|
Seçim sonuçları ve düşündürdükleri
7 Haziran'da yapılan seçimler, ülkeyi birden bire farklı bir kulvara sevk etti. Bu sonucu hazırlayan oyun kurucular hariç, Kamuoyu birden bire bir gün içinde, 13 yıl öncesinde olduğu gibi, yeniden bir koalisyon ortamına sürükleneceklerini tahmin etmiyordu.

HDP'nin beklenenlerin çok üstünde barajı aşıp, kilit parti haline gelmesi kamuoyunda oluşan şok bir şaşkınlık ve tedirginlik hali oluşturdu. Coğrafyamızda son 20-30 yılda Kürt sorununun başat bir rol oynadığı kesin. Uzun süredir görülmek istenmeyen gerçek de bu. Daha önceki bazı yazılarımda Kürt sorununun, nasıl bir başat sorun olduğu, çözüm şeklinin ise geleceğimizi, özellikle bu coğrafyada İslâm dininin geleceğini/kaderini belirleyeceğini ifade etmiştim. İşte sorun tam da bu noktada düğümleniyor.

Siyasilerimizin fark edemediği nokta da bu sanırım. Olay, dördüncü bir partinin barajı aşıp, Ak-Parti'nin tek başına iktidarı sürdüremeyecek olmasının çok çok ötesinde.. Sonucu sadece bu açıdan değerlendirmek gelecekteki tabloyu hiç okuyamamak anlamına gelir. HDP'nin barajı aşıp aşamama meselesi gerçekten bir eşik/dönemeç meselesiydi. Ve son derece önemsenmesi gerekirdi. Hele ki, baskılar, tehditler, açık oylamaları da göz önünde bulundurmak kaydıyla, bölgede diğer partilerin tümünü silecek şekilde ezici bir oy aldıktan sonra. Burada şu söylenebilir” MHP barajı aşınca, problem olmuyor da, HDP aşınca mı oluyor”. Evet. İlk bakışta gerçekten haklı bir itiraz. Ama, sorunun uluslar arası boyutu, güneyde oluşan kaos, IŞİD/DAİŞ faktörü, toplumsal algı çatışması, halkları iyice ayrıştırıp, çatıştırma amaçları, uluslar arası çatıştırıcı vesayetin kesin artacak müdahalesi düşünüldüğünde, karşımıza, özellikle Kürtler açısından, tam bir facia tablosu çıkıyor. Burada tüm faktörler, sebepler irdelenebilir, analiz edilebilir.

Daha önceden de belirtmiştim. Ak-Parti 2009 ylından beri garip bir şekilde bölgeden/Kürdistan'dan kademeli olarak ric'at ediyordu. Bunu ilkin, 2009'da TV kanallarında dile getirmiştim. Ancak, bugüne kadar Ak-Parti bölgede sürekli PKK/HDP lehine alan boşalttı. O tarihten beri seçimlerde bölge bazında, aday tesbitinde çok negatif davrandı. Gittikçe çok daha düşük aday profili ile seçmen karşısına çıktı. Üstelik Ak-Parti'nin, diğer partilere, muhalefet partilerine, meydanlarda “Bölgede biz varız; siz yoksunuz, Sivas'ın, Malatya'nın ötesine gidemiyorsunuz, biz gidiyoruz” diye nisbetleşmesi de, kendisini riske atan bir tutum olup, siyaseten doğru değildi. Şimdiki seçim sonucuna göreyse, Ak-Parti'nin bölgeye gitmesi çok zorlaştı. Adeta bölge dışına çıkarıldı.

Çözüm sürecinde ise, elinde silah bulunduruyor diye sadece tek bir odak, İmralı-Kandil-HDP üçgeni muhatap alındı. Müzakere bunlarla yapıldı. Özellikle bölgenin dindar insanları/kitleleri bu sürecin dışında bırakıldı. Ayrıca, muhatap alınan bu çevrelerle, Kürt sorununun tüm boyutları, resmin tamamı masaya yatırılıp müzakere konusu yapıldı. Oysa ki, silahların susması, bırakılması, dağdakilerin ülkeye, evlerine dönmesi, cezaevlerinin boşalması, siyasal sürece katılmaları gibi başlıkların bu kesim ile müzakere edilmesi son derece tabiiydi. Ancak, Anayasa değişimi, kimlik haklarının verilmesine yönelik düzenlemeler, Anayasal güvence, Tevhid-i Tedrisat kanununun kaldırılması; anadile ilişkin tüm sorunların çözülmesi. Eşit yurttaş temeline dayalı yeni bir anayasanın hazırlanması gibi konular ve bu yönde atılacak adımlar sadece bunlarla değil Kürtlerin tüm tarafları, kanaat önderleri, aslında tüm ülke ile paylaşılıp müzakere edilmeliydi. Zaten yapılması gereken bu reformlar için, örgütün silahlı yapılanmalarının dağılmasını beklemeden adımlar kendiliğinden atılmalıydı. Ayrıca bu reformlar yapılırken topluma inandırıcılığı kaybetmemek için güçlü mesajlar verilmeliydi. 2010 yılındaki Anayasa değişikliği referandumunda, Orta Anadolu'nun, MHP'nin tüm Kürt sorunu temelli, “Hayır” kampanyasına karşın çok büyük oranda “Evet” oyu vermesi, bu reformların/adımların yapılabilmesi konusunda iktidara verilmiş bir bonustu. Yani artık, bu tür adımlar/reformlar Orta Anadolu'da tepkisel milliyetçiliği tetiklemeyecekti. Orta Anadolu insanı MHP'ye rağmen Kürt sorununun barışçı çözümü konusunda hükümete vize vermişti. Bu sonuç iyi okunamadı. Bu hususu, o dönemlerde çeşitli TV kanallarında açıkça dile getirmiştim. 2011-12'den beri bu tek odağın muhatap alınması, sorunun/resmin tamamının, Kürt sorununun tüm varyantlarının bunlarla müzakere edilmesi ile genel kürt kamuoyu bu odağın şemsiyesi altına süpürüldü. Bu yönde oluşan, toplumsal/siyasal baskı zaten 30 yıldan fazladır devlet tarafından iyice zayıflatılmış olan, Kürtlerin diğer unsurları, dindarlar başta olmak üzere, kürt kitleleri HDP/PKK şemsiyesi altına süpürülerek sindirildi/tasfiye edildi.

Ayrıca, tek muhataplık zemininden dolayı, algı olarak Kandil-İmralı-HDP üçgeni, “Kürt Tarafı” olarak zihinlerde adeta kazındı. Otomatik olarak, Ak-Parti, iktidar da algıda “Türk Tarafı” oldu. Oluşan bu algının şimdiki sonucun oluşmasında katkısı çok büyük. Yanlış oluşan bu algıyla, Kürtlerin çoğu, “Kürt Tarafı” olarak zihinlerde kazıtılan partiye yöneltilmiş oldu. PKK ve uzantılarının propaganda ağı/yöntemi sayesinde Türkiye'de ve uluslar arası kamuoyunda algıların yerleştirilmesinde, algı operasyonunda bir hayli mesafe alıp başarılı oldu. Örneğin, 2013 yılından önce “Rojava” diye bir adlandırma hiç yokken, birden bire sanki yüzyıllardır kullanılan coğrafi bir isim gibi zihinlerde kazımayı başardılar. Bu süreçte, Ak-Parti bu algı operasyonuna karşı bir duvar oluşturamadığı gibi, reformlar anlamında, geçmişe nazaran yeterli olmasa da bazılları neredeyse devrim niteliğinde çok büyük adımlar atmış, mesafeler almış olmasına rağmen, hakketmediği bir şekilde, olumsuz söylemlerle gereksiz yere tersine bir algı oluşturdu. Susulması dahi, bu algının oluşumunu engelleyebilirdi. Oysaki, Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın, Başbakan olarak 2005 yılında Diyarbakır'daki konuşmasında sorunu “Kürt Sorunu” olarak nitelendirerek, sorunu bizzat sahiplenerek olumlu mesajlar vermesi Kürt halkında, dindar halk kitlelerinde büyük umutlar doğurdu. Bölgede, 1991'den beri hırpalanmış olan dindar-muhafazakâr kitleleri de sığınacak bir liman, toplanılacak bir şemsiye bulmaları konusunda umutlandırdı. Bu umutların sonuçları 2007 seçimlerine de ciddi bir şekilde, AK-Parti bağlamında yansıdı. Hatta, Ak-Parti'de 75 Kürt milletvekili bulunurken, bağımsız adaylarla da olsa, BDP/HDP'nin milletvekili sayısı 20'ydi. Bu Bizzat o dönemde Başbakan tarafından dillendirilmişti. Ak-Parti, Kürt sorununa bu şekilde içten/içeriden bakmayı sürdürmeliydi. Sorunu, içeriden bakıp, karşı muhatap yerine içselleştirerek çözme yoluna gitseydi, Masanın öbür tarafına da öncelikle kendisini koysaydı, tüm muhalif grupların bu konudaki ittifakına rağmen, bu sonuçla karşılaşmazdı.

Yanı sıra, “HDP barajı aşmalı, barajı aşarsa, parti tüm ülkeye mal olarak siyasal alan genişler, rahatlama olur. Aksi bir durum tekrar silahlı eylemlere yol açabilir” tarzındaki söylemlerin Ak-Parti içerisinde dahi kısmen güçlenmesinin de bunda katkısı oldu. Kürt sorununun uluslar arası boyutuna, HDP'nin bu zemindeki konumuna bakıldığında, gelecekte olayın hiç de bu şekilde cereyan etmeyeceğini açıkça gösteriyor. Bölgede oluşan ve gelişecek alan hakimiyeti ile çıtaların çok daha yükselmesi ,bölgesel büyük çatışma ve kaos ortamını tevlid edeceği öngörüsü çok daha ağır basmaktadır.

Bu konuda yazmaya devam edeceğiz.
#seçimler
#çözüm süreci
#ak parti
#hdp
9 yıl önce
Seçim sonuçları ve düşündürdükleri
Hürriyet’e baskın doğru ve haklı mıydı?
Düşünmeden konuşmak
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm