|

İmgesi olmayan kaybolur

Çöl İşaretçileri ve Bab'aziz filmlerinin yönetmeni Nacer Khemir, yeni filmi Fısıldayan Kumlar ile yeniden seyirci karşısında olacak. Filmlerinde Müslüman toplumların yaşadığı kayıplara değinen Tunuslu yönetmen, "Varolanı kopyalamak yerine çağa uygun imgeler bulmalıyız. İmgesi olmayan kaybolur" diyor.

Yeni Şafak ve
04:00 - 26/11/2017 Pazar
Güncelleme: 06:42 - 25/11/2017 Cumartesi
Yeni Şafak
Tunuslu usta yönetmen Nacer Khemir, yeni filmi Fısıldayan Kumlar ile çağımızda Müslüman toplumların yaşadığı kayıpları beyazperdeye taşıyor.
Tunuslu usta yönetmen Nacer Khemir, yeni filmi Fısıldayan Kumlar ile çağımızda Müslüman toplumların yaşadığı kayıpları beyazperdeye taşıyor.

Bab’aziz ve Çöl İşaretçileri gibi filmleriyle tanınan Tunuslu yönetmen Nacer Khemir ile yeni filmi "Fısıldayan Kumlar"ı ve sinema macerasını konuştuk. Yakında izleyici ile buluşacak olan filminde kayıp duygusunu merkeze aldığını belirten Khemir, Müslüman dünyasının kayıp bir dönem yaşadığına dikkat çekiyor ve ekliyor: " Hatta bazen bu kayıp imanını kaybetmeye kadar varıyor. Örneğin vahabizm aslında bir kayıp formudur. Bütün aşırı uçlar bir kayıp biçimidir. Çünkü Kur'an bize en önemli şey akıldır der. Biz akıldan çok uzaklaştık."


* "Çöl İşaretçileri","Kayıp Güvercin Gerdanlığı" ve "Bab'Aziz"tüm filmlerinizde çöl önemli bir yere sahip. Bunu neye bağlıyorsunuz ?

Öncelikle çöl, bana evren hakkında en geniş ve en güçlü imgeyi veriyor. Ben filmlerimi bir sosyal gerçekçilik çerçevesine oturtamam. Ama evrensel bir çerçeveye oturturum. İşte çöl de bana bunun için en uygun mekanı sağlıyor. Aynı zamanda çöl, Arap diliyle ilintilidir. Çünkü Arap dili çölde doğmuştur. Her ne kadar günümüzdeki Arapların çoğu çölü tanımasa da, onların dili çölde doğmuştur. Çöl hakkında daha çok şey söylenebilir. Aynı zamanda yalnızlık duygusunu da en iyi çöl yansıtır. Bu bir toplum içindeki değil, evren içindeki bir yalnızlıktır. Filmlerim tıpkı bir börek gibi tek katmanlı değil çok katmanlıdır.

* Tasavvuf üzerine yazılması konuşulması bu kadar zor bir olgu iken, siz filmlerinde tasavvufu ve sufizimi nasıl bu kadar iyi yansıtmayı başarıyorsunuz?

Ben sinema sanatını ilk keşfettiğimde bazı önemli eğilimler vardı. Rus sineması ve Japon sineması tabi ki ağırlıklı olarak Amerikan sineması ve bir de Hint sineması vardı. Bunlar dünyadaki dört güçlü sinema tarzı idi. Her filmde, filmin kendisinden bağımsız olarak o uygarlığın ruhu bulunur. Mesela Amerikan sinemasından söz etmişken Western tarzı yani Batı'nın fethi teması, aslında Amerikan tarzı bütün filmlerin temelinde yatan şeydir. Kendi yararına bir şeyleri fethetme ele geçirme gücünden ve kendi etrafında hiçbirşey olmamasına rağmen her şeyi ele geçiren insan imgesinden söz ediyorum. Mesela bu Amerika'nın güncel politikasına da çok benziyor.


HER İNSANIN ÖZÜNDE SUFİZM VAR
* O halde siz de sinemanızda dünyadaki türlerden farklı bir tarz denediniz diyebilir miyiz ?

Sinema büyük devasa bir aynadır. İnsanları gösteren bir ayna. Ben de kendi kendime sordum. Ben nasıl bir ayna yapacağım, bunu hangi malzemeden ve kim için yapacağım. Çünkü benim aynam Amerikalılar ile ilintilenemez. Hatta Amerikalılar onu takdir etse bile. Evet, çizgim ve sınırım da budur. Yani çok küçücük bile olsa bu aynayı inşa etmeliydim. Ben de bu yüzden sınırda kalmayı tercih ettim ve merkeze herkesin gittiği yöne doğru gitmedim.

* Kendi özünüzden yola çıktınız ve sufizmi merkeze koydunuz.

Doğrudan kendi kaderimle kendi geleceğimle ilgilenmedim. Onun üzerine çalışmadım. Kendi içimde başkalarının bulabileceği şeyler üzerinde çalıştım. Şarkı söylüyorsunuz ama dinleyenlerin size göstereceği sabır sınırlı.Bir kere şunu iyi bilmeliyiz. Bütün dünya, herkes kaybolmaya mahkum. Bunu ya kabul edeceksiniz ya da ' Hayır başka bir seçenek var' diyeceksiniz. Bunu yapmak ise ne bir fetih ne bir baskı aracı olmalıdır. Bu bir para meselesi de değil. İnsan kendi bulunduğu yerde de evrenin bir boyutudur. Neye sahip olduğun değil, ne olduğun önemlidir. İşte bu sufizmdir. Her insanın kökü sufizmin içindedir. Sufizm tüm inançlardan bağımsız olarak her şeyi kapsar. Batı uygarlığı çarmıh imgesinden başlar ve onun üzerine kurulur. Bu her şeyi temsil edecek büyük bir güçtür. İşte bu benim anlatmak istediğim şeyin temelidir. Biz de kendi imgelerimizi üretmeliyiz.

Bu çağda imgesi olmayan kaybolur
* Müslümanların kendilerini anlatan imgeleriyle ilgili ne diyeceksiniz?

Bir örnek vereyim. Suriyeli bir yönetmenin çektiği Peygamberimiz'i anlatan Arapça bir film var. Tabi ki Peygamberi göstermek istemediği için kamera onun yerine geçiyor.Ben Şeyh Muhiyddin İbn-i Arabi üzerine film yaptım. Ben de onu çektim ama kendisini görmüyoruz. Filmde onun görüntüsü hem var hem yok. İşte biz buyuz. Bu uygarlıktan doğan kendi dilimizi bulmalıyız. Bu uygarlık yaşıyor.Eğer onu sadece koplayamak ile yetinirsek sonunda kaybolur. Kadim bir kültürün devam edebilmesi için uygun olan yolu bulmak zorundayız. Bu çağ imgelerin çağı, imgesi olmayan kaybolur. İmge diyorsam kendi öz imgemizdem bahsediyorum. Batı'dan aldığımız, onlardan kopyaladığımız imgelerden bahsetmiyorum. Bizim kuşağımız geçmişte kaldı. Ama biz de kendimizi tekrar edersek bir sonraki kuşağı da yok etmiş oluruz. Belki hata yapabiliriz ama yaratıcı olmalıyız. Üstelik Amerika'da en çok satan şiir kitabı Mevlana, o yüzden kendimize güvenmeliyiz.

* Sayısız mutasavvıftan Muhiyddin İbn'i Arabi'yi neden seçtiniz?

Çünkü diğerlerinden çok farklı nitelikleri var. O, tüm mezheplerin üstünde biri. Biliyorsunuz mezhep ayrılığı bitmeyen bir sorunumuz. İbn'i Arabi'nin bize sunduğu şey bir düşüncedir. O,bir filizof ve düşünürdür. Çok moderndir, akılcıdır. İslam'dan kaynaklandığı ileri sürülen bütün soruları o da sormuş ve hepsinin cevabını bulmuştur. Ne yazık ki bugün Müslüman dünyası onu unuttu. Oysa ki New York'ta, Tokyo'da İbn'i Arabi üzerine sayısız çalışmalar yapılıyor.


Arap toplumu kendine dönmeli
* İran sineması gibi Arap sineması diyeceğimiz bir sinema türü etkisini gösteremedi. Bunun için ne yapılmalı?

Ben ne yapıyorsam onu yapsınlar. Her ne kadar bir sinema okulu açacak olağana sahip olmasam da kendi çalışmalarım da ben bunu yaptım. Araplar'ın sorunu kendi klasik kültürlerini unutmalarından kaynaklanıyor. Özellikle Arap sinemacıların çoğu Avrupa okullarında eğitim görüyor. Hepsi Fransız filizoflarını tanır ama Arap filizofları hakkında fikirleri yoktur. Arap estetiği konusunda ise bilgileri çok daha az. Araplar kendi kültürlerine yönelmeli.

* Yeni film projeniz var mı?

"Fısıldayan Kumlar"adlı bir filmi tamamladım. Kayıp olgusu üzerine bir film çektim. Bence Müslüman dünyası bir kayıp döneminde. Hatta bazen bu kayıp imanını kaybetmeye kadar varıyor. Örneğin vahabizm aslında bir kayıp formudur. Bütün aşırı uçlar bir kayıp biçimidir. Çünkü Kur'an bize en önemli şey akıldır der. Biz akıldan çok uzaklaştık. Bu kayıp o kadar büyük ki bunun hem halka dönük biçimleri, hem de daha düşünsel biçimleri de var. Suriye'de, Libya'da, Irak'ta yıllardır yaşanan acılar var. Artık kendi belleğimizi koruyamaz hale geldik. Film de bu kaybın acısını anlatıyor

* Bir de siz kitap çalışması yapıyorunuz değil mi?

Fransa'da yeni çıkacak olan bir kitabım var. 1985 yılından 2015 yılına kadar iki film yaptım. Kitap bu aradaki, 30 yıllık süreci anlatıyor. Kitabımda hem psikolojik hem de sosyolojik olarak Tunus'tan bahsediyorum. "Bir toplum 10 yaşında bir çocuğu nasıl koruyabilir" bu sorudan yola çıkarak toplumun mekanizmasını inceledim. Bu soru tüm Arap dünyası için geçerli , Arap dünyasında sözü edilmeyen birşey var ise o da çocuklardır.

#Nacer Khemir
#Sinema
#İmge
6 yıl önce