|

Öykülerimi bombaların altında yazdım

Suriye’den savaştan kaçarak ülkemize sığınan genç yazar Mustafa Taceddin El Musa prestijli edebiyat ödüllerinden birisi olan ArabLit Öykü Ödülü’nü aldı. Öykülerinin büyük bölümünü savaş bölgesinde yazdığını söyleyen El Musa o günleri şöyle anlatıyor: “Ben öykülerle savaşıyor, öykülerle bombalar atıyor ve yine onlarla ateş ediyordum. Ölebiliriz diye düşünüyordum, bu yüzden de arkamızda, gelecek nesiller için anlatacağımız bir şeyler bırakmamız gerektiğine inanıyordum.”

04:00 - 7/11/2021 Pazar
Güncelleme: 23:22 - 6/11/2021 Cumartesi
Yeni Şafak
Arşiv
Arşiv
PEREN BİRSAYGILI MUT
1981 yılında Suriye’nin İblib şehrinde dünyaya gelen ve Şam’da İletişim eğitimi gören Mustafa Teceddin El Musa yazar bir babanın oğlu. Dev bir kütüphaneli evde büyüyen El Musa Suriye Savaşı döneminde yazarak ayakta kalmaya çalışmış. Bugüne kadar pek çok ödülün sahibi olan El Musa son olarak 2021 senesinde prestijli edebiyat ödüllerinden birisi olan ArabLit Öykü Ödülü birinciliğine layık görüldü. Savaştan kaçarak ülkemize yerleşen Mustafa Taceddin el-Musa, bir yandan da eski bir hayalini gerçekleştirebilmek için Mardin Artuk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde okuyor. Kendisiyle aldığı ödülü ve öykülerini konuştuk.

Öncelikle seni almış olduğun ödülden ötürü tebrik etmek istiyoruz. Ödüle layık görülen ve bombardıman altındayken yazmış olduğun “Nasıl da Zarifler” başlıklı öykün için seni tüm kalbimizle kutluyoruz. Acaba, bize yazım süreciyle igili bir şeyler söyleyebilir misin?

2012’nin sonlarından 2014’ün başlarına değin, henüz Suriye’den Türkiye’ye gelmeden önce birçok öykü yazdım hızlı bir şekilde. O dönemde İdlib’de, geçirilen aylar herkes için çok kötüydü. Savaşlar etrafımızda ve evler arasında kol geziyor, her taraf bombardımana teslim oluyordu. Hatırladığım kadarıyla 2013 kışıydı. Günlerimi İdlib’de tanıdıkların yanında, bilindik yerlerde saklanarak ve birçokları gibi kalabalık sokaklarla gün ışığından kaçınarak geçiriyordum. “Ne Kadar da Zarifler” ve diğer birçok öyküyü, o korkunç günlerde yazdım. Bu dönemin öykülerini diğerlerinden ayıran şey, fikri ya da bir parçası oluşan ve daha sonra üzerinde çalıştığım öteki metinlerin aksine bu öykülerin neredeyse zihnimde tamamlanmış olarak yazılıyor olmasıydı.O zamanki deneyimlerime göre sanırım hızlıca yazıyordum. Şartlar, çok fazla sanatsal dokunuşu ve yeniden yazmayı kaldıramayacak kadar ağırdı. Ayrıca görünüşe göre insan, zor zamanlarda daha iyi adapte oluyor ve gerçekleştirme konusunda daha büyük bir güce ulaşabiliyordu. Kanımca ben öykülerle savaşıyor, öykülerle bombalar atıyor ve yine onlarla ateş ediyordum. Ölebiliriz diye düşünüyordum, bu yüzden de arkamızda, gelecek nesiller için anlatacağımız bir şeyler bırakmamız gerektiğine inanıyordum. Bir anlamda bizlerin de bir zamanlar buralarda yaşadığımızın hikâyesi bu.

OKUL PİYESLERİNDE ROL ALDIM

Baban Taceddin el-Musa’nın da yazar ve önemli bir öykücü olduğunu biliyoruz. Yazmaya ilk olarak ne zaman başladın? Zira çocukluğun yazmaya olan etkisini hep merak etmişimdir.

Erken yaşta yazmaya başladım. Bu konuda aileden doğrudan bir yönlendirme olmadı. Bununla birlikte ev ortamı, çocukluğumdan bu yana yazmak için kusursuzdu. Yazar, gazeteci, muhalif ve marksist bir baba; üstüne bir de sinema, tiyatro ve müzikten hoşlanan ebeveynler... Çocukluk dönemimde büyük evimiz, entelektüel ve solcular için daima bir toplanma yeriydi. Dahası evde en önemli dünya klasikleri de dahil olmak üzere 10 binden fazla kitap içeren devasa bir kütüphane bulunuyordu. Okul piyeslerinde mütevazı bir tiyatro oyuncusu olarak çalışmalarıma ilaveten, mütevazı bir şekilde yazmaya gençliğimde başlamış oldum. Kanaatimce çocukluğumdaki çevre, bir yazarın doğması için oldukça uygundu ama bu kesin böyle olacak diye bir şart da söz konusu değil. Zira biri erkek diğeri kız iki kardeşim, aynı çevrede yaşadıkları halde büyüdükten sonra yazar olmadılar.

Türkiye’ye geleli kaç yıl oldu? Buraya gelişinden biraz söz edebilir misin?

Suriye’de emniyet birimleri tarafından resmen aranan biri olduktan sonra 20 Nisan 2014 tarihinde Türkiye’ye geldim. 2014’ten beri Türkiye’deyim ve çalışma koşullarıyla iş arayışımdan ötürü Gaziantep, Reyhanlı, Antakya, Mersin, İstanbul gibi birçok yerde hareket halinde yaşadım.

YARA HALA KANIYOR

Bugün Suriye halkı, tarihin en büyük trajedilerinden birinin kurbanıdır. Suriyeli yazarların çoğunun sürgünde yaşadığını biliyorum. Bu yazarların Suriye trajedisini dünyaya duyurmak için yeterli güce ve desteğe sahip olduğunu düşünüyor musunuz? Özellikle son on yılda üretilen edebi eserleri nasıl buluyorsunuz?

Savaşın başlangıcında ortaya çıkan edebiyat hakkında şimdilik bir hüküm veremeyiz. Bu, tablonun daha sonra tamamlanabilmesi için daha uzun bir zamana, daha fazla yazıya, çeşitli ve farklı kalemlere, çoklu görüş ve vizyonlara ihtiyaç duyan tarihi bir aşamadır. Bununla birlikte genel olarak bölgemizdeki edebiyatın ve tabii ki edebiyatçıların, trajediyi iyi bir şekilde temsil edebilmek için yeterli güç ve desteğe sahip olmadıklarını düşünüyorum. Dünya ülkeleri arasında mekik dokuyan bu yazarların çoğu, yaşamları için gerekli şeyleri hâlâ zar zor temin edebiliyorlar. Ayrıca yara kanamaya devam ettiği için hâlâ şok ve tepki aşamasında yaşıyoruz. Bu yüzden yaşananları edebi olarak dengeli bir biçimde incelemeye çalışmak oldukça zor. Ancak genel olarak edebiyat sahası son 10 yılda, özellikle roman ve sinemada, bu aşamanın mükemmel şahitleri olan birçok seçkin edebi deneyimin ortaya çıkmasına tanıklık etti.

BİZLER SİZİN HİKAYELERİNİZİ OKUDUK

Geçtiğimiz on yıl boyunca, biri özgürlük ve demokrasi talebiyle devrimlere yoldaşlık eden, diğeri ise otoriterlik ve hakim rejimlerle ilişkisinin sağladığı konuma bağlı kalan iki Arap yaratıcı yazın akımı ortaya çıktı. Sizce bu ayrım neden kaynaklanıyor? Bunun politik, edebi ve kültürel estetiğin ötesine geçen bir açıklaması var mı?

Bu bölünme, kuşkusuz, öncelikle siyasi görüşlerin ayrışmasından; ikinci olarak da gerçeği anlama yollarının farklılaşmasından kaynaklanıyor. Ne yazık ki her yazarın özel tarihi, onun kendi görüşlerinin oluşmasında rol oynamıştır. Ancak genel olarak diktatörlüğün tarafında yer alan edebiyat, edebiyatçıya sadece zarar verir. Geçen yüzyılın ortalarında, Almanya’da Hitler’in yanında olan nice yazar var ki şimdilerde onlara ve ürünlerine ne Almanya’da ne de dünyada saygı duyuluyor.

Son olarak Türk okuyuculara yöneltmek istediğin herhangi bir mesaj var mı?

Onlara diyeceğim şu ki: Sizler diktatör askeri rejimlerin gölgesinde acı çekerken, bizler sizin büyük hikâyelerinizi Orhan Kemal, Aziz Nesin, Nâzım Hikmet ve Yaşar Kemal’in kalemlerinden okuduk. Şimdi, askeri diktatörlükten çektiğimiz acıların hikâyelerini okuma sırası sizde. Ayrıca tüm dost halklar, Cem Karaca’nın “Tamirci Çırağı” gibi güzel şarkılarımızı hep beraber söylemeli.

Arapçadan Çeviren:
Soner Akdağ
#Mustafa Taceddin El Musa
#ArabLit Öykü Ödülü
#Suriye
2 yıl önce