Beyin yakan asgari ücret klişesi

04:0017/12/2025, Çarşamba
G: 17/12/2025, Çarşamba
Özgür Bayram Soylu

Türkiye’de bazı cümleler vardır; söylenir, geçilir, sorgulanmaz. Ne kanıt ister ne düşünme zahmeti. Bir refleks gibi dile gelirler, çünkü gerçeği açıklamak için değil, tartışmayı kapatmak için vardırlar. Mesela: “Ankara’da yaşayamam, deniz yok.” “Yetenek işi abi bunlar, ben çok istiyorum da yeteneğim yok.” “Benim bağlanma korkum var.” “Sen daha iyilerine layıksın.” “Hakem maçı katletti.” “Skor oyunu yansıtmıyor.” Hepsi farklı alanlardan geliyor ama aynı işlevi görüyor, sorumluluğu, yapısal gerçeği

Türkiye’de bazı cümleler vardır; söylenir, geçilir, sorgulanmaz. Ne kanıt ister ne düşünme zahmeti.

Bir refleks gibi dile gelirler, çünkü gerçeği açıklamak için değil, tartışmayı kapatmak için vardırlar.

Mesela:

“Ankara’da yaşayamam, deniz yok.”

“Yetenek işi abi bunlar, ben çok istiyorum da yeteneğim yok.”

“Benim bağlanma korkum var.”

“Sen daha iyilerine layıksın.”

“Hakem maçı katletti.”

“Skor oyunu yansıtmıyor.”

Hepsi farklı alanlardan geliyor ama aynı işlevi görüyor, sorumluluğu, yapısal gerçeği ve yüzleşmeyi erteleyen son derece konforlu bir alan inşa ediyorlar. Aynı refleksi, uzun süredir iktisadi bir mesele olmaktan çıkıp toplumsal bir klişeye dönüşmüş asgari ücret tartışmasında da görüyoruz.

Neymiş efendim:

“Asgari ücret enflasyonu artırır” imiş

Tüm bu klişelerin ortak özelliğinin baş döndürücü olmak yerine düşünmeyi durduruyor olması inanılmaz bir düşünsel krize işaret ediyor.


BEYİN BEDAVA

“Ankara’da yaşayamam, deniz yok” diyen biri aslında her ne kadar Ankara’ya öyle yakışsa da kar, şehirle yüzleşmek istemiyor,

“Yetenek işi abi” diyen, sistemin nasıl çalıştığını tartışmak istemiyor,

“Bağlanma korkum var” diyen, ilişki sorumluluğunu kişilik etiketine hapsediyor,

“Sen daha iyilerine layıksın” diyen ise ne ayrılığı gerçekten açıklıyor ne de sorumluluğu üstleniyor; sadece karşı tarafa iltifat ambalajında bir belirsizlik bırakıyor,

“Asgari ücret enflasyonu artırır” diyen de üretimi, verimliliği, kâr marjlarını, kur şoklarını, rekabet yapısını, hatta insan psikolojisini konuşmak yerine tek cümleyle meseleyi kapatıyor.

İşte bu yüzden bu klişeler “beyin yakan” olmanın ötesine geçmeyi başarıyor.


BÜYÜK YANILSAMA

Türkiye’de asgari ücret son iki yılda nominal olarak 2,5 kat artmış olabilir; ancak euro bazında yerinde sayması, hatta gerilemesi, göz ardı edilemeyecek bir tehlikeye işaret ediyor. Asgari ücretlinin her yıl zam almasına rağmen küresel ölçekte fakirleşmesi, ortada bir refah artışı değil, yalnızca hasar telafisi olduğunu gösteriyor. Bu nedenle alım gücünün her erozyona uğradığı dönemde “asgari ücrete zam yapıldı” ifadesindeki zam kelimesi, giderek anlamını yitiriyor; görünür ama hissedilmez bir slogana dönüşüyor.


SUÇLU GERÇEKTEN ÜCRET Mİ?

