|
Osmanlıca ve Lingua Franca-2

Müslümanlıkta ise Kur’an-ı Kerîm, Vahy-i Celîl Hz. Resul-i Ekrem’in (S.A.V) lisanı olan Arapça olup, kutsal metin olarak sadece bu dilde okunup yazıldığı ve Arapça dışında farklı bir “ibadet lisanı” olmadığından Hristiyanlıktaki gibi bir ayırım ve tasnif söz konusu olmamıştır. Bundan dolayı Arapça, İslam dünyasında ortak yazı/yazışma dili olarak geliştiği gibi, Farsça başta olmak üzere Müslüman toplulukların kendi lisanları Arabi harflerle yazılıp okundu.Alem-i İslâm’da,İlim dili Arapça olup, bu anlamda metinler Arapça yazılıp okunmuştur. İslam dünyasında Mağrib’den, Orta Asya ve Güneydoğu Asya’ya kadar bu şekilde olmuştur. Yanısıra, Farsça gibi önceki medeniyetlere ait yaygın diller de kendi konumlarını korumuş ve daha da yaygınlaşıp, yazı dili olarak da gücünü korumuştur. Çünkü, Arapça’nın ortak yazı/yazışma dili, Lingua Franca olarak gelişmesi, modern dönem ulus-devletlerdeki gibi, herhangi bir dayatma veya yasaklara dayanmamaktaydı. Başta Kur’ân-ı Kerîm’in Arapça lisanı üzere olması, buna istinaden Sünen-i Seniyye/Hadis-i Şerif metinleri ve diğer dinî/ilmî metinlerin Arapça olması hasebiyle bu şekilde yaygınlık söz konusu olmuştur.

Diğer yandan ise, bir kısım güçlü hanedanların ve devletlerinin dilleri de kendi etki/nüfuz alanlarında yaygınlaşıp, zamanla ortak yazı dili haline gelmişlerdir. Osmanlıca denen Batı Anadolu Türkçesi ile Çağatayca denen Doğu Türkçesinin yaygın kullanım ve yazı/yazışma dili haline gelmesi bu suretle vâkî olmuştur.Çağatay Türkçesi İran ötesinde, nerdeyse tüm Orta Asya’da zamanla yaygın yazı/yazışma dili haline gelirken, Adriyatik’ten Doğu Akdeniz’e kadar Osmanlı Türkçesi yazı/yazışma dili, dahası imparatorluk dili halini alır. Osmanlı türkçesi zamanla imparatorluk coğrafyasında adeta Lingua Franca haline gelir.Bir zamanlar Irak’tan, Batı Anadolu’ya, Hindistan’a kadar geniş bir coğrafyada Farsça yazı/yazışma dili olarak kullanılagelmekteydi. Hatta 13. Yüzyılda Moğol hükümdarı Güyük Han Roma’daki Papa’ya mektubunu (1 Cemaziyelâhir 644/14 Ekim 1246 Tarihli Mektup) Farsça olarak göndermişti. Aynı dönemlerde, Orta Çağ’da Batı dünyasında ortak yazı/yazışma dili Latinceydi neredeyse 17. Yüzyıla kadar Fransa, İngiltere, Bavyera ve Polonya dahil Latin dili bu şekilde kullanılmaktaydı. Latince başlıca ilim/yazı diliydi. Fransızca, İngilizce vs. dillerin yazı dili olarak yaygınlaşması bu tarihlerden sonradır. Osmanlı Türkçesi, Lisan-ı Osmanî denen Batı Anadolu Türkçesi, Osmanlı İmparatorluğunun büyümesi ve üç kıtaya yayılması ile 16. Yüzyılda Saray merkezli ortak yazışma dili haline gelmiştir. Daha önceki devirlerde Osmanlı’da yazı/yazışma dili olarak Selçuklularda ve beylikler döneminde olduğu gibi Arapça ve Farsça kullanılırdı. Bu Osmanlının Kuruluş ve yükselme dönemlerindeki mezar, yapı vs. kitabelerden de tesbit edilebilmektedir. Hatta 16. Yüzyıl sonlarında Feridun Ahmed Bey’in kaleme almış olduğu iki ciltlik ünlü “Münşeâtu’s-Selâtîn” adlı eseri incelendiğinde bu gelişim takip edilebilmektedir.

Osmanlı Türkçesi sadece imparatorluğun yapı ve mezar kitabelerinde değil, yazışma/yazı dili olarak da yaygın bir şekilde kullanılmaktaydı. Balkanlarda/Rumeli’de Arnavutça, Boşnakça, Bulgarca, Rumca yerel olarak kullanılsa bile ahâli-yi müslimede ortak yazı/yazışma dili Osmanlı Türkçesiyleydi. Arapça ve Farsça ise mektep ve medreselerde kullanılmaktaydı. Kahire, Şam, Halep ve Bağdat gibi merkezlerde de Osmanlı Türkçesi ile kitaplar telif edilip neşrediliyordu. 1928’den sonra Türkiye’de yasaklanmasına karşın, 1946’ya kadar Bulgaristan’da, 1964’e kadar Kahire’de Osmanlı Türkçesi ile kitaplar telif edilip yayınlanmıştır. Batı Trakya, Şam-ı Şerîf ve Bağdat’da da 1970’lere kadar Osmanlıca eserler basılmıştır.19. Yüzyılın ikinci yarısında yine bu merkezlerde Osmanlı Türkçesi ile gazete, Salnâmeler ve mecmualar neşrolunmaktaydı. Bitlis ve Diyarbekir şehir merkezinde ahâli-yi müslime ekseriya kürt olmasına rağmen şehirli/bâjârî lisanı olarak Türkçe isti’mal edilirdi.

İmparatorluk döneminde Kanûn-i Esâsi’ye/Birinci Ve İkinci Meşrutiyet’e kadar herhangi bir dil dayatması ve yasağı söz konusu değildi, herkes yazabildiği/yazdırabildiği bir dille okuyup yazabilme, yazışma, payitahta ariza/dilekçe, resmi yazı gönderebilme serbestisine/imkanına sahipti. Bugün arşivlerde bulunan, 19. Yüzyıla ait, Saray’a/Bâb-ı Alî’ye gönderilen arizalarda bir hayli Arapça ve Farsça metinlere de rastlanmaktadır. O dönemde bu arizalar Saray’da/Bâb-ı Alî’de Tercüme Odaklarında Osmanlı Türkçesine nakledilip aslı ile birlikte padişaha/makâma sunulurdu. Bu serbestiyet ortamında dahi Osmanlı Türkçesi yukarıda örnekleriyle belirttiğim gibi bir Lingua Franca olarak en başat ve yaygın yazışma/yazı diliydi.

Ancak, 1293/1876’daki Meşrutiyet Anayasasındaki (Kanûn-i Esâsî) 18. Madde bu yapının/dengenin bozulmasının başlangıcı olmuştur.”Me’murînin Türkçe’ye Vukûfu” başlıklı maddede “ Tebaâ-i Osmaniye’nin hidemât-ı devletde istihdâm olunmak içün devletin lisân-ı resmîsi olan Türkçe’yi bilmeleri şarttır.” İfadesi yer almaktaydı. 1878’de Sultan II. Abdülhamid tarafından askıya alınan bu Kanûn-i Esâsî, 14 Temmuz 1908’de tekrar yürürlüğe konmuş (II. Meşrutiyet), ilanının ardından birçok siyasi/toplumsal problemlere yol açmış, özellikle 18. Madde gerek Rumeli’de gerekse, Osmanlı’ya bağlı Arap dünyasında ciddi rahatsızlık ve ayrışmalara sebebiyet vermiştir. Tarihimizde Osmanlı bürokrasisinin ve Rumeli’de Osmanlı’nın en büyük gücü olan Arnavutların, Rumeli’nin tümüyle kaybına sebebiyet verecek şekilde, Osmanlı’dan kopuşunun ana nedenlerinden biri Kanûni Esâsî’deki bu 18. Madde olmuştur.

Geçen yüzyılda ise Osmanlı batılılaşması ile başlayıp zamanla İslam dünyasına hakim olan Ulus devlete evrilmeve ulusalcı akımlar, bu yapıya büyük darbe vurup, dağıttı. Türkiye’de 1920’li yıllarda başlayan harf ve dil devrimleri, bugüne kadar ki süreçte Türkçe’de onulmaz yaralar açtı. Zengin ve geniş bir coğrafyada kullanılmış olan bir imparatorluk/medeniyet dili, bir Lingua Franca pozitivist/batıcı ulusalcılık adına.tasfiye edilip neredeyse yok edildi. 1928 öncesini unutturan, bu anlamda sil baştan haline ircâ edip, kadükleşen bir ulus-devlet diline dönüştürülüp iyice fukaralaştırıldı. Bu anlamdaki dil fukaralığı günümüzde tavan yapmış durumdadır. Geçen yüzyıl başındaki Osmanlı Türkçesi ile, bugünkü çağdaş Türkçe mukayese edildiğinde travmanın boyutları daha da iyi görülebilecektir. Hele ki, Türkiye’de, batılılaşma hedefi ile yapılan /harf/dil devrimi sürecine karşın, İngilizce başta olmak üzere batılı dillerin de öğretilmesinde büyük bir başarısızlık gözlemlenmektedir. Ve zaman içinde bu alandaki başarısızlık katsayısı ciddi artış göstermiştir. Açıkçası, Türkiye, imparatorluk kültür ve zenginliğinden soyutlanmış, olabildiğince fukaralaştırılmış, yapay ve kadük hale getirilmiş tek bir dile ve bu tek dil üzerinden ilim ve kültür yapmağa zorla mahkum ettirilmiştir.

#Arapça
#Osmanlıca
#Lingua Franca
9 yıl önce
Osmanlıca ve Lingua Franca-2
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi