|
Üçüncü sektör

Türkiye, hanehalkının otonom harcamalarının fiyat elastikiyetinin düşük olması nedeniyle bir ikilem içine düşmüş görünüyor. Ya da şöyle ifade edeyim, Türkiye, zorunlu tüketim ürünlerinin sürekli artan fiyatları karşısında hanehalkının kayıtsız kalmak durumunda oluşunun zorluğunu yaşıyor. Hatta şunu da söyleyeyim, Türkiye, hanehalkının perakende işletmeler tarafından rehin alınmış durumda oluşuna karşı fedakârlıklarının karşılık bulmadığını görüyor.

Bu şartlar altında da devletin piyasaya müdahalesinin bir politika olarak talep edilmeye başlanmış olması normal görünüyor. Bu da liberal bir ekonomi için ikilem anlamına geliyor.

Fakat Türkiye temel bir yanlışlıkla bu duruma geldi. Bu temel yanlış da Osmanlı sonrası kapitalist düzenleme yaklaşımını benimserken üçüncü sektörü kurban vermesiydi. Osmanlı’da mülkiyet üçe ayrılmaktaydı. Özel mülkiyet, kamu mülkiyeti ve Tanrı mülkiyeti olarak da tasnif edilebilecek vakıf mülkiyeti. Üçüncü sektör de işte bugün büyük oranda model dışında kalan vakıf mülkiyetiydi. Oysa kapitalistler dahi üçüncü sektörü tam karşılamasa da kooperatifçiliğin arkasında güçlü durdu.

Mesela Avrupa’da bugünkü kıtlık sorunları mülkiyet kaynaklı değil, kendi kendilerine gıdada yetmemeleri kaynaklıdır. Türkiye’deki sorun ise kendine yetmeme sorunu değil mülkiyet sorunudur. Türkiye için sorun kıtlık sorunu da değil, kıtlık algısı sorunudur.

Bu yüzden üçüncü sektörünü korumuş ve geliştirmiş olsa kamu müdahalesi gibi bir ihtiyaç da olmayacaktır. Sivil toplum kendi müdahalesini kendi yapabilecektir. Hatta onu da geçelim sadece tüketim kooperatifleri etkin olsa bu sorunlar büyük oranda yaşanmayacaktır.

Çünkü kooperatifteki fiyat ne olursa olsun tüketicinin yani kendi ortağının harcaması değil, tasarrufudur. Özel girişim var olmak istiyorsa bu tasarrufu önden iskontolamak durumundadır. Yani fiyat rekabetine girmesi gerekecektir. Ne yazık ki zincir marketler ilk defa kurulmaya hazırlandıklarında Türkiye’de tüketim kooperatiflerinin belli avantajları kaldırılarak bu imkân kaybedilmiştir.

Bu gelişmeyle ilgili olarak Türkiye’de kurulacak perakende zincirler önünde Avrupa’daki gibi kooperatif rekabetinin etkisinin olmaması lobi çalışması yapılır. Bunun sonucu olarak da 2006 yılında kooperatiflerin
haksız rekabete
neden olacağı değerlendirilerek kurumlar vergisi istisnaları kaldırılmıştır.

Böylece de Avrupa’daki kooperatif zincirler yerine Türkiye’de özel kesim zincirleşebilmiştir.

Baştan ifade etmeliyim ki bu zincirlerin olması başlı başına bir gelişmişlik göstergesidir. Türkiye’nin üretim kabiliyetinin bir çıktısıdır. Büyük bir kazanımdır. Düşmanlık etmenin de anlamı yoktur. (Tabi bunların dalga geçer gibi yaptığı hileler, uyanıklık zannettikleri kurgular müstesna.) Tartışmaların buna özen göstererek özel kesim, devlet ve kamuoyunu kol kola takacak çözümlere odaklanması gerekir.

İslam iktisatçısı olarak kamu müdahalesine de ilkesel olarak karşı olduğumu söylemek isterim. Çünkü ben sivil toplumun ve meslek kollarının müdahaleci olmasına inanırım. Zaten sorun sivil toplumun müdahale gücünün elinden alınmış olmasıdır. Eski bakanlardan Bülent Akarcalı’nın da isabetli şekilde çeşitli platformlarda işaret ettiği üzere meslek kollarının görevlerini ifa etmemesidir.
Nerede dama pabuç atan Ahi birlikleri, nerede şimdiki meslek kolları.
Devlet müdahalesini, olağanüstü durumlarla sınırlı olmak üzere hatta prensip olarak fiyatla değil, kendi piyasa yapıcı gücüyle yapılırsa anlamlı kabul ederim.

Kamu stratejik ürünleri üretebilir, çeşitli biçimlerde hasat paylaşımıyla edinebilir ya da imalatı ürün paylaşımlı biçimde modelleyip elde edebilir ve piyasa yapıcı olarak rolünü oynayabilir. Bu gücü elinde kısmen yokken üçüncü sektörünü de kuramamışken tartışma mecburen fiyat müdahalelerine doğru ilerlemektedir.

Bu kalıcı çözüm olarak düşünülemez çünkü palyatiftir. Ve bugünkü şartlar, artan iklim sorunlarıyla birçok defa tekrarlanacaktır. Bu sene yağan kar ve hızlı erime hiç olmadığı kadar heyelana neden olmuştur mesela. O yüzden Türkiye’de devlet piyasa yapıcı gücünü eline almalı ve üçüncü sektörü diriltmelidir. Kooperatifleri üçüncü sektör unsuru olarak konumlayabilir. Atıl arazilerini kiralamak yerine hasat paylaşımı modeliyle sözleşmeli olarak üretebilir. Fiyatlı sözleşmeli üretimin işlemezliği artık anlaşılmalıdır. Sözleşmeli üretimin fiyatlı yapılmaya çalışılması ya alıcıyı ya üreticiyi mağdur edecek bir abukluktur ve tümden garardır.

Tüm bunlarsa meselenin oligopol (az satıcılı piyasa) tarafıdır. Bir de tam tersinde neredeyse herkesin göz ardı ettiği oligopson (az alıcılı piyasa) meselesi var. Perakende zincirler bugün Türkiye’nin çoğu KOBİ olup pazarlık gücü doğal olarak görece az olan üreticilerini de rehin almış durumda. Alış fiyatını kendileri dayatıyor. Vadeleri kendileri tayin ediyor.

Üreticiler yalnız. Yapayalnız. Kendi dijital dönüşümlerini artık gerçekleştirmeliler. Piyasaya ürünlerini doğrudan ulaştırmaya odaklanıp kendi çözümlerini üretmeliler.

Çünkü üretimlerini finansmanla yapıyorlar. Zincir perakendecilere ürünlerini vadeli verdiklerinde onların finansman yükünü taşımak durumunda kalıyorlar. Sadece kendi tüketimlerini finanse etmeye mahkûm bırakılıyorlar. Bu nedenle ilave yatırımlarını finanse etmek için alan bulamıyorlar. Bu arada da perakende zincirleri tüketimlerinin finansmanını bu KOBİlerin (yani tedarikçilerinin) üzerinde bırakıp kendi finansman imkânlarını yatırımları için kullanıyorlar. Kısaca git gide daha oligopol git gide daha oligopson oluyorlar.

#Avrupa
#KOBİ
#Bülent Akarcalı
2 yıl önce
Üçüncü sektör
İsrail ordusunun yabancı askerleri
Çıkacaksa sana çıksın Sayın Başkan, çok yaşa!
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?