Şu çok mühim mesele, aslında neydi?

00:0018/07/2011, Pazartesi
G: 4/09/2019, Çarşamba
Gökhan Özcan

Onlarca yıldır tartıştığımız meselelerimiz var, bir arpa boyu yol gidemedik çoğunda. Tartışmaların çok alevlendiği zamanlar da oluyor, kanlı bıçaklı gerilimler yaşadığımız da oluyor, meseleyi masanın üstünde unutacak kadar uzun aralar verdiğimiz de oluyor. Ama şu bir gerçek ki o meseleler hep masanın üstünde duruyor. Ne zaman konuşmaya başlasak konuya en başından başlamak zorunda kalıyoruz, en son bıraktığımız yerden değil. Çünkü tartışmalarımızın seyri sırasında hararet hangi seviyede olursa olsun,

Onlarca yıldır tartıştığımız meselelerimiz var, bir arpa boyu yol gidemedik çoğunda. Tartışmaların çok alevlendiği zamanlar da oluyor, kanlı bıçaklı gerilimler yaşadığımız da oluyor, meseleyi masanın üstünde unutacak kadar uzun aralar verdiğimiz de oluyor. Ama şu bir gerçek ki o meseleler hep masanın üstünde duruyor. Ne zaman konuşmaya başlasak konuya en başından başlamak zorunda kalıyoruz, en son bıraktığımız yerden değil. Çünkü tartışmalarımızın seyri sırasında hararet hangi seviyede olursa olsun, diyalog koptuğunda büyük emeklerle alınmış olan bütün mesafeler başa sarıyor, çıkılan bütün basamaklardan teker yuvar geri iniliyor. Neden böyle oluyor? Neden biz konuşa konuşa anlaşabilenler, meselelerini makul uzlaşma noktalarına taşıyıp çözebilen toplumlar gibi olamıyoruz? Neden sütü öyle ya da böyle sağma becerisini göstermemize rağmen, kovayı devirmeme dikkatine bir türlü sahip olamıyoruz?

Uzun zamandır bu toplumsal boşa kürek çekme halinin sebepleri hakkında kendimce tezler üretiyorum. Bütün sosyal meseleler gibi, bu türden uzun ömürlü toplumsal sürtüşme ya da çatışma konularının da anlaşılması zor, karmaşık meseleler olduğunu elbette önce bir kenara not etmeliyiz. Yine de konunun kavranmasını kolaylaştıracak bazı anlama denemeleri yapılabilir, hatta bu minvalde basit bir takım teknikler geliştirilebilir diye düşünüyorum.

Benim kanaatim odur ki; artık sadece çözülemezlik konusundaki dayanıklılıklarıyla bile rahatlıkla "tarihi meseleler" olarak vasıflandırabileceğimiz bu meseleleri yeniden başlangıç noktalarına döndürmemiz gerekiyor. Çok uzun zamandır tartışmakta olduğumuz bütün bu meselelerin özü aslında nedir? Ne olmuştur da toplumsal alanda başlayan basit bir anlaşmazlık, düğümlene düğümlene içinden çıkılamaz bir problemler yumağı halini almıştır? Cevabını bildiğimizi zannettiğimiz bu soruya yeniden geri dönmenin, tartışmanın en hararetli tarafları başta olmak üzere hepimiz için zihin açıcı olacağından hiç şüphem yok. Her gün katlanarak büyüyen bir faiz yükünün, ana borç miktarını unutturduğu gibi, bizler de kendi toplumsal meselelerimizin nerede başladığını, nereden uç verdiğini ve hatta aslında meselenin özünde ''ne'' olduğunu pek hatırlamıyoruz çoğu zaman. Tartışmanın kendisi meseleyi çözmenin aracı olmaktan çıkıyor, meselenin kendisi oluyor. Meselenin özünü, aslını, esasını konuşma imkânını bulamadığımızdan; meselenin özünü her gün biraz daha fazla görünmez kılan, ihtilafları kanırtan, anlaşmazlıkları kışkırtan tafsilatları konuşmaktan kendimizi kurtaramıyoruz. Dolayısıyla tarafların bu tafsilat üzerinden temellendirdikleri tezleri, tespit ve sonuçları konuşmak durumunda kalıyoruz. Hal böyle olunca söylenen her söz, atılan her adım, dillendirilen her iddia meseleyi biraz daha düğümlüyor, çözülmez hale getiriyor.

Uzun yıllar boyunca toplumsal gündemimizde olan ve çözüm yolunda bir arpa boyu bile mesafe alamadığımız meselelerimize bu gözle bir bakalım. Zihnimizde hemen bir kronoloji oluştuğunu göreceğiz. Öyle bir kronoloji ki bu, toplumsal akıl bir meseleyi ne zaman idrak etme noktasına gelse, hemen her şeyi alt üst edecek bir hadiseyi getirip o noktaya iliştirmiş ve idrak dağılmış, duygular aklın önüne geçmiş, nihayet yeniden en başa dönülmüş. Aslında mesele neydi sorusuna tam yeniden sıra gelmişken; tek vuruşla dikkatler yeniden dağılmış, tafsilat özü bir kere daha örtmüş.

Meselelere "Bugünün sıcak haberi ne?" merakıyla yaklaştığımız sürece, serin bir gerçeğimiz, sahih bir gündemimiz olmayacak demektir.

Her gün oltalarımızı atalım, tamam!

Ama deniz nerede?

...

Biraz önce değerli büyüğümüz Ahmet Şişman''ı kaybettiğimiz haberini aldım. Davası olan, meselesi olan, idealleri olan bir ağabeyimizdi. Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun.