Şiraz’da bir kafe. Etraf epey kalabalık. 20’li yaşlarda bir kız yer bulamadığı için yanımdaki sandalyeyi işaret ediyor ve “oturabilir miyim?” diyor. Buyur ettiğimde önce yemeğini yiyor, sonra çantasından çıkardığı kitabı eline alarak okumaya başlıyor. O an telefonum çalıyor ve ben beklediğim kişiye adres tarifi yapmaya başlıyorum. Yanımdaki kız kitabından kafasını kaldırarak yol tarifi için yardım ediyor. Farklı aksanım dikkatini çekmiş olmalı ki sormaya başlıyor:
“Nerelisin?”
“Türkiye, ya sen?”
“Şiraz”
“Öğrenci misin?”
“Yok, değilim.”
“Çalışıyor musun?”
“İstiyorum; ama olmuyor.”
“Neden, iş sıkıntısı var sanırım.”
“ Evet iş sıkıntısı da var; ama en büyük sebep Bahai olmam. Burada Bahailere iş yok.”
Bu açıklama ile zihnim epey uzaklara gidiyor. Çünkü biliyorum ki Bahailiğin seyri burada biraz farklı. 1979 İran İslam devriminden sonra; İslam sonrası ortaya çıkan bir din olması itibariyle, Bahailik sapkınlık olarak nitelendiriliyor. Bu yüzden bu dinî benimseyen insanların kamusal hiçbir işte çalışmasına müsaade edilmiyor. Bu konuda aklımdaki tüm soruları soruyorum. Tereddütlü açıklamalarına aldırmadan sohbeti derinleştiriyorum. Sonuçta bir insan hayatından her zaman bir Bahai ile karşılaşmıyor. Sonradan yaptığım araştırmaları da ilave edersek konuyla ilgili epey bilgi ediniyorum.
Uganda; Bahailik açısından dikkat çekici yerlerden biri. Zira burada Bahailiğin en ihtişamlı tapınaklarından biriyle karşılaşıyorum. Şehirde bu tapınağa gitmek için önce bir araca biniyoruz. Sonra bir tepenin üstünde konumlanmış ihtişamlı yapıyı görmek büyük bir keyif veriyor. Derken araçtan inip yürümek istiyorum. Ancak yürüdükçe yağmur yağıyor ve biz koşturdukça yağmurun hızı da artıyor. Tapınağın yanına yani tepeye çıktığımızda doğal olarak sırılsıklam oluyoruz. Ancak öyle yoğun yağan yağmur, burada çok beklememize müsaade etmiyor ve mecburen aşağıya iniyoruz. O kadar uğraşla çıktığımız tapınaktan uzaklaşıp aşağıya indiğimizde yağmur birden diniveriyor. Tabii bu kez tapınağa tekrar çıkmaya eriniyor bir başka yolculuk umuduyla oradan uzaklaşıyoruz.
Bu kez yolumuz İsrail’e yöneliyor. Hayfa ve Akkaya yolumuz düştüğünde ilk durağımız; Bahaullah’ın mezarı oluyor. Mezar; Akka’da bulunuyor. Açıkçası burası çok ilgimizi çekmiyor ve Hayfa’ya doğru ilerliyoruz. Az gidiyoruz, uz gidiyoruz; dere tepe düz gidiyoruz. Karşımıza çıkan yapı hepimizi afallatıyor. Neredeyse dünyadaki cennet tasviri ile karşılaşıyoruz. Kocaman bir bahçe ve içine konumlanmış Altın Kubbeli Tapınak. Burası da Bahai tapınağı. Yapı, 9 giriş üzerine oturmuş tek bir kubbeden oluşuyor. Dokuz giriş, Bahailik inancının, “dünyada 9 dinin var olduğu”na ilişkin görüşünü temsil ediyor. Daha yakından görmek üzere tapınağa doğru ilerliyoruz. Ancak maalesef Uganda’da tapınağa çıkarken başlayan yağmur, bu kez Hayfa’da bizi karşılıyor. Hatta bu kez şiddeti bir kat daha artıyor yağmurun. Biraz ısrar ediyor tapınağa inip inip çıkıyoruz. Ama tapınağa her vardığımızda yağmur başlıyor, her indiğimizde de bitiyor. Nihayet vazgeçiyor ve yolumuza kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Bahailik ile ilgili olarak bu ısrarlı karşılaşmalarımı çok gezmemle bağdaştırsam da tapınaklardaki yağmuru yalnızca yükseklikle açıklayamıyorum. Ne dersiniz bu işte başka bir iş yok değil mi?