|
Unutmak mümkün mü?

Babaannemin kişisel tarihinde seferberlikten önce-seferberlikten sonra ayrımı birinci derecede belirleyici bir unsur idi. O kendine, aileye, ülkeye ait meselelere bu ayrımın adesesinden bakar, ona göre önem atfeder, bir değerlendirme yapardı. Seferberlikten önceki dünya ile, seferberlikten sonraki dünya arasında (kendisi açısından) gerçekten çok fark bulunuyordu. Bu hadise o neslin zihninde onarılmaz bir kırılma oluşturmuştu demek.

Annem ise 1939 Erzincan Depremi''nin enkazı altından çıktı.

Onun nirengi noktası zelzeleden önce-zelzeleden sonra şeklindedir. (Eskiler zelzele kelimesini kullanırdı.)

Marmara Depremi de onu yaşayanların hayatında bir derin çentik açmıştır.

Depremi yaşamaktan murat sadece şu veya bu şiddette hissetmek değildir. Deprem eğer ölüm ve yıkım getirmemiş ise, gerçekten yaşanmış sayılmaz. Marmara felaketi ile aynı derecede olan (7.4) Meksika son depreminin neticesi de bunu gösteriyor. Dolayısıyla "Depremden önce-Depremden sonra" ayrımı, ateş düştüğü yeri yakar misali öncelikle onu derinden yaşayanları kapsıyor.

Onların elinden ve dilinden gelmeyecek olan şudur: "Deprem oldu ama, hayat sürüyor." Bu sözler depremin içinden geçenler için rahatça söylenemez. Çünkü onlar hemen cevap verirler: Hangi hayat? Depremden önceki mi, depremden sonraki mi?

Depremin içinden geçmeyenler televizyonlarına dönebilir. Gazeteler yine hafta sonu eklerini verebilir. Bazıları ülkedeki "Gündem değişiklikleri"ne kendi açılarından dikkat çekebilir.

Felaketin büyüklüğü ülke yönetimini, kurum ve kuruluşları etkilemiştir diye düşünenler çıkacaktır. Elbette ki, deprem dahil pek çok olay ülke yönetimini, kurum ve kuruluşları şu veya bu biçimde etkiler. Ancak bu etkinin köklü dönüşümlere yol açacağını sanmıyorum.

Yardımların ne olduğu, nerede toplandığı, nasıl kullanılacağı, ihalelerin kimlere verildiği, verileceği; hasar tesbitlerinin nasıl yapıldığı, bunlara itirazların tatminkâr bir netice verip vermeyeceği, işsiz kalanların nasıl iş bulacağı, hasta olanların nasıl tedavi edileceği, çocukların istikbale nereden bakacakları, bütün bu soruların oluşturduğu yumak yine aynı zihniyet, aynı sistem tarafından cevaplanmaya, çözülmeye çabalanacak.

Ve biz önümüzdeki süreçte, yolsuzluklardan, haksızlıklardan, dolaplardan, kayırmalardan bol bol haber alacağız.

Tıpkı depremden önce aldığımız haberler gibi.

Kimse bu ham-haberlerin ardındaki gerçeği bilemeyecek. Zaten depremin içinden geçip gelenler böylesi meselelere boş gözlerle bakmaktadır. Kameralara, mikrofonlara kırılgan bir ses tonu ile birşeyler söyleyecekler elbet. Deprem programları kimbilir daha ne kadar bölgeden canlı yayın yapacak.

Sonunda dışarıda kalanlar (dışarıdan gelenler) birer birer "bölgeden" ayrılıp gidecekler. Yağmurlar yağacak, ardından kış bastıracak. Fırtınanın uğultusu çadır direklerinde ağıtlar yakarken, depremzedeler yardım malzemelerine uzanan ellerinin daha da üşüdüğünü hissedecekler.

Depremden önceki günler onların zihninde, yüreğinde birer berrak ve güneşli gökyüzü gibi parıldayıp duracaktır.

Depremden sonrası ise unutulmayacak.

Unutmak mümkün değil.

25 yıl önce
Unutmak mümkün mü?
İslâmî hareketten kavramlar savaşına…
Yaşama Sanatı ve Sinema
Bizim sorunumuz ne?
İran’da değişimin ayak sesleri…
İslâmcılık, milliyetçilik ve tam bağımsızlık