|
Bu ne sevgi ah, bu ne ızdırap

Şehrin en korkunç, en karanlık, en tenha, en tehlikeli sokaklarında sesleniyorum sana; varoşlardan, kara mahallelerden sesleniyorum; çamur yollardan, ışıksız evlerden, sobasız odalardan sesleniyorum ve bütün bunların yüreğiyle, çaresiz heyecanların diliyle, yokluğun ve yoksulluğun kelimeleriyle seviyorum seni. Hırçınım biraz, biraz öfkeli, yıkıcı epeyce. Dövülmüş, dövüle dövüle büyütülmüş ve günü gelince her gün dayak yediği babasına bıçak çekmiş çocukların aşkına indirdim kendimi. Yalın, basit, barbar ve laftan anlamaz bir aşk bu. Laftan anlamaz ve sadece gerçekliğin acı kökleriyle sınanmayı bilir. Isırdım köklerini hayatın ve ağzımda buruk bir tad, ağzımda bıçak sesi, ağzımda sen. Bana "git" dersen ölürsün. Vururum dudağından dökülen bütün cümleleri. Çünkü gitmemek ve yenilmemek üzere sevdim seni. Sevdim ve yeminler ettim bildiğim bütün kutsallar üzerine.

Bize gösterilen kapılardan süklüm püklüm çıkmaya alıştığımızı sanıyorsan yanılıyorsun. İşaret parmaklarının ucundaki dünyaya kızgınız biz. Ve iyi bilirler ki o dünyanın ayakta tutucuları, iyi bilirler ki, varlığımız tek başına yeter hayatı altüst etmeye ve rahat değildirler o yüzden şömine önlerinde, koyun postlarında, rahat değildir sözde şeyhler, uyduruk dervişler, dandik binbaşı Ali Cemaller rahat değildir. Yürek yangınlarını pis bir çamurun içinde boğmaya yeltenen, pisliklerini bizim gibilerinin uğruna öldüğü büyük kelimelerin içine gizleyen ve aşklarımızın içini boşaltan, cümlelerimizi uysallaştıran ve sırtımızdan edindikleri servetlerle araba ve kadın değiştiren bu ''modern zaman dervişleri'' rahat değildir. Çünkü biliriz numarasını Ali Cemal gibilerin ve bir gün akar makyaj, bir gün helalleşme vakti gelir. İşte o gün hakkımız helal edilmemiş olur ve belki daha öncesinde, hakkımız yapışır yakasından böylelerin, yapışır ve kirlettikleri herşeye çarpa çarpa kafasını sokağa atar. Bir gün olur bu. Çünkü iman ettik.

Diyorum ki şimdi, diyorum ki kardeşlerime, asıl düşmanı iyi tanıyın. Asıl düşman içinizdedir sizin. Asıl düşman, gözlerimizi izleme şansı edinmiş olandır. Kelimelerimizin sıcaklığına yakın durma imkanı verdik onlara. Ve fakat onlar, kelimelerimiz altındaki ateşi söndürmek için çırpındılar. Dağıtmaya çalıştılar yanan odunları. Şimdi o ateşte yanma vakitleri gelmiştir. Perde açılır ve bir yüzün ardındaki diğer yüz, irinli ve kusmuk kokulu bir surat çıkar ortaya. Yakındır oyunun bozulma vakti. Yakındır gerçeğin bir çekiç, hayatın örs olduğu an. Ve o örste bir yılanın kafası esilir.

Anlatacağım artık. Karar verdim kalemimi içimizdeki şeytana dokundurmaya. "Güzele bakmak sevaptır" sözünü hadis-i şerif mertebesine çıkartmaya çalışarak kadın avlamaya yeltenenlerin bulanık denizlerini anlatacağım. Allah''ı -haşa- kösnül arzularına çöpçatan yapmaya yeltenen bu adamları, Çeçenistan''da ''la ilahe illallah'' aşkıyla döğüşen delikanlının kanı bile kurumadan, buralarda, içimizde, bir yılan kıvraklığıyla hileye, pisliğe, düşmanlığa doğru akan iki yüzlü vatandaşların bütün oyunlarını anlatacağım. Biliyorum ve bildiklerimi saklamayacağım artık. Haberiniz ola!

24 yıl önce
Bu ne sevgi ah, bu ne ızdırap
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek
Sosyal çürüme yazıları 2: Her türden bağımlılıklar cumhuriyeti
Bir bu eksikti...
IBAN veren esnafın katli vacip mi?