Ücretli çalışan istatistikleri şunu net biçimde ortaya koyuyor: Sanayi, üretimde olduğu gibi istihdamda da durgun. Üstelik savunma, otomotiv ve elektronik gibi ihracatı artan alanlarda bile bu büyüme istihdam yaratmıyor.

Neden?

Çünkü büyüyen sektörler sermaye ve teknoloji yoğun, daralan sektörler ise emek yoğun.

Bu durumda sanayinin işçi çıkarmasının sebebi asgari ücret mi? Elbette ki hayır.

Ama ne yazık ki tartışma tam burada başlıyor. Verimlilik sorunu, kur baskısı, finansman maliyeti ve yıllardır ertelenen yapısal dönüşüm konuşulacağına, mesele tek cümleyle kapatılıyor: “Asgari ücret çok arttı.”

Akademik gerçekler, yıllardır tekrarlanan klişeleri adeta tek hamlede parçalıyor. Oyvat, Elgin ve Elveren’in Türkiye üzerine yaptığı çalışma, asgari ücret artışlarının ne enflasyonu patlattığını ne işsizliği zıplattığını ne de sanayiyi çökerttiğini net biçimde ortaya koyuyor.

%10’luk bir artışın enflasyona etkisi sınırlı, istihdama etkisi ise neredeyse ihmal edilebilir düzeyde kalırken, asıl enflasyonist dinamiğin ücretlerden değil kur şokları ve kâr marjlarından kaynaklandığı görülüyor. Bu da Türkiye’de asgari ücretin sorunun sebebi değil, sosyal barışın bir tamponu olduğunu gösteriyor.

Aynı zamanda Journal of Political Economy’de yayımlanan ABD merkezli çalışma tartışmayı ters yüz ediyor. Asgari ücret artışı özellikle düşük ücretli çalışanlarda üretkenliği ciddi biçimde artırıyor, işten ayrılmaları azaltıyor ve performansı yükseltiyor; yani “ücret artarsa tembellik olur” klişesi bilimsel olarak çökerken, emeğin değeri arttığında insanın daha az değil, tam tersine daha çok ürettiği açıkça ortaya çıkıyor.


SESSİZ İSTİFA MI SESSİZ ÇATLAMA MI ?

Fortune ve Forbes’un işaret ettiği yeni olgu kritik: Artık çalışanlar sadece “sessiz istifa” etmiyor; sessizce çatlıyor.

Sessiz çatlama ne demek?

İşte ama zihnen kopuk,

Çalışıyor ama umut üretmiyor,

Maaş alıyor ama gelecek hissi yok.

Finansal travma olarak tanımlanan bu ruh hali, sürekli yetmeyen ücret, artan borçlar ve belirsiz bir gelecek içerisinde insanı yalnızca yormuyor, aynı zamanda psikolojik olarak da çözüyor. Bu noktada “gençler çalışmak istemiyor” klişesi de çökmeye başlıyor. Gençler, çalışmaktan değil, çalışarak hayatta kalamamaktan yorulmuş gibi görünüyor.


ASIL BEYİN YAKAN GERÇEK

Bütün bu başlıklar bir araya geldiğinde ortaya çıkan tablo net. Türkiye’de asgari ücret tartışması yanlış soruyla yapılıyor.

Sorduğumuz soru şu:

“Asgari ücret artarsa ne olur?”

Oysa sormamız gereken şu:

“Asgari ücret yetersiz kalırsa ne olur?”

Cevap artık teorik değil, sahada açıkça görülüyor; sessiz çatlama yaygınlaşıyor, verimlilik düşüyor, sanayi nitelikli insan kaybediyor, gençler üretimden kopuyor ve toplum giderek geleceğe kapanıyor. Öyle ki bazı sektörlerde “insan kaynağı” ifadesi bile iddialı kalıyor; çünkü ortada ne kaynak kalıyor ne insan. İşte tam da bu nedenle asgari ücret, yalnızca bir maliyet kalemi değil; bir toplumun ayakta kalma ve birlikte dayanma eşiğini temsil ediyor.

Ben de bir klişe ile bitiriyorum:

Bizde para her şey değil.


#Asgari Ücret
#Ekonomi
#Özgür Bayram Soylu