“Erenlere ve dahî erenlere gönül verenlere ve hatta erenlere gönül verenleri sevenlere, hiç olmazsa onlara laf ettirmeyenlere cân-ı gönülden bir selam ile başlayalım söze.
Yeri geldiğinde bir cümle, bir kıssa, bir bakış ve hatta bir sükut onlarca cilt kitaptan daha çok şey anlatır buyrulmuş. Yeri geldiğinde ama, burası mühim.
Geçmiş zamanlarda bir diyarda herkesin elinden illallah ettiği zalim bir külhanbeyi yaşarmış. Ne Allah’tan korkar, ne kuldan utanması var, ne nasihatten anlar ne kötekten endişesi var, öyle gaddar bir adam. Ahali perişan, ne yapsalar derde çare bulunmaz. Günlerden bir gün bir derviş babanın yolu o diyara düşmüş. Bakmışlar ki nur yüzlü, ağzı dualı bir Allah adamı; medet demişler, kurtar bizi bu zalimin elinden. Derviş baba ümmete merhameten hay hay demiş, çıkmış karşısına o köftehorun, kulağına eğilip bir tek cümle söylemiş. Daha erenler arkasını dönmeden yere yığılıp kalmış külhanbeyi, sizlere ömür. Aman efendim demişler, siz ne dediniz ki bu adam teslim-i ruh eyledi böyle? Mahzun bir tebessümle cevap vermiş derviş baba: Allah’tan kork! dedim.
O külhanbeyinin karşısına bizden birisi çıksa ve Allah’tan kork dese, yediği dayak buradan Üsküdar’a yol olurdu. Söz aynı söz ama netice niçin başka oluyor? Buna erenler dilinde ‘dudak farkı’ diyorlar. Kalp selîm olursa dudak pak olur, dudak pak olunca da söz tesir verir, bu kadar basit.
Biz bu çağın kendi gök kubbesini yitirmiş çocukları olarak nedense hep söyleyecek yeni sözler aradık; dudağımızı pak etmek aklımıza gelmedi hiç. Şimdilerde sözümüzün kendimize bile tesiri yoksa işte bundandır. Sözünde tesir olmayanın nazarından, nazarı fayda etmeyenin sükutundan da kimseye bir hayır gelmiyor maalesef.
Tamam, aldık kabul ettik Safer Efendi hazretlerinin sözünü; yeri geldiğinde bir cümle, bir bakış hatta bir sükut kitapların anlatamayacağını dile döker ama gel gör ki bizde ne o dudak var, ne o sükut esrarından bir behre, ne de o kutlu nazardan bir hisse. Elimizde kala kala bir kıssalar kaldı. Kıssa deyip geçmeyin öyle. Kerim Kitabın yarısından çoğu kıssadır ve Efendimiz s.a.s. ashabıyla ne zaman otursalar Benî İsrail’in menkıbelerini anlatır, ezan okundu diye ara verirmiş ancak. Mühimdir kıssalar; tabi bilene görene, köre ne!”
“Dilde gam var şimdilik lütfeyle gelme ey sürûr
Olamaz bir hanede mihman mihman üstüne”
Râsih’e rahmet olsun güzel söylemiş ama şimdi kalbimin kapısını iki misafir aynı anda çalmış, hüzün ve sürur gelip oturmuşlar başköşeye, saat gecenin bir yarısı, almışım kahvemi, oturmuşum bahçeye, yeni kitabımın önsözünü yazıyorum. Buraya kadar okuduğunuz kısım o önsözden.
Neşeliyim zira yeni bir kitap daha geliyor. Yaramaz, afacan, muhabbetli, bir söğüt gölgesinde soluklanır gibi, yağmur altında sevgilinin elinden tutup dolaşır gibi, farklı, dingin, sımsıcak bir kitap oldu, inşallah beğenirsiniz. Ama bir yanımda da hüzün var, sebepsiz, tarifsiz, işin en kötüsü de sinesinde safa saklı bir hüzün. Böyle olunca gitsin istemiyor insan. Fethi Abiye rahmet olsun, “Hüznümüz yalnız Allah’adır!” dermiş. Öyle olabilsek keşke. “Sebepsiz hüzün lütuftur” Bu da Fethi Abi merhumdan.
Sadüddin Ökten Bey Hocam Süleyman Çelebi Hazretlerinin Vesile’-ün Necât’ını konuştuğumuz bir programda “Sözün de canı vardır” demişti. İnsan söylüyor, yazıyor ama o söze tesiri, ömrü, hepsinden ötesi canı verecek olan Mevla Teâlâ. Kimisi bir söz söylüyor, bir şiir yazıyor, bir kitap kaleme alıyor bin yıl sonra da o söz var; okuyana dinleyene ondan bir fayda var. Kimisi de ne söylese beyhude, ne yazsa boş, ne eylese hikaye. Sözün sadece canı yok galiba; kaderi de var. Kimin dudağından çıkıyorsa onun sadece kalbiyle değil kaderiyle de irtibatlı galiba söz. Kendini yok edenin sözünü Allah var ediyor, kendini var etme derdiyle söyleyenin sözünü de kendini de yok ediveriyor. Derin sular…
Niyazım Aşık Olan Neylesin kitabındaki sözlere de Rabbim içinde bahsi geçen büyüklere duyduğu muhabbet hatırına can nasip eylesin. Okuyana tesiri olsun, yazarına sadaka-i cariye olsun, ahiret akçesi olsun. Amin diyen dostlar da bu dualardan behredar olsun.
Sanırım önsözü şu cümlelerle bitireceğim:
“Elinizde tuttuğunuz bu kitap hasretini çektiğimiz o dudak ve kalbe, o nazar ve sükuta bir kapı aralaması niyazı ile hazırlandı. Mymecra’da anlattığı Biri bir Gün’lerden bir demeti aldı fakir; Bosnalı gündüzler ve akşamlar boyunca gerekli ilave ve düzeltmeleri yaptı ve ‘Âşık Olan Neylesin?’ dedi. Mesele buncağızdan ibarettir.
Bu menkıbelerin size aktarılmasında emeği olan cümle kudemâya, yeri gelip isimleri ve bahisleri geçtikçe kalbimize muhabbet içre bir teberrük düşürecek olan bütün azîzana ve bu kitabı kendisine ithaf edebilmekle bahtiyar olduğum gönül sultanına bir fâtiha ricası ile derdimi kalbinize emanet ederim.
Aşk olsun!”