. Bundan dolayı da önemliydi. Türkiye’nin temel unsurlarını uzlaştırarak büyük hamlelerde bulunmuştu. 12 Eylül darbesinin tank gibi aydınların, siyasetçilerin ve medyanın üzerinden geçtiği bir dönemin arkasından toplumu yeni bir umut, heyecan ve kalkınma duygusu etrafında harekete geçirdi. Güler yüzü, tonton bedeni ve elindeki kalemiyle topluma hitap ediyordu.

Özal’ın sosyolojisi Nakşilik, muhafazakârlık, memurluk ve Anadolu özelliklerini taşıyordu. Siyasetinde de bunları yansıttı. Anadolu sermayesi de İstanbul sermayesi de onun siyasetinde uzlaşmaya, yan yana çalışmaya ve birbirini tanımaya başladı. Kadrocu ve devletçi ekonomi dönemine son vererek halkı üretime kattı. Devletin kutsallaştırılmasını eleştirerek bireyi ve insanı öne çıkarmıştı. Özelleştirme, oligarşi eliyle üretimi elinde tutan ve kutsal devlet anlayışı ile de kendisini dokunulmaz kılan sınıfların egemenliğinin sonu manasına geliyordu işlevsel olarak. Böyle de oldu. Nitekim kısa sürede Özal’a karşı en büyük meydan okuma bu oligarşik çevreden geldi. Demirel ve İnönü ittifakına dayalı iktidar onu yargılamaktan bile bahsetti.

Özal, 142-163 gibi düşünceyi suç sayan maddeleri kaldırttı. İnsanlar sosyalist devleti ya da şeriatı savunuyor diye hapse atılma dönemine son verildi. Özgürlükler genişletildi. Şıvan’ın şarkısı “Caney” bütün Türkiye’de yankılandı. Özal, Ankara Harp Akademisi’nde Kürtlerin varlığından bahsetti. Farklı düşünceler özgürce konuşuldu ve tartışıldı. Merkez medya bu süreçte muhafazakarlığa karşı farklılaşmaya başladı. Cumhuriyet, Sabah, Milliyet ve Hürriyette yazan sol aydınlar liberal düşüncelerle tanışarak farklılaştılar. En azından dine ilişkin tutumları Kemalist dışlayıcı rutinden çıktı. Barlas, Çandar, Cemal, Altan gibi gazeteciler yazıları ve yaklaşımlarıyla Türkiye’nin özgürleşme ve zenginleşme coşkusuna katıldılar. Sert laiklik ve uygulamalarına karşı tavır aldılar. Türkiye, tek parti dönemi baskı ve uygulamaları serbestçe konuşan bir ülkeye döndü. Devlet televizyonu dışında özel televizyonlar açıldı.

Özal, memur çocuğu olarak Anadolu’nun farklı yerlerinde okumuştu. Annesi öğretmen, babası bankacıydı. Sonra İTÜ okudu. Devletin önemli kurumlarında çalıştı. Müsteşarlık yaptı, sendika başkanlığı yaptı, hatta ODTÜ’de dersler verdi. Devleti iyi tanıyan ve bu müktesebatla onu ıslah etmeye yönelen bir siyasetçiydi. Anadolu’dan geliyordu, merkezde de okumuştu. AB’ye girmeyi savunuyordu. Davos’ta da Batılılara “Beğenin ya da beğenmeyin İran İslam Devrimi vardır” demişti. Batı’yı da geziyordu, İslam dünyasını da.

Özal, radikal bir demokrattı. Her zaman demokrasiyi savundu. Onun için mücadele etti. Bireyi devlet karşısında ezilen bir “yaralı özne” olmaktan kurtaran adamdı. Ölünceye kadar da bu tutumunu sürdürdü. Partisinde yer alan statükocular, sonunda onu Cumhurbaşkanlığı döneminde yalnız bıraktılar. Ancak o tek başına İstanbul Harbiye’de, bir avuç insanın önüne düşerek Saray-Bosna davasını savunmayı sürdürdü.

Özal, milletin omuzlarında toprağa uğurlanırken “sivil demokrat cumhurbaşkanı” pankartıyla taşınıyordu. Türkiye hüzne boğulmuştu. Ankara’da bir lider, halka özgürlük ve refah yaymak için var gücüyle mücadele etmişti. Entelektüellerle Türkiye Günlüğü dergisinde söyleşi yapmıştı. Ülkesine küskün evlatlara yeni bir şevk vermişti. Sosyalist, İslamcı ve milliyetçi entelektüeller beraber olmaya, birlikte konuşmaya ve tartışmaya başlamıştı. Merkez elitler ve taşradan gelen yeni elitler farklı görüş ve birikimleriyle ülkelerinin gelecek tasavvurları için ortak etkileşimlerde bulunuyorlardı. Demokrasi, hukuk devleti ve insan hakları gibi ilkeler siyasette ve devlette yükselen değerlerdi. Fanatizm, radikalizm, devlet tapıcılığı ve sert ideolojiler devletten de toplumdan da çekiliyordu.

Sivil toplum kavramını Özal zamanında tanıdık. Bu kavram etrafında tartışmalar ve okumalar yaptık. Dergilerimizde demokrasi, çoğulculuk, çok hukukluluk ve sivil toplum temalarını dosya yaptık. İslamcı entelektüel alan doğmaya başladı yeni fikirler ve heyecanlarla. Mağaralarımızdan çıkmıştık ve yeni bir dünyaya uyanıyorduk. Entelektüel özgüven ve coşkunun içinden geçiyorduk. Ne ikbal, ne de menfaat peşindeydik. Daha adil, daha özgür, deha demokrat, daha Müslüman, daha korkusuz bir Türkiye hayal ediyorduk.

Gençliğimize bunu yaşatan lidere selam olsun!

#Turgut Özal
#Türkiye
#İslam
#Sivil toplum
#İstifa
#12 Eylül
3 yıl önce
Özal’ın Türkiye’si ve bizler
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’