|
Üniversiteler, bilim ve İngilizce tekelciliği

Üniversiteler ve entelektüel ortamlarda büyük bir kırılma yaşanıyor. Yeni muhafazakâr okumuş nesil ya da yurtdışında eğitim almış olanlar öncelikle yabancı dil (İngilizce) etrafında bir tekel oluşturuyorlar. İngilizce bilmek veya bir Batı ülkesinde doktora yapmak bilimle, düşünceyle ve araştırmayla eşitleniyor. Bilgilerin, söylemlerin ve araştırmaların muhtevası da ikincil plana itiliyor. Bir kompleks ve bir tekelcilik arayışı bu. Bunun alt ve orta sınıf ile muhafazakâr ve dindar yeni kuşak arasında yaşanması da oldukça düşündürücü. Eskiden beyaz Türk elitlerin içine girdiği bu ayrıcalıklı olma arayışı, şimdi muhafazakar elitler taklit etmeye başlıyor.

Şimdiye kadar Batı akademisyen ve entelektüelleri ile bir araya gelerek Türkçe ve yabancı dilleri beraber konuşarak düşünüp tartışıyorduk. Hatta Nobel Ödülü Komitesi’nde yer alan bir entelektüelin de yer aldığı bir toplantıya böyle katılmıştım. Türkçe sorduğum soruya ciddi açıklamalarda bulunmuştu. Türkçe İngilizce, Almanca, Fransızca dilleriyle beraber var oluyordu. Türkçe dünya dilleriyle beraber düşünce ve bilime katılıyordu. Herkes hangi dille konuştuğunuzu değil, neyi konuştuğunuzu önemsiyordu. Henüz Arap Baharı’nın taze günleri sürerken Kahire’de bir sempozyuma katılıyorduk. Arap-Türk Sosyal Bilimler Kongresi’nde sunumlarımızı yapıyorduk. Araplar ve Türkler vardı. Bu yeni kuşak muhafazakâr arkadaşlardan birisi tebliğini İngilizce yaptı. Oysa orada tek bir İngiliz bile yoktu.

Birkaç yıl önce İstanbul’da demokrasi ve İslam ilişkileri üzerine muhafazakar bir özel üniversitede sempozyum düzenlendi. Uluslararası bir toplantıydı. Tamamen İngilizce ile yapıldı. Oysa İslam ve Müslümanların meselesi konuşuluyordu, İstanbul’da konuşuluyordu, ezici çoğunluğu Müslüman aydınlar ve akademisyenler oluşturuyordu. Hala da bahsettiğim üniversitede bu tutumlar devam ediyor. Muhafazakâr özel üniversiteler bu konuda çok daha görünür olma peşindeler. Oysa tarihte hiçbir Müslüman eğitim kurumu “gavur dili” ile eğitim yapmadı. Farsça, Arapça, Türkçe ve Kürtçe ile eğitim faaliyetlerinde bulundular. Elbette Latince, Rumca, Suryanice vs dillerini bilen âlimlerimiz de vardı. Beytul Hikme’de bu dillerle yazılan kitapları çevirenler vardı. Fakat bu diller Müslüman eğitim kurumlarında hiçbir zaman eğitim dili olmadı.

28 Şubat’ın YÖK Başkanı Kemal Gürüz, “Türkçe bilim dili değil” demişti. Buna en fazla tepkiyi de muhafazakar ve milliyetçi kesimler göstermişti. Türkçe ile sosyoloji yapmayacak isek Türklerin toplumsal varlığını nasıl etkili ve doğru bir biçimde göstereceğiz? Türkçe ile bilim yapılmayacaksa Türkler nasıl bir dünya ufkuna sahip olabilecekler ve bu ufku bölgelerine yayma iddiasında olabilir? Her şeyden önce Türkçe ile bilgi üretmeyen, bilim yapmayan, düşünemeyen bir toplum taklitçi bilinç ve taklitçi düşünceden nasıl kurtulabilecek?

Heidegger, “Dil hakikatin evidir” der. Kısmen aşırı bir yorum. Çünkü hakikat tamamen dile hapsolan bir şey değil. Öyle olsaydı İslam’a giren toplumların mutlaka Arapça bilmeleri de gerekirdi. Oysa nice Arapça bilmeyen Müslüman var ve yine nice Müslüman Arap’tan daha fazla hakikate aşina. Ama yine de Heidegger gerçeğin bir veçhesine ışık tutuyor. O da insanın dünyayı dil içinde kavradığı ve anladığı gerçeğidir. Bundan dolayı Müslümanlar batı dilinin anlamı içine yerleşerek dünyaya bakmaya ve dünyayı kavramaya başladıkları zaman, kendi dillerinden ve kendi “hakikat evleri”nden kopuyorlar.

Üniversiteler, üç temel amaç için vardır: Araştırma, meslek eğitimi ve kamusal aydınlatma. Kendi toplum dilini dışlayarak ve bu kültüre yabancı bir dil etrafında tekel oluşturarak kamusal aydınlatma rolü budanır. Ya da Batılı anlamın hakim olduğu bir kamu bilinci inşa edilir farkına varılmadan. Özellikle sosyal bilimler alanı için bu daha da önemli. Çünkü bu akademisyenlerin her zaman toplumla, gündelik hayatla ve kendi kültürel dünyalarıyla etkileşim içinde olması gerekir. Batılı bir dil etrafında oligarşik ve tekelci ilişkiler üretmek ise elitizme katkı sağlar, ama topluma fayda sağlamaz.

Batı düşüncesinde zirve isimlerinin kendi dilleriyle yazdıklarını ve bilgi ürettiğini de hatırlayalım. Nietzsche, Kant, Hegel, Weber, Heidegger Alman’dı ve hepsi de Almanca yazdı. Foucault, Bergson, Durkheim Fransız’dı ve hepsi de Fransızca yazdı. Çünkü dünyayı kavrama bilinci bebeklikten itibaren başlar. Bebeklikle beraber insana eşlik eden de dildir. Bundan dolayı Türkçe dışlanmadan, rekabette yer alarak ve Türkiye üzerinde söz söyleme önceliğini elinde tutarak tüm üniversitelerdeki yerini korumalıdır. Muhafazakârlar da kendilerini İngilizce ile anlatarak sadece yeni taklitçi sınıf olarak sıralarını almış olurlar.

#Üniversite
#Bilim
#Dil
3 yıl önce
Üniversiteler, bilim ve İngilizce tekelciliği
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’