|
Yeni bir dünyâ…

Sanâyi “medeniyeti” ardında üretim ve tüketimin yorgun bıraktığı bir insanlığı bırakarak sönümlenmeye başladı. Elyevm içinde bulunduğumuz zaman dilimi bunun krizleri ile yüklü. Savaşlar da onların uç verdiği hâdiseler. Eğer nükleer bir felâket yaşanmadan geçiş sağlanabilirse yeni bir dünyânın kurulacağı âşikâr.

Yeni dünyânın mühendisliğine dâir sayısız fikir havalarda uçuşuyor. Bilmem dikkâtinizi çekiyor mu? Ortada bir tuhaflık kol geziyor. Sanâyi medeniyeti kurulurken elbette bunun bir
mühendislik
tarafı vardı. Ama
moralist
düşünce de buna şerh düşüyor, şöyle böyle duruma vaziyet ediyordu. Elan manzara çok farklı. Yeni dünyâ tasarımları alabildiğince mühendislik seviyede tutulmaya çalışılıyor. Moralist sütun henüz ayağa kaldırılabilmiş değil. Hattâ,
mühendislik toptancılığın
bunu bilhassa istemediğine dâir bir endişem olduğunu söyleyebilirim. Tasvirlerde
tekno bir ağırlık
hemen hissediliyor. Bu şu demek: artık
teknolojinin başka bir şeylere eklemlenerek hayâtımızı şekillendirdiği bir dünyâdan, her şeyin tekno gerekiliklere eklemlendiği
başka bir dünyâya evriliyoruz. Fark bu kadar keskin… Gâliba bunun altında
insanın kendisinden umudu kesmesi
rol oynuyor. Sanayi kapitalizmi bunu hazırlayan sayısız menfî pratiklerle yüklü. Her ikisi de kendi etik prensiplerini hâiz olan
Homo Economicus
,
Zoon Politicon
eş anlı iknâ edici olmaktan çıktı.
Ekonomipolitik’in iflâsı
da diyebiliriz buna. Sanayi medeniyetini kuran da bu ikisiydi. Yeni dünyâda bir ekonomi olacaksa, bunun bildiğimiz ekonomi olmayacağı ,daha çok
teknoekonomi
; siyâset olacaksa, yine bildiğimiz mânâda siyâset olmayacağı, olacaksa
teknopolitik
olacağı anlaşılıyor. Aslında yapılmak istenen, ekonomi ve siyâsetin var ettiği,
devlet ve ulusların, onların üzerine yapılandığı kamusal alanların tasfiyesi, mülksüzleştirme ve cinsiyetsizleştirme
istikâmetinde insanın sürgün edildiği (insansızlaştırılmış) yeni bir târih. İnsan aşkın (transhuman) târihin ifâde ettiği de bu.
Eksiltilmiş, seyreltilmiş ve dağıtılmış bir insanlık
ön görülüyor.
Sanâyi “medeniyeti” bir sac ayağı üzerine inşâ edilmişti.
Devlet, sınıflı uluslar ve sermâyenin
meydana getirdiği bir medeniyet örüntüsüydü bu. Gâliba artık ilk ikisi istenmiyor. Yeni medeniyet, eğer kurulabilirse, teknoloji ile sermâyenin evliliği üzerine kurulacak görünüyor. Elbette bunun bir üretim ve ne kadar olacaksa bir mübâdele tarzına işâret ettiği de âşikâr.
Doğrusu yeni dünyânın müşterisi hayli fazla. Sanâyi medeniyeti aşırı merkezî, merkezî olduğa kadar boğucu yapılara sürükledi insanlığı. Bu sebeple yeni tasarımlar ferahlatıcı geliyor bu çevrelere. Yeni dünyâyı
postkapitalist
görenler de var. Ama bunların fenâ hâlde hatâlı olduklarını söyleyebilirim. Görülmeyen husus,
para-sermâye
ilişkisi. Sermâye bileşik (amalgam) bir kavram. İçine pek çok bileşen alıyor. Para bu bileşenlerin hayat damarı. Sermâye bileşimindeki en özerk tarafı ifâde ediyor. Târihi de çok eski. Târih sahnesine ilk defâ, toprak temelli değerlerin belirdiği bir iklimde
servet
olarak çıkıyor. Kadim dünyâlar (geleneksel)
devlet ve servetin fonksiyonu
. Devlet hazineleri kendisini özerk para çevrelerinden ne kadar uzak tutabildilerse o kadar güçlü olabildiler. Ne zaman ki, hazinelerde başabaş çizgisi kırıldı ve hazineler borçlandı, o devletler iflâh olmadı. Modern dünyâda para kendisini
sermâye ilişkileri üzerinden
yeniden üretti. Modern devletlerle olan ilişkisi de aynı kaldı. Yâni paranın güçleri hem
ekonomi
hem de
devletlerin
üzerinde bir güç olarak kaldı. Bu arada târih sahnesine yeni çıkan
uluslar
da bu cendereye girdi. Elyevm
paranın yaptığı, kendisini teknolojik olarak yenileyerek her ikisini de tasfiye etmeye
soyunması. Bunu da reel üretimi ve ulus devletleri fonsuz bırakarak, enerji başta olmak üzere sanayilerin hayat damarlarını keserek, kıtlığa mahkûm ederek, düşmanlıkları ve savaşları körükleyerek yapıyor. Elyevm şâhit olduğumuz düşük kalibreli siyâsetçiler de bu işlerin taşeronu olarak iş görüyor.
Pekâlâ, artık şu sorulabilir: İnsanlık bu gidişâtı seyir mi edecek? Ulusların alabildiğine bocaladığı âşikâr. Ulusları var eden, varlıklarını ayakta tutan örgütler darmadağın edilmiş durumda. Ne sol ne de sağ artık bir mânâ ifâde ediyor. Kızan, köpüren ulusların, sınıfların târih yapacak kudreti yoktur. Eğer bir müdahâle görmezse
âkıbet faşizmlerdir.
Gidişat da sanki bunu gösteriyor. Bu, sermâyenin her zaman olduğu gibi en fazla işine gelen yoldur. Faşizm ulusları yok eder. Gâliba bu iklimde, moral olarak güçlendirilmiş bir
kurumsal -kamusal akıla
büyük iş düşüyor. Ulus ve devletleri bir araya getirecek ve sermâyeye dur diyecek olan da budur. Çin’in târihsel hatâsı bir fırsatçılık yapması ve
tekno bir devlete dönüşerek
ulusunun üzerin çökmesidir. Kastedilen tabiî ki bu değil. Kurumsal-kamusal akıl çok başka bir şey. Ulus ve devletin kesişim sahâsıdır bu. Tek başına ne devlete ne de ulusa âittir. Bu akla bir ideoloji giydirmek en tehlikeli iş. Bunu moral seviyede işlemek mahâretini göstermektir mühim olan. Bu moral, işe
Fransız Devrimi’nin paradokslarını çözerek
başlamak zorunda. Kolay değil. Onların ıska geçtiği
adâlet
kavramını merkeze koyarak,
eşitlik-özgürlük, çoğunluk-çoğulluk
gerilimlerinin halledildiği yeni bir dünyâ tasarımı sağlanamazsa belki târihin sonu gelmiş olmayacak ama, önümüzdeki asrın târihi bildik bir târih olmaktan çıkacak..
#Mühendislik
#Sanayi
#Ekonomipolitik
#Fransız Devrimi
1 yıl önce
Yeni bir dünyâ…
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm
Seçim bitsin, önümüze bakalım!
Yerel seçime ramak kala: DEM, Yeniden Refah ve İYİ Parti