|
Altındağ dersleri

Malum, Türk Ceza Kanunu’nun ünlü 216’ncı maddesi, halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme suçunu kapsıyor.

Böyle bir suçun göz göre göre nasıl işlenebileceğini, Altındağ’da yaşanan olaylar yeterince fark ettirmiş olmalı.

Türk ve Suriyeli gençlerin kavgaya tutuşması, bu kavganın sonucunda 18 yaşında bir gencin hayatını kaybetmesi, bu cinayetin ardından Altındağ’da yaşayan Suriyelilerin evlerinin, iş yerlerinin ve araçlarının taşlanması, hiçbir kabahati olmayan çocukların başlarından yaralanmaları.

Allah’tan güvenlik güçlerinin etkili müdahalesi sayesinde, olaylar iyice çığırından çıkmadan kontrol altına alınabildi.

Aynı anda pek çok kimsenin zihninde çağrışım yaptığı gibi, 65 yıl önce İstanbul’da yaşanan 6/7 Eylül olaylarına benzeyecek şekilde büyüyüp gitmedi.

Bu saydıklarımız, yani Altındağ’da yaşananlar bir sonuçtu aslında.

Neyin sonucu?

Sosyal medya ve televizyonlarda siyasi ya da ‘kanaat önderi’ sıfatıyla boy gösteren ‘boynu kravatlı’ bir takım adamların yaydıkları nefret dilinin bir sonucu.

Birkaç yıl önce de aynı sıralama ile ilerleyen hadiseler, bir başka korkunç cinayet için ‘iklim’ hazırlamıştı.

Yine sosyal medyada ve televizyonda yapılan ölçüsü kaçmış ‘Suriyeli’ tartışmaları sırasında, Sakarya’da aynı iş yerinde çalışan biri Türk, diğeri Suriyeli iki gençten Türk olanı, Suriyeli ailenin evini basıp hamile karısını ve 10 aylık bebeğini canice katletmişti.

“TÜRKİYE YOLGEÇEN HANI DEĞİLDİR”

Bilindiği üzere bu son tartışmalar, “Afgan göçmenler” bahsi üzerinden köpürtüldü.

Afganistan’da aşağı yukarı 20 yıldır ülkeyi işgal altında tutan ABD’nin Taliban’la anlaşıp, kendileriyle işbirliği yapan Afganlara bile arkasını dönüp bakmadan hızlıca ülkeyi terk etmesi ile tırmanan bir göç dalgası, Türkiye sınırlarını zorlamaya başladı.

İktidarın halktan gizleyerek bilinçli bir şekilde bu göçlere yol verdiği iddiası, yeni bir ‘dezenformasyon’ kampanyası ile hızlıca yayıldı.

ABD ile gizlice anlaşıldığı, Joe Biden’ın isteği üzerine Taliban’dan kaçan Afganların Türkiye’ye kabul edileceği iddiası dolaşıma sokuldu.

Güya bu anlaşma çerçevesinde sınırlar açılmış, isteyen her Afganistanlının Türkiye’ye serbestçe girmesine izin verilmişti.

Hâlbuki bunların hepsinin kocaman bir yalan olduğu, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın üç gün önce CNN Türk/Kanal D ortak yayınında söyledikleriyle kesinleşti.

“Herkes şunu bilsin ki Türkiye yolgeçen hanı değildir. Bütün bunları biz ölçüyoruz, biçiyoruz, adımımızı da ona göre atıyoruz” diyen Erdoğan, düzensiz göçlere karşı sergilenen politikayı rakamlar vererek açıkladı.

Cumhurbaşkanının verdiği rakamlara göre, 2020 yılında Türkiye’nin doğu ve güney sınırlarında 2020 yılı içerisinde 505 bin 375 yabancının yasa dışı yollarla ülkeye girişi engellenmiş.

2021’de şimdiye kadar 253 bin 300 civarında insanın Türkiye’ye girişine mani olunduğuna dikkat çeken Erdoğan, “Yakalanan Afgan düzensiz göçmenlerin önemli bir bölümü yetkili kurumlarımız tarafından tekrar Afganistan’a sınır dışı ediliyor” dedi.

İYİ YÖNETİLEN GÖÇ ZENGİNLİKTİR

Sözün burasında düzensiz, planlanmamış göçle, bilinçli bir politika ile yönetilen göç arasındaki farklara dair birkaç kelâm edelim.

Yönetimi iyi yapılan göçmen politikasının, ülkeler için yük değil, zenginlik olarak geri dönüş sağladığına dair onlarca örnek verilebilir.

Almanya, Suriye’deki savaşın ilk yıllarında 700 binin üzerinde mülteciyi gönüllü olarak ülkeye kabul etmişti.

Bunun birincil sebebi, Almanya ekonomisinin tıpkı 50 yıl önce bu topraklardan oraya giden Türk işçiler gibi, ‘emek yoğun’ işlerde çalışacak göçmenlere ihtiyaç duymasıydı.

Türkiye’de de iktidarın bu zorlu dengeyi korumak için itidalle hareket ettiğine dair pek çok örnek verilebilir.

Suriye’deki savaşın ilk yıllarında uygulanan açık kapı politikası, 2016 yazından itibaren yerinde yerleşim modeline döndü.

Yapılan askeri harekâtlarla, güvenli bölgeler oluşturuldu ve Esed’in katliamlarından kaçan Suriyelilerin Suriye topraklarında güvence altında kalmaları sağlandı.

İmkân oluştuğunda, can ve mal güvenliğinden emin olduklarında Türkiye’ye gelmiş olan Suriyelilerin önemli bir kısmının geri dönmeye hazır olduğu da rakamlar üzerinden anlaşılabiliyor.

Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın Mayıs ayında yaptığı bir açıklamadan alıntı yapalım:

“Yaklaşık 470 bini İdlib’de olmak üzere 1 milyondan fazla Suriyelinin gönüllü, güvenli ve saygın şekilde TSK tarafından güvenliği sağlanan alanlardaki evlerine döndüler.”

Diğer yandan, Esed’le işbirliği yapıp Türkiye’deki sığınmacıları kendisine teslim edeceğiz diyen muhalif siyasiler, bunu rızaya dayalı ve gönüllü olarak yapabileceklerine inanıyorlarsa eğer, kurulu düzenlerini bozarak Türkiye sınırına doğru kaçıp gelen, yıllardır sınırın hemen ilerisinde İdlib sınırları içerisinde çadır kentlerde ve çok zor şartlarda yaşayan bir buçuk milyon Suriyeliye “Evinize dönmek ister misiniz” diye sorabilirler.

Hadi bir an için Bolu Belediye Başkanı gibi düşünelim, Türkiye’deki Suriyeliler rahatlarını bozmak istemiyorlar diyelim.

Peki, İdlib kırsalında bir bez parçasının altında birkaç kış geçiren o bir buçuk milyon Suriyeli, neden evlerine dönemiyor?

#Ankara
#Altındağ
#Suriyeli
#Mülteci
3 yıl önce
Altındağ dersleri
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…
Ayasofya’yı açan adama vefa zamanı