|

‘Bizi mülteci olarak tanıtmayacaksınız değil mi?’

‘Mülteciler’ deyip aynı kefeye koyduğumuz Suriyelilerin arasında, dedeleri Türkiye’den göç edenlerin de bulunduğunu biliyor muydunuz? Şapka kanunu sebebiyle göç eden Suriye’deki Türklerin torunları şimdi özvatanlarında yabancılık çekiyor. En çok ağırlarına giden de, kendilerine ‘mülteci’ denmesi. “İnsan özvatanında mülteci olur mu?” diye soruyorlar?

Sevda Dursun
12:06 - 13/09/2021 Pazartesi
Güncelleme: 12:29 - 13/09/2021 Pazartesi
Gerçek Hayat
Leyla Şeyhahmet (en solda), Gülsüm Zarzoğur (soldan ikinci), Suzan Osman (sağdan ikinci), Sare Osman (sağdan birinci), Gazeteci Sevda Dursun (üstte)
Leyla Şeyhahmet (en solda), Gülsüm Zarzoğur (soldan ikinci), Suzan Osman (sağdan ikinci), Sare Osman (sağdan birinci), Gazeteci Sevda Dursun (üstte)

Ülkemizdeki mültecilerle ilgili gittikçe dozu artan karşıt söylemler, göç konusuna biraz daha eğilmemiz gerektiğini düşündürdü. Özellikle de Suriyeliler üzerinden yürütülen olumsuz propaganda, kendimizi gelenlerden ne kadar ayrı tuttuğumuzun bir göstergesi. ‘Suriyeli’ deyip, kadın, erkek, çoluk, çocuk, Arap, Türk, eğitimli, eğitimsiz fark etmeden 3 buçuk milyon insanı aynı kefeye koyduk. Birazcık yanaşıp hal hatır sorsaydık, çok farklı dünyalara açılan pencereler yakalayabilirdik. Suriyeliler, alt katta oturan ve kapı önünde yığılı ayakkabıları olan insanlar veya sokakta dilenen çocuklardan ibaret değil. Hem belki de o yığılı ayakkabılar tek bir aileye değil, çaresizlikten bir arada yaşamak zorunda kalan iki veya üç aileye aittir, kapısını çalıp sorduk mu? İşin daha da ilginci, Suriyeliler dediğimiz kitlenin içinde, Türkiye’den Suriye’ye göç eden aileler de var. Öz be öz Türk, tıpkı Batı ülkelerine giden gurbetçilerimiz gibi. Vatan hasretiyle yanan, yazları mutlaka Türkiye’ye gelip, dönerken kışlık erzakını yapıp giden, evde Türkçeden başka dil konuşulmayan Türklerden söz ediyorum. Üstelik gitme sebepleri de şapka kanunu. Duyduğumda ben de çok şaşırdım ve hemen Türkiye’den Suriye’ye göç edenlerin torunlarını aramaya koyuldum. Onlar da beni kırmayıp konuşmayı kabul ettiler ve buluştuk. Konuşurken Suriye’den gelmiş birileriyle değil, Hatay’dan gelen misafirlerimle konuştuğumu hissettim. Oysa onların adı genel olarak “Mülteci!” Özvatanlarında mülteci olmak bir yana, mülteci olarak anılmak bile istemiyorlar.

DERTLERİ PARA DEĞİL

Üç çocuğuyla birlikte Suriye’den 2012 yılında gelen Suzan Osman’ın dedesi, Hatay’dan Suriye’ye göç edenlerden. Babası henüz 9 yaşındayken Suriye’ye gidiyor ve tıpkı şu anda Türkiye’ye gelen torunları gibi, yabancı bir memleket, bilmediği bir dille karşılaşıyor. Suzan ve ailesi şanslı olanlardan. Zira Suriye’de yaşarken Türk vatandaşlığı aldığı için Türk Dışişleri Bakanlığının Suriye’deki vatandaşlarını tahliye etmesiyle kolaylıkla Türkiye’ye geliyor.

  • Şam’dayken anne ve babaları Türk olduğu için bütün aile başvuruyor vatandaşlığa, ama sadece Suzan’ın vatandaşlığı kabul ediliyor. Babası bile Türkiye’de doğup büyüdüğü halde, Türk vatandaşlığını almadan Şam’da vefat ediyor.

4 dil bilen Suzan Osman, elektrik elektronik mühendisi ve Suriye karışmadan önce havalimanında güvenlik sistemlerinin şube başkanıydı. 2012’de geldiklerinde, eşinin görevinden dolayı Türkiye’de çok fazla kalmayıp, Libya’ya geçiyorlar, ne var ki orada da savaş çıkıyor, yeniden tahliyeyle İstanbul yollarına düşüyorlar. Gönül zaten hep Türkiye’de kalmak istiyor da, geçim derdi dünyanın dört bir yanına sürüklüyor insanı. Ardından Bahreyn yolları gözüküyor, 1 sene de orada kaldıktan sonra, istifalarını verip İstanbul’a dönüyorlar. Şu anda online Kuran dersleri vererek günlerini dolduran Suzan Osman ve ailesinin durumu iyi, dertleri para değil, hasretini çektikleri vatanlarında yabancı muamelesi görmemek.

GÂVURUN SERPUŞUNU TAKMAYIZ

Dedesiyle babasını Şam’a götüren tren, kim bilir ne hikâyeleri taşıdı Türkiye’den Suriye’ye. Aslında çok da bir beklenti içinde gitmemişler Şam’a. İnsan her şeyini bırakıp, dilini bile bilmediği bir gurbete niçin gider? Cumhuriyetin kurulmasının ardından sözde medeni dünyaya uyum sağlamak için çıkartılan kanunlardan kendilerini korumak isteyenler, belli bir süre gözden uzak yaşamaya çalışsa da, sistemin çarkları onları buluyor. En çok da kılık kıyafet, şapka kanunu ters geliyor dini bütün insanlara. “Gâvurların serpuşunu takmayız” diyorlar ve yollara dökülüyorlar. Peygamber Efendimizin (s.a.v.) “Kim bir kavme benzerse o onlardandır” hadisi şerifi düsturları oluyor.

ANAVATANINDA YABANCI

“Orada gurbeti hissetmedik, burada hissediyoruz” diyen Suzan Osman, gözyaşlarına hâkim olamadan yüreğini yakan yabancılık meselesini anlatıyor.

  • “Belki dedelerimiz daha çok hissetti, biz orada doğup büyüdüğümüz için hissetmedik. Her yaz Hatay’a gelirdik, bütün akrabalarımız orada. Dedemle nenem son nefeslerine kadar oralarda yabancı olarak yaşadı. Arapça öğrenmemek için direndiler. Mesela annem Şam’a geçtiğinde, dedem onu nüfusa kaydederken, dil bilmediği için yanlış bilgiler vermiş. O yüzden annem orada farklı, burada farklı kişi görünüyordu. Hâlbuki annem çifte vatandaş olmuştu, ondan dolayı ben de alabildim. Ama abim, vatandaşlık alabilmek için benim abim olduğunu mahkemede kanıtlamaya çalışıyor hâlâ. Ablam 40 gün oldu vefat edeli, yakınımıza defnetmek istedik, Türk vatandaşlığı olmadığı için, Suriyelilerin gömüldüğü yere, Kilyos’a defnedildi. Ne kadar acı, anavatanında yabancı olarak gömülüyorsun.”
En büyük dertleri Suriyelilerle aynı kefeye konulmak. “Bizi mülteci olarak tanıtmayacaksınız değil mi?” diye ısrarla sormaları insanın canını acıtmaya yetiyor. “Biz mülteci değiliz, Türk’üz” diyorlar. Sokakta dilenen, çalışmayan, kötü intiba bırakan mültecilerden onlar da rahatsız. Gülsüm öğretmenlik yaparken sokak sokak gezmiş, dilencilik yapanları toplamış, okula getirmiş, ama okuldan sonra yine dilendiklerini görmüş. “Keşke devlet alsa bunları, sınır bölgelerine yerleştirse” diye düşünüyor kendince.

SURİYE’DE TÜRK, TÜRKİYE’DE ARAP

Buluşmaya kızını da getirmiş Suzan. “Ben dinleyiciyim” dese de, gençlerin görüşünü almadan olmaz. Sâre (Osman) özel bir üniversitede iç mimarlık okuyor. Türkçesi çok iyi olduğu için yabancı olarak kimse görmemiş onu. “Benim hiçbir sorunum yok, ancak yakın çevremde yabancı muamelesi görenleri duyuyorum, çok üzülüyorum. Oradayken de yabancıydık, buraya gelince de yabancı durumunda kaldık. Üzülüyor insan. Çünkü buraya hasretle yaşıyorduk biz. Ben ders çalışırken, Türk radyosu açar, dinlerdim. Suriye’de ‘Türkler’ derlerdi bize, ama genel olarak Türkleri severlerdi. Hele Libya’da çok daha fazla seviyorlar. Benim Türk olduğumu öğrenen çok şaşırıyordu. ‘Hem Arapça konuşuyorsun, hem kapalısın, nasıl oluyor?’ diye sorarlardı. Herkese ayrı ayrı açıklama yapmak zorunda kalıyordum. Türkleri Türk dizilerinden tanıdıkları için, seküler zannediyorlar. Türk dizilerini çok seviyorlardı.


BEN SURİYE’DE YABANCILIK ÇEKTİM, KIZIM BURADA

Ablası Leyla Şeyhahmet de vatandaşlık alamamış hâlâ. Oysa Üsküdar’da, Bayrampaşa’da, Avcılar’da yıllar önce okuduğu okulların adı tek tek hatırında. “Ben gözlerimi İstanbul’da açtım. Üsküdar’da oturuyorduk. Okulum denize çok yakındı. İlkokulu Türkiye’de okudum. Daha sonra Suriye’ye döndük. Benim küçükken Suriye’de yaşadığımı kızım burada yaşadı. Ben Suriye’de yabancılık çektim, kızım burada.” Dedesi nenesiyle evlendikten sonra birlikte Suriye’ye gidiyorlar. Hikâye yine aynı, ‘Şapka devrimi’. Nasıl olduysa dedesi Türkiye’de kütükten siliniyor, vatandaş gözükmüyor. “Dedem seksenli yıllarda burada Halk partisine üyeymiş galiba, haber gönderiyorlar, gel ailenle, vatandaşlık verelim diyorlar. Ama önemsemiyor dedem, gitmiyor. O yüzden annem de babam da vatandaş olamıyor. Türk olanlara niye vatandaşlık verilmiyor ki? Biz babamla anneme çok üzülüyoruz, mağdurlar, yaşlılar, bakanları yok. Biz vatan hasretiyle yanardık orada, her yıl gelirdik Türkiye’ye, bütün kışlık yiyeceklerimizi buradan yapar götürürdük. Biri gelecek olsa, sucuk, simit, çokokrem isterdik. Hiç unutmam, biz gelmiştik bir yaz, ablam gelememişti, ‘ne olur köyümün suyundan bir şişe su getir, Türk bayrağı getir’ demişti. Türk bayrağı bizim için çok değerliydi.”
RÖPORTAJIN TAMAMI GERÇEK HAYAT'TA
#suriye
#türkiye
3 yıl önce